Sosyal Medya

Hoşgörüyü içselleştirmek toplumu bir arada tutar mı?

Toplumu oluşturan tüm grupların temsilinin sağlanması, hukukun üstünlüğünün tüm kesimlerce kabul edilmesi, devletlerin yaşamın her alanına müdahale etmesinin engellenerek hoşgörü ekseninde nötrleştirilmesi, bir arada yaşama kültürünün aşağıdan yukarıya benimsenmesi, farklı renklerin zenginlik olarak görülmesi toplumsal barışı sağlamada rol oynar.



Postmodern dünyada varoluÅŸsal dengelerin temelden sarsıldığı, bireylerin ve toplumsal grupların yaÅŸam alanlarını kamufle ederek dış etkilere karşı kapattığı ve çıkar-menfaat iliÅŸkilerine dayalı suni birlikteliklerin oluÅŸtuÄŸu gözlenmektedir. ÇeÅŸitli parametreler üzerinden deÄŸerlendirildiÄŸinde, modern ulus devletlerin omurgasını teÅŸkil eden anayasa, insan hakları ve siyasal temsil mekanizmaları sorunların çözümünde özellikle de bir arada yaÅŸama ve hoÅŸgörü baÄŸlamında yetersiz kalmaktadır. Mutlak anlamda bireylerin ve toplumsal grupların yaÅŸam(a) kültürü, aidiyet ve baÄŸlılık duygularının dar ve keskin bir biçimde konsolide edilmesi çoÄŸul yapılı bir toplum oluÅŸturmak yerine birleÅŸtirici unsurdan yoksun parçacıklı grupların doÄŸmasına neden olmaktadır. Özgür bir toplumun meydana gelmesinin baÅŸat ÅŸartlarından biri olan barış ortamının saÄŸlanması, devlet merkezli politikaların minimize edilmesi gibi faktörler her ne kadar gerekliyse de insanlığın esas çıkış yolunun bireylerin hoÅŸgörü ve bir arada yaÅŸama iradesi üzerine rasyonel bir yol haritası belirlenmesinden geçmektedir. Ä°ÅŸte bu makalede insanlığın yozlaÅŸtırılan temel kodlarını yeniden ele alıp çözüm önerileri sunarak insan medeniyetinin bu ilkeler doÄŸrultusunda geliÅŸmesi üzerine çıkarımlarda bulunacaktır. 
 
Sorun ve Ä°zah 
 
ToplumsallaÅŸma süreçlerinin merkeziyetçi zihniyet yapısıyla ÅŸekillendirildiÄŸi ulus devlet modelleri tek tipleÅŸtirici, homojenize ve otoriter bir düzen inÅŸa etmiÅŸtir. Toplumu kategorize eden, alt-üst iliÅŸkiselliÄŸi ortaya koyan, varlığını ise iç veya dış tehdit algısına dayandıran ulus devletler, farklı seslerin hayat hakkını kabullenmekte zorlanmıştır. ÇeÅŸitliliÄŸi teke indirgeyen, milliyetçi dürtüleri maksimize eden politik davranışlar, modern devletlerin doÄŸal olgusu haline gelmiÅŸtir. Devlet metaforunun kutsallaÅŸtırılması, birey ve toplumsal gruplardan devlete karşı istenilen mutlak sadakat anlayışını da beraberinde getirmiÅŸtir. Belirli birtakım ideolojiler devlet yönetimlerinin resmi savunusu olarak belirlenip araçsallaÅŸtırılırken, toplumdaki çeÅŸitli kesimler arasındaki bloklaÅŸmaları tetiklediÄŸi gibi kendi taraftarlarını da konsolide ederek kökleÅŸtirmeyi baÅŸarmıştır. Ulus devletler belirgin tek bir etnisite grubunu kurucu kimlik olarak konumlandırırken toplumsal çoÄŸulculuÄŸu göz ardı etmiÅŸlerdir. Günümüzde pek çok devletin tek bir etnisiteye baÄŸlı olmadığı, farklı etnik grupların aynı ülkede yaÅŸadıkları bilinmektedir. Sadece etnik temelli olmayan toplumsal farklılıklar; dini, ekonomik, sosyo-kültürel, mezhepsel, cinsel faktörlere de dayanmaktadır. Bu durum insan toplulukları arasında barış, hoÅŸgörü ve bir arada yaÅŸama konusunda çıkan problemlerin ana çıkış noktasını teÅŸkil etmektedir. Toplumsal düzenin saÄŸlanmasında ve sürdürülmesindeki aktör olan devletler, varlıklarını gruplar arasındaki farklılıklarda dengeyi gözeterek devam ettirebilirler. Ana akım grubun kayırılması, deÄŸiÅŸik alanlarda öncelik tanınması gibi hususlar devlet içerisindeki bir arada yaÅŸama iradesine zarar verir. Öyle ki gerek devlet kademelerindeki baÄŸlantılar gerekse devlet ile olan etkileÅŸimde hakim bir grubun oluÅŸması ve toplumdaki ortak haklardan en fazla veya tek bir grubun yararlanır hale gelmesi toplumsal düzeni bozar. Politik alana hükmeden siyasal otoritenin belli bir kesimin deÄŸerler bütününü ülke genelini kapsayacak bir biçimde enstrümantalize etmesi ile toplumsal yapının tek bir çatıda stabilizasyonu hoÅŸgörü kanalını tıkayıcı iÅŸlev görür. Toplumun bir parçası olan diÄŸer gruplar için bu durum kendini korumayı ve beraberinde içe kapanmayı getirmektedir. Kamusal alanda katılımın merkezi odaklarla doldurulması ile merkezin dışında kabul edilen ve sınırlandırılan kitleler zaman içerisinde yararlanamadıkları hakların talebi ile tepkisel bir tavır takınırlar. Böylesi bir durum toplumun tüm katmanlarına sirayet ettiÄŸinde kabuÄŸa çekilen ve üzeri örtülen problematikler tepkiselliÄŸin gücüyle somutlaÅŸmaktadır. 
 
