Biçimlendirilmiş Algı Karşısında Ahlaki Önceliklerimiz
Follow @dusuncemektebi2
Kimsenin kimseye laf söyleyemediği, yanlışların hatırlatılmasının rahatlıkla kişisel saldırı olarak algılanabildiği bir ortamda emri bil maruf ve nehyi anil münker sorumluluğu hem çok zorlaşmış ama aynı zamanda da hayati önem kazanmıştır.
Edep, ilke ve mantığın dışlandığı ve bunların yerine modalaÅŸtırılan yaklaşımların insanların zihninde ve eylemlerinde belirleyici kılındığı bir dünyada yaşıyoruz. Manipüle edilmiÅŸ, yönlendirilmiÅŸ gerçeklik algısının tahakkümünü sürdürdüÄŸü, insan iliÅŸkilerine yüklenen anlamdan akıl yürütme biçimine, kılık kıyafetten zevklere kadar her alanda etkisini gösterdiÄŸi bir dünya bu. Egemenlerin biçimlendirdiÄŸi kavramlarla düÅŸünen, ÅŸekillendirdikleri gündemleri konuÅŸan, onların ürettiÄŸi ucuz-pahalı oyuncaklarla oyalanan yığınların doÄŸal olarak adalet, mantık ve tutarlılık diye bir kaygıları olmuyor, olamıyor.
Mesela terör denildiÄŸinde ne anlaşılacağı da, mutlu olmak için nelere sahip olunması gerektiÄŸi de aynı hegemonik pencereden belirleniyor. Ve söz konusu yığınlar tarafından da neredeyse hiç sorgulanamıyor, sadece kabullenilip yaygınlaÅŸtırılıyor.
Yırtık pantolon giymenin moda olması gibi adeta! Normalde basit bir iplik hatasından dolayı aldığı ürünü iade etmek için uÄŸraÅŸan insanların bir sürü para verip, orası burası delik, yırtık pantolon satın alması ve kadınıyla erkeÄŸiyle bu garabeti üzerinde teÅŸhir etmesi hadisesi ilginç deÄŸil mi? Bu manzara egemenlerin moda tayininde ne ölçüde güçlü ve etkili oldukları ile birlikte, edilgen yığınların esarete ne kadar teÅŸne olduklarını da gösteren basit bir örnek sadece.
Seviyesizlik teslimiyeti, teslimiyet seviyesizliÄŸi besliyor ve bu durum fasit bir daire oluÅŸturup çürümeye yol açıyor. Sonuçta takvanın, adaletin, hakkaniyetin geri plana çekilip, ifsadın, menfaatin, gücün ön plana çıktığı bir toplum düzeni ile yüz yüze geliyoruz. Emri bil maruf ve nehyi anil münker ilkesinin görmezden gelinmesi, terk edilmesi böylesi bir düzenin, iÅŸleyiÅŸin en net tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Ve insana yaÅŸadığı çevreye, dünyaya karşı sorumluluk bilinci yükleyen bu çaÄŸrı etkisizleÅŸtikçe de zulmün, çirkinliÄŸin ortalığı kaplaması kolaylaşıyor.
Ä°nsanların birbirlerine Allah’ı hatırlatmadığı, salih amellere yönlendirmeye ve din gününün dehÅŸetiyle uyarmaya ne ihtiyaç, ne mecal hissettiÄŸi bir toplum yapısı ile kuÅŸatılıyoruz. Kimsenin kimseye karışmadığı, bireylerin özgür iradeleriyle kendi hayatları ve geleceklerini ÅŸekillendirdiÄŸi iddiasına karşın aslında herkesin her ÅŸeyinin küresel egemenlerce belirlenip yönlendirildiÄŸi biliniyor. Buna raÄŸmen istiÄŸna duygusuyla paralel giden bir umursamazlık, sorumsuzluk, ilgisizlik hali içinde kendilerini avutmakla meÅŸgul yığınlar.
Sıradanlaşma Tehlikesine Karşı Teyakkuz Hali!
