Prof. Kara: İslam Ansiklopedisi'nin dayandığı kurucu bir zemini var mı?
Follow @dusuncemektebi2
Prof. Dr. İsmail Kara Hoca, ansiklopedinin kuruluş sürecini ayrıntılarıyla anlattıktan sonra üzerinde kafa yorulması gereken önemli bir soruyu gündeme getiriyor: Bugün için İslam tarihi ve medeniyetine dair her türlü araştırmanın başvuru kaynağı haline gelen Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin kurucu bir fikri var mı? Varsa nedir?
19 Nisan 2019'da , günboyu Ä°SAM’ın misafiri idik desek doÄŸru olur. Ek iki cildi ile birlikte 46 ciltlik ilk yayını 2016’da tamamlanan TDV Ä°slâm Ansiklopedisi’nin (kısaltması DÄ°A) planlanmaya çalışılan “ikinci edisyonu”nu konuÅŸmak üzere davet edilmiÅŸtik. Bir müddettir kurum içinde sürdürülen çalışma ve toplantıların belli bir hazırlık ve sistematik dahilinde dışarıya da açılması düÅŸüncesinin bir parçası olan bu müzakerelerin birkaç baÅŸlık altında ve ayrı heyetler hâlinde, mütehassıs birçok kiÅŸinin katılımıyla yapılması planlanmış. Bugün bu toplantıların ilkleri yapılıyordu. Öyle anlaşılıyor ki devamı da gelecek ve yeni edisyon için nihai ilke kararları verilmeden ÅŸekil ve muhtevaya iliÅŸkin birçok ÅŸey daha konuÅŸulup tartışılacak, yoklanacak.
Ä°SAM baÅŸkan yardımcısı Suat MertoÄŸlu arkadaşımızın riyasetinde toplanan biyografi müzakere heyetindeki isimler ÅŸunlardı: BeÅŸir AyvazoÄŸlu, Ä°smail Kara, Abdülhamit Kırmızı, Berat Açıl, EÅŸref AltaÅŸ, Betül Ä°pÅŸirli Argıt, Halit Özkan, Tülün DeÄŸirmenci Tural, Abdurrahman Atçıl, Talha Çiçek, Eyyüp Said Kaya, Ali Hakan ÇavuÅŸoÄŸlu, Arzu GüldöÅŸüren, Onur Öner, Serhat Aslaner.
Komisyondaki meslektaÅŸlarımız farklı ilim dallarına mensup kiÅŸilerdi. Biyografi meseleleriyle hususi olarak ilgilenen tarihçi arkadaşımız Abdülhamit Kırmızı müzakerelere zemin olmak üzere ansiklopedinin biyografi maddeleriyle alakalı emek mahsulü bir döküm ve rapor da hazırlamıştı.
Toplantı boyunca biyografi merkezli olarak mevcut ansiklopedinin baÅŸarı ve zaaflarına dair deÄŸerlendirme ve tenkitlerden yola çıkılarak ikinci edisyonun nasıl olması gerektiÄŸine dair görüÅŸler serdedildi, kısa da olsa müzakereler yapıldı.
Tekrar buraya, bugüne dönmek üzere biraz geriye, ansiklopedinin yakın ve uzak tarihine gidip teÅŸekkül fikirlerini ve ÅŸartlarını yoklayarak gelmek iyi olabilir. Tarihin derinliklerine çokça dalmadan ÅŸahsi bir hususu ifade ederek baÅŸlayalım: Ben bütün teklif ve ısrarlara raÄŸmen fiilen ansiklopedide ve Ä°SAM’da hiç çalışmadım. ReddedemeyeceÄŸim “Nurettin Topçu” maddesine yani T harfinin sonlarına kadar madde tekliflerini de kabul etmedim. Dışarıdan bakılınca pek anlaşılmayacak bu durumun sebebi sadece ben deÄŸilim elbette. Sebeplerden biri benim de çalışanlarından biri olduÄŸum Dergâh Yayınları’nın Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin yanında ikinci bir ansiklopedi olarak Ä°slâmî Bilgiler Ansiklopedisi’nin yayınına baÅŸlamış olması. Bir diÄŸeri, belki daha önemlisi büyük ölçüde kurumun, oraya da taşınan Diyanet ve Ä°lahiyat mantığının (zor ve çoÄŸu zaman sığ bir mantıktır bu), saÄŸcılıkla Müslümanlık sıfatlarının oluÅŸturduÄŸu garip bir bürokratik anlayışın ve nihayet ÅŸahsiyetli münasebetten pek hoÅŸlanmayan bildik yöneticilerin tek taraflı ve mütehakkimâne tavrından kaynaklanan bir mesafe... Bunların bendeki hikâyesini de belki bir sonraki derkenarda günlük notlarımdan da istifade ederek kısmen yazarım.