Yeni bir toplumsal yapı ve düzen arayışı devletleri sosyolojik bölünmenin eÅŸiÄŸine çekerek barış ortamını zedeler. Bireysel ve toplumsal hak ve hürriyetlerin garantörlüÄŸünü yürüten kurumların sosyolojik tabanlı iç hareketlenmelerin anlam ve deÄŸerini çözümlemek yerine görmezlikten gelmesi ortak yaÅŸam ve birlikteliÄŸin zeminini yıkmaktadır. Devletlerin standart ve homojen bir kültür çerçevesinde ideolojik temellendirmelerle kurmak istedikleri sosyal hayat, devletin merkezinde yer al(a)mayan gruplarca reddedilmektedir. Toplumsal yaÅŸamı dizayn edici üst mercii olarak kendini konumlandıran devletler, küreselleÅŸme ile beraber artan sistem krizleriyle uÄŸraÅŸmak zorunda kalmaktadırlar. Demokratik düzende sahip olunması gereken meÅŸru hakların merkez dışına itilen toplumsal gruplarca dile getirilmesi ve özgürlükler alanının geniÅŸletilmesinin talep edilmesi istenilen karşılığı bulamamaktadır. Devlet içerisinde oluÅŸabilecek gerilimi yüksek bir atmosfer ise merkeze yerleÅŸen grup veya grupların mevcut statükonun deÄŸiÅŸmesine karşı çıkmasıyla zirve noktasına ulaşır. Var olan sistemselleÅŸtirilmiÅŸ düzenin devamını isteyenler ile bunun karşısında revizyonist bir tavır takınanlar arasındaki fikri mücadele zaman içerisinde tepkiselliÄŸin boyutunun artmasına ve sorunun derinleÅŸmesine neden olmaktadır. 
 
Devlet aygıtının düzeni yeniden saÄŸlamak adına öncelikle hoÅŸgörü politikalarıyla karşı tarafın istek ve talepleri makul ÅŸartlarda saÄŸlaması, adilane tutum takınması beklenirken içgüdüsel korumacı refleksler ile deÄŸiÅŸim baskısı altında kendi safını belirler. MeÅŸru hakların iadesi toplumsal barışın ve bir arada yaÅŸamanın dinamosu iken kendisini kuÅŸatılmışlık içerisinde hisseden devletin bu talepleri taviz olarak nitelendirmesi krizi süreklileÅŸtirmektedir. Bu durum resmi ideolojinin etrafında konsolide olan gruplarla deÄŸiÅŸim yanlıların karşı karşıya geldiÄŸi bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Farklı kesimlerin birbirleriyle zıtlaÅŸması, süreç içerisinde kimlikler ve kültürler arasında çatışmayı doÄŸurur. Gruplar arasında iletiÅŸim kanallarının kopması, kutuplaÅŸmanın artması ve gruplar arasında oportünizmin yükselmesi toplumsal bütünlüÄŸün bozulmasına sebep olur. Sonuç bir arada yaÅŸamanın deÄŸersizleÅŸmesi, devletin taraflar arasında hoÅŸgörü bağını yerleÅŸtirici siyasal parametreler yerine engelleyici siyasal pozisyona geçmesi, çoÄŸulcu ve çeÅŸitli zengin bir toplumun reddedilmesi ve buna baÄŸlı olarak toplumsal barışın yıkıma uÄŸramasıdır. 
 