Kalabalıkların peÅŸine takılmak, herkesin yaptığını yapmak, neden diye sormamak, itiraz etmemek erdemli bir hayat arzusu duyanları bekleyen kocaman bir tehlike. DeÄŸiÅŸtirme iradesi kenara konulduÄŸunda insanın sıradanlaÅŸması, sürüleÅŸmesi kaçınılmaz durumdur çünkü. Ve salih bir insan olmak akıntıya doÄŸru yüzmeyi, esen rüzgârlara meyletmeyi teÅŸvik eden, kolay ve de sevimli gösteren, hatta tek seçenek, mecburi istikamet olarak sunan çerçeveyi kırma iradesi ile mümkün ancak. Bu da mutlaka doÄŸru ve nitelikli sorular sormayı ve yine bu sorulara sahih cevaplar bulmayı gerektiriyor. Hayatı anlamlı ve deÄŸerli kılmanın baÅŸka yolu yok!
Allah’ın arzında, O’nun belirlediÄŸi istikamette güzel bir örneklik sergilemeyi ve ÅŸahitlik vazifesini güzelce yerine getirmeyi hedefleyenler uyanık olmak, teyakkuzda bulunmak ve cahilî geleneklerden, alışkanlıklardan, dayatmalardan kopmak, ayrışmak durumundalar. DeÄŸerli olanı unutup, deÄŸersiz olanın peÅŸine takılmamak, hevasına tabi olmamak, nefsiyle baÅŸ baÅŸa kalmamak, sıradanlaÅŸmamak için çokça çaba sarf etmek zorundalar. Kitabı esas alıp cehdetmeyi, meÅŸruiyeti bulunmayan zorunlulukları gerekçe gösterip yalpalamamayı, direnmeyi ÅŸiar edinmeleri ÅŸart ki ancak bu ÅŸekilde var olmaları, kendi kimlik ve kiÅŸilikleriyle ayakta durmaları mümkün olabilsin! Aksi durum kaçınılmaz olarak ölçüsüzleÅŸmeyi, ölçüsüzleÅŸmekse savrulmayı besler!
Milliyetçi rüzgârlar sert estiÄŸinde bayrak sallamak, ümmetin tescilli düÅŸmanlarını müttefik konumunda algılamak, mevki-makam telaşıyla deÄŸersiz insanlara temenna etmek, güçten yana tavır alıp zalimler karşısında suskunlaşırken mazlumlar-maÄŸdurlar karşısında gaddarlaÅŸmak, rakip ya da düÅŸman bellediklerine karşı hiçbir ölçü gözetmemek, yalandan, iftiradan dahi medet ummak… Maalesef sıkça karşılaÅŸtığımız bu tip tavırlarla Müslüman ÅŸahsiyet olma iddiasının aynı bünyede bir araya gelmesi hiç mümkün olabilir mi? Ä°slam ahlakıyla taban tabana çeliÅŸen bu tür zaaflar, hastalıklar bırakalım Müslüman bir ÅŸahsiyet olma iddiasını, kiÅŸide herhangi bir ÅŸekilde ÅŸahsiyetten eser bırakır mı?
Müslümanların sözleriyle, eylemleriyle, yaklaşımlarıyla, iliÅŸkileriyle yaÅŸayanlara ve gelecek nesillere sundukları/bırakacakları mesaj Ä°slami kimlikleriyle, iddialarıyla, özlemleriyle mutabık olmak mecburiyetindedir. Aksi durum kiÅŸisel zafiyetten öte temsil edildiÄŸi iddiasında bulunulan kimliÄŸe dönük bir zulümdür, ihanettir.
Dışarıdan bakıldığında hayat tarzımız, iliÅŸkilerimiz, özlemlerimiz itibariyle ‘diÄŸerleri’ ile aramızda bir fark görülemiyorsa, mutlaka net ve belirgin olması gereken mesafe incelmiÅŸ ve sonuçta görülemeyecek, fark edilemeyecek hale gelmiÅŸse iddiamızı yitirmiÅŸ ve de kaybolmuÅŸuz demektir!
Hayatımızda cihad ve ÅŸehadet kavramları giderek muÄŸlaklaşıp, lüks ve konforlu bir hayat özlemi ön plana çıkıyorsa; yoksulken sahip olduÄŸumuz paylaÅŸma arzusu paramız olduÄŸunda sürekli artan ‘ihtiyaçlarımız’ tarafından gölgede bırakılıyor, tasfiye ediliyorsa; artık bizi mutlu eden ÅŸeyler ‘diÄŸerleri’ gibi tükettiklerimize dönüÅŸmüÅŸse geride ne kalmıştır? PaylaÅŸma kavramından mahremiyet sınırını zorlayan, hatta tarumar eden sosyal medya paylaşımlarını ve lüzumsuz, çiÄŸ, yakışıksız görüntülerin dolaşıma sokulmasını anlayan; doÄŸum günü kutlaması yapılmadığında çocuklarının mutsuz olmasının önüne geçemeyen; her defasında “Ama herkes böyle yapıyor!” mazeretinin ardına sığınarak kendisini avutan bir tarzla yol almak mümkün olabilir mi?
