Amin Maalouf: Mevcut dünya düzeni insanlığı boğuyor
Follow @dusuncemektebi2
Lübnanlı yazar Amin Maalouf Habertürk’ten Kürşat Oğuz’a bir röportaj verdi. Bence bulup okumakta, izlemekte fayda var. Maalouf bu önemli söyleşide “Uygarlıkların Batışı” kitabında ifade ettiği bazı fikirlerine daha da açıklık getiriyor.
Ortadoğu coğrafyasına mensup bir aileden gelmesi, babasının Osmanlı nüfus cüzdanı taşıması, Arap olması ve sonrasında ise Batı’daki yaşamı ile bütün bunları harman edebilmesi söylediklerini daha da anlamlı kılıyor.
Maalouf dünyayı Titanik’e benzetiyor. Titanik’i Ömer Hayyam üzerinden Semerkant kitabında da kullanmıştı. 1912’de binbeşyüzden fazla insanın öldüğü gemideki yolcuların çoğunun Yakın Doğu’dan, kendi ülkesi de olan Lübnan’dan olmasına özellikle dikkat çekiyor. Mevcut dünya düzenini ise, “Küstah, kaptanı olmayan bir gemideyiz” diye açıklıyor.
Dünyanın battığını ancak bu batışın bir bitiş ve son olmadığını söylüyor. Batışta da yaşamın devam ettiğini ifade ediyor. Fakat bütün bunlarla birlikte yeni bir dünyanın kurulması artık kaçınılmaz diyor. Dünyanın, batış ile yeni bir çıkış arasındaki bir noktada bulunduğunu ileri sürüyor. Bunun yanında Maalouf yenidünyanın nasıl olacağına dair bir yol haritası da ortaya koyamıyor. Sadece fikirlerimiz var diyor ve bunun bir süreç olduğunu yeni dönemin kodlarının zaman içinde ortaya çıkacağını vurguluyor. İçinde bulunduğumuz şartların bu kuşak için avantaj olarak da lanet olarak da görülebileceğini söylüyor.
Aslında Maalouf’un bütün bu ifadeleri dünyanın çıkmazlarının farklı bir bakışla ortaya konulmasından başka bir şey değil. Dünya maalesef her geçen gün daha da derin krizlerin içine doğru sürükleniyor. Maalouf bunun sorumlusu yöneticiler mi sorusuna, hayır dedikten sonra, yöneticiler başka gezegenden gelmediler diye cevap veriyor. “Asrın kahredici çelişkisi” olarak tarif ettiği noktayı ise insanlığın daha önceki zamanlara göre daha güçlü enstrümanlara sahip olmasına rağmen, bugün sorunları çözmekten bir o kadar da uzak olması olarak açıklıyor.
Malumunuz mevcut dünya düzeninin temelleri 2. Dünya Savaşı sonrası 1945’te Yalta’da atılmıştı. Sovyetlerin tarih sahnesinden çekildiği 1991 yılına kadar geçen dönem “Soğuk Savaş” olarak tanımlanıyordu. Savaşın “galibi” Amerika oldu. Ancak dünya daha güvenli hale gelmedi, getirilmedi. Hatta güvenlik endişesi dünyanın dört bir tarafında tavan yaptı.
Batı dünyası dün doğrudan işgal ile ülkeleri sömürüyordu. Bugün ise ellerindeki teknolojik ve ekonomik üstünlüğe bağlı güçleriyle sömürü faaliyetlerine devam ediyorlar. Çok güçlüler, sömürüyorlar ama güçlerini eskisi gibi korumakta zorlanıyorlar. Korkuları gölge gibi peşlerinde onları takip ediyor. Yok oluş sendromuna yakalanmış gibiler. Doymak nedir bilmeyen hırslarıyla daha fazla, daha çok diyerek doyuma ulaşacaklarını zannediyorlar. Bunun mümkün olamayacağını anladıklarında ise hırçınlıkta zirve yapıyorlar.
Baskı, şiddet, zulüm, katliam, ölümler, çatışmalar ve iç savaşlara bağlı göç bir yandan artarken sömürüyü temel ilke olarak benimsemiş ırkçı emperyalistler olumsuzlukların gelip kendi kapılarını çalacaklarından çok korkuyorlar, bundan ödleri patlıyor.
Sonuç olarak dünya bir öngörülemezlik dönemi yaşıyor. Bir çıkmaza doğru sürükleniyor. Mevcut uluslararası sistem insanlığı boğuyor. Bu gidişin sonu toptan kaybetmektir. Uçuruma doğru hep beraber koşar adım gitmektir. Bu minvalde Amin Maalouf hem doğuyu bilen hem de batının düşünce kodlarına hakim olan bir yazar olarak insanlığın “iki dünya arasında” olduğunu söylüyor. Yani bitiş ve yeni bir başlangıç arasında.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi medeniyetler karşılaştırılırken, “Batı ruhunu, Doğu aklını kaybetti” denir. İnsanlığın bu girdaptan çıkışı da ruhlarını kölelikten arındıran, aynı zamanda akıllarını tam tekmil kuşanan, her hâl ve şart altında adaleti tutup kaldıran toplumların elleriyle olacak.
Müellif: Mustafa Kaya / Milli Gazete
Henüz yorum yapılmamış.