Sorundan Çıkış 
 
Bir önceki bölümde ortaya konulan durumun çözümü temel itibariyle çatışma yaÅŸayan grupları oluÅŸturan bireylerden baÅŸlamaktadır. Toplumsal hoÅŸgörü ilkesinin bireyler arasında rasyonalize edilerek benimsenmesi mikro düzeyde oldukça kritiktir. Bireyler toplumda yaÅŸanan kırılmaların birincil etkileneni olarak konuÅŸma ve diyalogdan asla vazgeçmemelidirler. Ancak birey düzeyinde çatışmanın çözümünde ortaya konan irade büyük olsa dahi makro düzeyde devletin sorunu kabul etmesi gerekmektedir. Devletlerin toplumsal olaylarda taraflar arasında taraf tutucu pozisyonunu bir kenara bırakarak hakemlik rolünü üstlenmesi ve uzlaÅŸtırıcı bir dil kullanması ÅŸarttır. Toplumsal çeÅŸitliliÄŸin devletlerin zihin dünyasında potansiyel tehdit unsuru olmaktan çıkması ve çoÄŸulcu yapının sürekliliÄŸinin saÄŸlanarak bir zenginlik olarak benimsenmesi önemlidir. Kültürel alana devleti oluÅŸturan tüm grupların adapte edilmesi ve ancak toplumsal dışlamanın önüne geçilmesiyle sosyolojik kırılmanın karşısında durulabilir. Devletin eÅŸit hak taleplerine karşı duyarlı olması toplumsal deÄŸiÅŸimin dinamiÄŸiyle doÄŸru orantılıdır. Bireylerin özgürlük haklarının devletler tarafından sınırlandırılmaması toplumsal barışa hizmet eder. Devletin en mühim görevlerinden olan adalet meselesinin siyasallaÅŸtırılarak yıpratılmaması gerekmektedir. Bunun için grupları ve kimlikleri aÅŸan bir yargı sisteminin oturtulması, güven duygusu vermesi ve diri tutulması gerektiÄŸi açıktır. 
 
Sonuç 
 
Toplumu oluÅŸturan gruplar artık devlet yönetiminin kararlarına, uygulamalarına ve yaptırımlarına seyirci kalmayı kabul etmemektedir. Bilgi Çağı’nın hayatın her alanına nüfuz etmesiyle eriÅŸilebilirlik artmış, toplumlar bilinçli hale gelmiÅŸlerdir. Böylesine imkanların arttığı bir dönemde toplumların ayrışmasının, manipüle edilmesinin ve çatışmaya sürüklenmesinin açıklaması oldukça güçtür. Toplumsal grupların yaÅŸadıkları toplumdan kendilerini soyutlamalarının önüne geçilebilmesi güçlü bir hoÅŸgörü politikasının takipçisi ve uygulayıcısı olmaktan geçmektedir. Devletler içerisinde artan etnik, dini, mezhepsel ve kültürel bölünmelerin ÅŸiddet ve terör sarmalına dönüÅŸmesi dünyanın dolayısıyla insanlığın en büyük çıkmazıdır. Çözümün devletin toparlayıcı bir dil kullanmasından, farklılıkların bir arada uyum içerisinde yaÅŸayabileceÄŸi ortamların oluÅŸturulmasından ve buna baÄŸlı sosyal politikaların benimsenmesinden geçtiÄŸi aÅŸikardır.
 
Ancak ideolojik saplantılar ve devlet içerisindeki çıkar-menfaat iliÅŸkileri ile tarafgirlik set oluÅŸturmaktadır. Buna toplumsal hiyerarÅŸide merkeze yerleÅŸen grupların siyasi ve ekonomik üstünlüklerini paylaÅŸmak istememeleri çözümü daha da zorlaÅŸtırmaktadır. Her ÅŸeye raÄŸmen çoÄŸulcu, özgür bir toplum kurma düÅŸüncesi hayal deÄŸildir. Demokratik düzenlerde siyasi güce doÄŸrudan ulaÅŸmanın belirleyicisinin seçimler olması önemlidir. Toplumu oluÅŸturan tüm grupların temsilinin saÄŸlanması, hukukun üstünlüÄŸünün tüm kesimlerce kabul edilmesi, devletlerin yaÅŸamın her alanına müdahale etmesinin engellenerek hoÅŸgörü ekseninde nötrleÅŸtirilmesi, bir arada yaÅŸama kültürünün aÅŸağıdan yukarıya benimsenmesi, farklı renklerin zenginlik olarak görülmesi toplumsal barışı saÄŸlamada rol oynar. Son olarak insanlığın çıkış yoluna giden yolda birbirlerine tahammül eden, bir arada yaÅŸama olgusuna sahip çıkan ve hoÅŸgörüyü içselleÅŸtiren bireylerin çoÄŸulcu, çeÅŸitli ve özgür bir toplum inÅŸa edebileceklerini söyleyebilmek mümkündür. 
 
 
 
Müellif: Abdulkadir Akgöz (Hindistan Amity Üniversitesi) / Kaynak: Karar

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.