Biraz Tarih
Daha iÅŸin başında hem 1939 yılında baÅŸlayan MEB Ä°slâm Ansiklopedisi (Ä°A) teÅŸebbüsünün hem de DÄ°A’nın Türkiye ÅŸartlarında büyük bir teÅŸebbüs ve kimsenin küçümseyemeyeceÄŸi büyük bir baÅŸarı olduÄŸunu zikretmek gerekir. Ä°A’nın tercüme maddelerinin oryantalistik karakteri ve ana mantığının Avrupa merkezli oluÅŸu dolayısıyla taşıdığı ciddi ve derin problemler Osmanlı ve Türk tarihiyle, kısmen Türk edebiyatı ve düÅŸüncesiyle ilgili telif maddelerde saÄŸladığı, bir siyaseti de olan büyük baÅŸarıyı görmezden gelmeye sebebiyet vermemelidir.(1) Bu baÅŸarı Cumhuriyet ideolojisinin tarih anlayışını da oryantalistik çalışmaları da etkileyecek ve dönüÅŸtürecektir.
Fakat ansiklopedi kurucu fikirden madde seçimine, yazar kadrosuna, önceliklere ve muhtevaya, dile, imlâya, madde uzunluklarına, sayfa-kapak düzenine, hurufata, görsellere... varıncaya kadar “bütünlük” isteyen bir iÅŸtir. Zaafların, zayıflıkların önemli bir kısmı bu bütünlüÄŸün unsurlarında ve kurucu kadronun kapasitesinde kendini ele verir. Her iki ansiklopedinin unsurlarda ortaya çıkan zaafiyetleri elbette vardır ve bu Türkiye ÅŸartlarında normal karşılanmalıdır. Yeter ki tenkide, tashih ve tadile açık ve mütehammil olsun.
Bugün bildiÄŸimiz DÄ°A’nın ilk fasikülünün çıkışı 7 Kasım 1988 tarihini taşıyor ama ansiklopedi fikrinin ortaya çıkışı ve ilk baÅŸarısız ve hayli problemli denemelerin yapılmasının hikâyesi birkaç yıl öncesine, 80’lerin ilk senelerine kadar gidiyor.
O zamanki adı Büyük veya Yeni Ä°slâm Ansiklopedisi. Onun 4 formalık ilk fasikülü 1981 baharında yüzünü gösteriyor. Başında “genel yayın yönetmeni ve baÅŸ redaktör” olarak Ä°slâmî ilimlere, Ä°slâm kültürüne vukufu olmayan gazeteci Ergun Göze var. BaÅŸ redaktör yardımcısı da yine Ä°slâmî ilimlerde behresi olmayan, tarihçi-müzikolog ünvanlarını kullanmaktan hoÅŸlanan Yılmaz Öztuna... (Daha sonra gazetelere intikal eden haberlere göre baÅŸ redaktör Diyanet Vakfı ile çok “özel ÅŸartlarda” anlaÅŸmış gözüküyor.(2) Fakat kendisinin ve kısmen Tayyar Altıkulaç’ın hatıralarında anlattıklarına göre iÅŸ akamete uÄŸrayınca bu özel ÅŸartların çoÄŸundan/tamamından vazgeçiliyor (3). Belli ki kimin hareketlendirdiÄŸini tam bilmediÄŸimiz müteÅŸebbis heyet, 12 Eylül darbesinden üç ay sonra Ankara’da birilerini de arkalarına alarak, bu tür konularda her zaman hayli perhizkâr olan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nı, Diyanet Vakfı’nı, bu iki kurumun üst yöneticilerini nasıl olmuÅŸsa ikna etmiÅŸ ve iÅŸe baÅŸlamıştır.