Mesafeyi Korumak Ä°çin Öncelikli Adımlar
Peki, tüm bu kuÅŸatılma tehdidine karşı ne yapmalı, sınırlarımızı korumak için hangi vasıflara sahip olmalı, ne tür tedbirlere ağırlık vermeliyiz?
DoÄŸru Konumlanma!
Evvela hayata dair bakış açımızı ve kendimize biçtiÄŸimiz misyonu gözden geçirmeli, öncelikli hedefimiz ya da hedeflerimiz hususunda net olmalıyız. BaÅŸarı ya da baÅŸarısızlıktan ne anladığımızı, sahip olmayı ve terk etmeyi arzu ettiÄŸimiz ÅŸeylerin neler olduÄŸunu, bizi nelerin mutlu edip nelerin meyus kıldığını kendimize sormalı ve aldığımız cevapların Kitabullah’ın ölçüleri ile muvafık olup olmadığını sorgulamalıyız. “Ama iÅŸte içinde bulunduÄŸumuz ÅŸartlar…” “Ama mecburiyetler, imkânlar…” vs. türünden mazeretlerin ardına sığınmadan kendimizle yüzleÅŸmeliyiz ve akidemizin dışladığı, yok saydığı her ÅŸeyi hayatımızdan dışlayabilecek bir netliÄŸe ve kararlılığa sahip olmak için çabalarımızı artırmalıyız!
Aidiyet Bilincinde Netlik!
Bu çabaların süreklilik ve verimlilik kazanabilmesi birlikteliÄŸi gerektirir, kardeÅŸlik ruhunun hâkim olduÄŸu ve istiÅŸari bir iÅŸleyiÅŸin esas kabul edildiÄŸi bir iliÅŸki zemininin tesisini ÅŸart koÅŸar. Åžüphesiz tek başımıza da kalsak yeryüzünde Allah’ın dinine ÅŸahitlik vazifesi ile yükümlü bir Müslüman olarak sorumluluÄŸumuzu bihakkın ifa için elimizden geleni yapmak, yalnız kalmış olmayı direnmekten vazgeçmenin gerekçesine dönüÅŸtürmemek zorundayız. Velev ki bu tarz bir ortama dahi mahkûm edilsek, hiçbir ÅŸekilde kendimizi yalnız hissetmemek, yalnızlığa alışmamak, asla yalnız yürümemek için gayret sarf etmekle mükellef olduÄŸumuzu bilmeli ve nihayet gerektiÄŸinde Ä°brahim (s) gibi tek başına kalındığında dahi ümmet olma bilincine sarılmayız.
Ve Rabbimize hamd olsun ki tek başımıza deÄŸiliz; Allahu Teâlâ’nın arzında din yalnız O’nun oluncaya kadar mücadele kararlılığıyla hareket eden müminler mevcut. Her yerde hayra çağıran, iman edip salih ameller iÅŸleyen topluluklar, cemaatler var. Öyleyse izzetli ve erdemli bir hayat yaÅŸamak istiyorsak, kurtuluÅŸa, felaha ermenin ancak birlikte hayra çağırmakla, marufu emredip münkerden nehyetmekle mümkün olduÄŸu bilinciyle müminler toplumunun bir parçası olmayı baÅŸarmalı, kendimizi ümmet organizmasının bir bileÅŸeni olarak görmeliyiz.
Tam bu noktada nefsimizin kabarttığı istiÄŸna ve tekebbür zaafını, bencillik hastalığını aşıp kardeÅŸlik ruhuyla tesis edilmiÅŸ birlikteliklere gönül rızasıyla tâbi olmayı becerebilmeliyiz. Nefsimiz zaman zaman yaklaşımlarımızı, beklentilerimizi, arzularımız ve heveslerimizi öne çıkartsa da hayır ve bereketin ancak kardeÅŸlik hukukuna riayet etmekte ve müminler topluluÄŸuna tabi olmakta aranması gerektiÄŸini akıldan çıkartmamalıyız.
Daveti Hayat Tarzı Kılma!
