Kalbin üstünü zaman kumaşıyla örtmek
Follow @dusuncemektebi2
“Çılgın mahşerinde ses ve renklerin.../ Benden sor sırrını mesafelerin/ Benden sor ve benden dinle akşamı.../ Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı...” diyor ‘Eşikte’ şiirinde üstad Ahmet Hamdi Tanpınar.
İlhamdan doğan edebiyat bizi insanı aşan, insandan taşan bir dünyaya çağırıyor ve hatta elimizden tutup bizi o hayal alemlerine götürüyordu. Şimdilerde neredeyse adım adım edebiyatı rasyonel aklın, mantığın, gösterişçi ve çığırtkan zekanın, mühendislik ve tasarımın, didaktizm ve bıktırıcı vasatlığın ellerine teslim ettik, ediyoruz. Seri üretime geçilen ve teknolojinin imkanlarıyla propagandası yapılan bu yeni edebiyat; ilhamın, insanın sınırlarını kendinden ötelere kadar genişletebilecek bütün imkanlarından kendini mahrum bırakan; dolayısıyla, sözü sadece somut, basit, deneyimlenebilir olanla sınırlayan; ölçülüp biçilebilir şablonlarla ilerleyen ve kendini mecburen tekrar etmek durumunda olan bir edebiyat... Bu sınırlı anlayışın içinden bile arada bir pırıltılı metinler ortaya çıkıyor ama onlar da hemen eni boyu hesaplanarak hemen cetvele, şablona vuruluyor, yani tekrarlanabilir ölçütlere indirgeniyor ve seri üretimin tezgahlarına sunuluyor. Kurgu edebiyatın bir gerçeği, sorun kurgu gayretinde değil...
Sorun, kurgunun hazırcı ve ezberci formülasyonlara dönüşmesine yol açan, edebiyat üzerinde her türlü duygusal ve zihinsel ticareti makbul gören zihniyette... Neyse ki bu kadastrocu zihniyet, edebiyat toprağının her köşesini ele geçirmiş değil henüz. Bir kısım kalem sahipleri var ki, onlar hayallerine, ilhama, kalplerinden zuhur eden fısıltılara can-ı gönülden kulak vermeye devam ediyor. Yazarken birtakım kâr-zarar hesaplarını, kurgusal ezberleri, duygusal ve zihinsel otomasyonu, artistik numaraları bir yana bırakıyor, yüzlerini önce kendi samimi duygu ve düşüncelerine çeviriyor; sonra kendilerini hayallerine, sonra hayallerinin açtığı kapılardan geçerek ulaştıkları yeni hayal ülkelerine, insanı ve hayatı enginleştiren, derinleştiren incelikli yeni keşiflere açık tutuyor onlar.
Ben ötelere giden yolu kendi iç yordamıyla arayan ve kendini serbestçe kendinden taşmaya bırakan kalem erbabına, içlerinde arayıp buldukları ilhamla ifadeye dökecekleri metinlere, ifadelere, onların her birimizin dünyasında açacakları yeni ufuklara samimiyetle inanmaya devam ediyorum. Edebiyatta zekanın, mantığın, kurgusal ezberlerin cafcaflı tarihinin kısa süreceği; insanı şu rasyonel cenderenin dışına çağıran edebiyatın er geç mevzilerini geri kazanacağını düşünüyorum. Sektör kaybedecek, ticaret kaybedecek, ezber, klişe, şablon, ifade otomasyonu kaybedecek, edebiyat kazanacaktır. Bir gün, bunun olmadığından, olmayacağından emin olursak eğer; o zaman tek başına edebiyatın değil, insanın da kaybetmiş olduğunu konuşmamız gerekecek belki de.
“Kendini iyiden iyiye zeytin ağacına bağlı, sallanan bir dal olarak görmesini bilirsen, kımıldayışlarında sonrasızlığı tadarsın. Ve çevrende her şey ölümsüzleşir. Atalarına su vermesini bilmiş olan, türkü söyleyen çeşme ölümsüzdür, sevgilin sana gülümsediği zaman gözlerinin ışığı ölümsüzdür, ölümsüzdür gecelerin sessizliği. Zaman kumunu tüketen bir kum saati değildir artık, ekin demetlerini bağlayan bir harmancıdır” diyor ‘Kale’de, kalbinin götürdüğü yere giden bir yolcu olarak Antoine de Saint-Exupery.
Zamanın yırtılmaz kumaşından bir örtüyle kapatmaya, örtmeye çalışıyorlar kalplerimizin üstünü. Bütün öngörülemez taraflarımızı, bütün başkalarına benzemezliklerimizi, bütün bize özgülüklerimizi unutturmaya çalışıyorlar bize. Ki açılan boşluğa bizim için hazırladıkları yeni standart insan tarifini, kalıba dökülmüş fikir ve hissedişleri doldurabilsinler. Başkalığımız, biricikliğimiz, milyarlarca insan içinde sadece bizim olan hikayemiz içimizde bizim. O yüzden meşgul ediyorlar sürekli gözlerimizi, bakışlarımızı. İçimize bakmayalım, orada başka hiç kimse olmayan kendimizi bulmayalım, istatistiklerin dışına çıkmayalım, ticareti aksatmayalım diye...
Müellif: Gökhan Özcan / Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.