Ergun Göze’nin tahkiyesi baÅŸlangıçta tek taraflı olarak ÅŸöyle:
“12 Eylül [darbesin]den sonra gelen sükun devresinde zihnimde bir proje olgunlaÅŸtı. Bir Ä°slâm ansiklopedisi yayınlamak. (...) Hem bir teklif hem bir istiÅŸare konusu olarak iÅŸi [60 darbesini yapanlardan, MBK üyesi, Selçuk Yayınevi sahibi] emekli kurmay albay Muammer [Åžahin] bey dostuma açtım. Rahmetli heyecanlandı. Ben varım, dedi. Ama diye ilave etti, bunu Diyanet Vakfı gibi bir müessese ile yapmakta fayda var. Bu söz doÄŸruydu. Benim için kolaydı da. Çünkü o günlerin Diyanet Ä°ÅŸleri baÅŸkanı Tayyar Altıkulaç ve Birinci Hukuk Ä°ÅŸleri müÅŸaviri Ahmet UzunoÄŸlu yakından tanıdığım kiÅŸilerdi. Enerjik ve faaldiler. Konuyu onlara da açtım. Birkaç görüÅŸmeden sonra bir mukavele yapılarak iÅŸe baÅŸladım (...)”.(4)
Tayyar Altıkulaç da teklifin Ergun Göze’den geldiÄŸini söylüyor ve ekliyor:
“Ancak iÅŸin baÅŸlangıcında bu projeyi gerçekleÅŸtirmenin çok zor bir iÅŸ, geniÅŸ bir organizasyona gidilmeden baÅŸarılamayacak kadar büyük bir proje olduÄŸunu pek görememiÅŸtik. (...) Bu iÅŸten biz anlamadığımız gibi onun [E. Göze’nin] da anlamadığını [gördük]”.(5)
Fakat herhâlde sınırlı sayıda insana gönderilen ilk fasikül her bakımdan baÅŸarısız ve sıkıntılıydı. Daha doÄŸrusu fiyaskoydu.6 Arzu ederseniz bu bahse dair istitrat kabilinden uzun bir günlük notuna yer verelim:
12 Mayıs 1982
Herhâlde ansiklopedi yayıncılığıyla meÅŸgul olmamızla irtibatlı olmalı, Ergun Göze’nin bir müddettir uÄŸraÅŸtığını bildiÄŸimiz Büyük Ä°slâm Ansiklopedisi’nin ilk fasikülü bana da gönderilmiÅŸti. O akÅŸam biraz da merak sâikiyle teknik bilgilerden ve kaynaklardan, yazar listelerinden itibaren okumaya baÅŸlamış, birçok maddeyi gözden geçirmiÅŸ ve sayfaların kenarlarına haylice tashih notu, bir o kadar da soru ve ünlem iÅŸareti koymuÅŸtum. Daha ilk sayfalarda yer alan “Ansiklopedik Eserler” listesindeki yanlışlar müsamaha edilebilecek cinsten deÄŸildi. DoÄŸrusu aynı vadide ansiklopedi yayını ile uÄŸraÅŸan biri olarak bu seviye beni hayli tedirgin etmiÅŸ, belki kendi yaptığımız iÅŸe olan güveni de artırmıştı.
O günlerde Dergâh Yayınları’na ziyarete, çay içmeye gelen Sadık Albayrak beye sohbet arasında fasikülü görüp görmediÄŸini sormuÅŸtum.
O da her zamanki sevecen ve heyecanlı hâliyle “Yok yahu görmedim, sana geldi mi?” deyince masamın gözünden çıkarıp uzattım. Tabii üzerinde bir sürü tashih... Sigarasını yakıp merakla göz gezdirmeye baÅŸladı. Sonra da tetkik için bu nüshayı emaneten istedi. Çünkü geçen sene Ergun Göze’nin bu iÅŸin başına getirildiÄŸini duyunca 22 Temmuz 1981 tarihinde, Milli Gazete’deki köÅŸesinde bir yazı yazmış, Diyanet Ä°ÅŸleri baÅŸkanı Tayyar Altıkulaç’tan cevap ve açıklama istemiÅŸti. Tayyar bey 27 Temmuz 1981 tarihli resmi yazıyla uzun bir cevap kaleme almış, Sadık bey de 4 AÄŸustos 1981 tarihli, “Bayramla Gelen” baÅŸlıklı yazısında bu cevabı büyük ölçüde köÅŸesinde yayınlamıştı. BaÅŸkanın cevabının bir kısmı ansiklopedinin erken tarihi bakımından aktarılmaya deÄŸer kıymettedir (çünkü Tayyar bey hatıratında bu karşılıklı yazışmalardan bahsetmiyor):
“a) Ansiklopedi konusunda sayın Ergun Göze’ye görev verilmiÅŸ olmasında isabet edilmediÄŸi yolundaki görüÅŸlerinizi saygıyla karşılarız. Ancak bu bir heyet kararı meselesidir. DüÅŸünülmüÅŸ, tartışılmış, bu muhterem zatın bu görevi yürütebileceÄŸi görüÅŸüne varılmıştır. Siz de temenni edersiniz ki, verilen bu kararda isabet edilmiÅŸ olsun. Bunu zaman gösterecektir.