Müminlerle birlikte olmanın, ortak bir hukuk geliÅŸtirmenin en verimli tezahürü yanlışların, zaafların tasfiye edilmesine yönelik iÅŸleyen bir mekanizmanın tesisidir. Emri bil maruf ve nehyi anil münker çabası bu mekanizmanın zeminini oluÅŸturur. Gerçekten de bunca kirlilikle, zulümle ve günahla kuÅŸatılmış ortamlarda müminlerin birbirlerine iyiliÄŸi tavsiye edip, kötülükten de alıkoyması birbirlerini bu müfsid atmosferden koruyacak bir sigorta mesabesindedir.
Bu sebeple emri bil maruf ve nehyi anil münker emrini hayat tarzımız haline getirmek durumundayız. Bu görevin ifasını sadece genel manada toplumsal sorumluluk zeminine indirgememeli, hayat içinde çok farklı ortamlarda iliÅŸki içinde olduÄŸumuz, karşılaÅŸtığımız, tanıştığımız, muhatap olduÄŸumuz herkese karşı yerine getirmekle mükellef olduÄŸumuz bir vazife bellemeliyiz.
Yine bu eylemliliÄŸi çift yönlü deÄŸerlendirmeli, yani sadece kendimizden muhataplarımıza yönelik olarak deÄŸil, aynı ÅŸekilde muhataplarımızın da bize karşı bir sorumluluÄŸu olarak da algılamalıyız. Bu hususu bilhassa hoÅŸumuza gitmeyen, bizi rahatsız eden durumlarda göz önünde bulundurmalıyız ki böylece savunma mekanizmamızı devreye sokmaktan ve fevri tepkiler vermekten önce kendimizi sorgulayabilme, zaaflarımızla yüzleÅŸebilme ÅŸansına sahip olabilelim!
Kimsenin kimseye laf söyleyemediÄŸi, yanlışların hatırlatılmasının rahatlıkla hakaret ve kiÅŸisel saldırı olarak algılanabildiÄŸi bir ortamda emri bil maruf ve nehyi anil münker sorumluluÄŸu takdir edilebileceÄŸi gibi hem çok zorlaÅŸmış ama aynı zamanda da hayati önem kazanmıştır. Aile içi iliÅŸkilerden, akraba, eÅŸ dost, mesai diyaloglarına, güncel-aktüel geliÅŸmelere, medyaya, siyasi zemine kadar insanların birbirleriyle muhatap oldukları her ortam Müslümanlarca fahÅŸaya, ifsada, zulme, münkere karşı bir hatırlatma ve hayra çaÄŸrı zemini olarak deÄŸerlendirilmelidir. BaÅŸka yolu yok, ya uyaracağız ya da uyarılmayı gerektiren sözler, fiiller karşısında duyarlılıklarımızı yitirip, münkerle birlikte yaÅŸamaya alışacağız.
Aynı ÅŸekilde ya uyarılmayı durumumuzu düzeltmek, zaafımızdan arınmak için bir fırsat olarak görecek ve failine minnet duyacak, en azından içtenliÄŸi dolayısıyla hoÅŸ karşılayacağız veya müstaÄŸnileÅŸip karşı saldırıyla bize yönelen uyarma-hatırlatma çabalarını bir çırpıda püskürtecek ve kafa konforumuzu garantiye alırken, yanlışlarımızdan arınma fırsatını ise tepmiÅŸ olacağız.
Resulullah’ın (s) ashabının örnekliÄŸi önümüzde duruyor. Onlar kardeÅŸlerini uyarmayı vazife bildikleri gibi, kardeÅŸlerince uyarılmayı da bir iyilik, hayır olarak gördüler. Bu yaklaşımla kendilerine hakkı ve sabrı hatırlatanlara kızmak, küsmek yerine ÅŸükran duydular. Böylece ahlaki ilke ve deÄŸerler temelinde yükselen ve tüm insanlığa örnek olacak bir topluluk teÅŸkil ettiler. Hüsrana kapılanlardan olmak istemiyorsak, bizler de birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmek, kınayıcının kınamasından korkmadan ve nefsimizin iÄŸvasına kapılmadan tebliÄŸ ve davet sorumluluÄŸumuzu üstlenmek durumundayız! Hevanın deÄŸil, ahlaki ilkelerin hâkim olduÄŸu bir toplumsal düzen ancak bu yöndeki çabaların yaygınlaşıp, kurumsallaÅŸmasıyla mümkündür!
Müellif: Rıdvan Kaya / Haksöz Dergisi - Sayı: 313 - Nisan 17
Henüz yorum yapılmamış.