Ansiklopedinin yazarlarına ve muhtevasına gelince, bu konuda hiçbir endiÅŸeye mahal yoktur. Yazarların seçimi de, yazılarının muhtevasının incelenmesi de Türkiye Diyanet Vakfı’nın kesin kontrolü altındadır. Bu büyük mesuliyeti tek başına taşıyamayacağından bahisle bunun böyle olmasını sayın Göze istemiÅŸtir. Yetkili ilim heyetlerine, gerektiÄŸinde Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulu’na incelettirilmeden hiçbir madde baskıya verilmeyecektir. Dinî ve ilmî bir hatanın yapılmaması için gereken bütün titizlik gösterilecektir.
Yazınızın ikinci cümlesi aynen ÅŸöyledir: ‘Meselelerimiz hep Müslümanca olmalı deÄŸil mi?’ Elbette öyle olmalı. Durum bu olunca ortada daha bir satırı bile bulunmayan ve kimin ne yazdığı da bilinmeyen bir Ansiklopedi çalışmasının ‘masonik zihniyet’le baÄŸlantılı olduÄŸu görüÅŸünü ileri sürecek ve Müslümanların bu çalışma hakkında tereddütlerine yol açacak dikkatsizliklerden de hepimiz sakınmalıyız. Takdir edersiniz ki bu da ‘iÅŸlerimizin Müslümanca olmasının’ önemli gerekleri arasındadır.
b) Ansiklopediye yapılacak masrafın Kocatepe Camii’ne harcanması yolundaki görüÅŸünüz, – konuya ‘baÅŸarısız ve faydasız bir Ansiklopedi’ peÅŸin hükmü ile bakınca– haklıdır. Ama temennimiz kültür ve irfan hayatımız için büyük ihtiyaç olan bu hizmetin baÅŸarı ile sonuçlandırılmasıdır (...)”.
Sadık Albayrak bey emaneten aldığı fasikülü tetkik ettikten sonra bugünkü köÅŸesinde “Böyyük Ä°slâm Ansiklopedisi macerası” baÅŸlıklı uzun bir yazı daha yazdı ve –elbette adımı vermeden– benim tashihlerimi de hatalar hanesinde zikrederek haklı tenkitlerde bulundu (Milli Gazete, 12 Mayıs 1982). Fakat daha enteresan olanı gazetenin birinci sayfasından verilen “Diyanet Vakfı ve büyük (!) ansiklopedi...” baÅŸlıklı haber-yorumun yanına görsel olarak, tashihleri görülecek ÅŸekilde benim okuduÄŸum nüshadan bir sayfa konulmuÅŸtu. Bunun üzerine Sadık beye telefon açıp –her ihtimale karşı!– “hususi” nüshamı istedim. O da “tamam, yayınevine veya Cumartesi günü Enderun’a getiririm” dedi.
Not. SaÄŸ olsun, “mahrem” nüshayı getirdi ve daha sonraları diÄŸer evrak, davetiye ve kupürlerle hayli kabaracak olan dosyasına koyuldu.
Kurucu Fikir yahut Kurucu Kadro
DÄ°A’nın –diyelim ki Ä°A gibi (hatta Ä°A tercümesi gibi), onlara benzer tarzda– bir kurucu fikri var mı (idi)? Var idiyse nasıl vardı, yok idiyse niçin yoktu?! Bu soru artık tarihî bir vâkıa olmuÅŸ, Türk ilim tarihinde yerini almış ansiklopedinin tenkidi ve deÄŸerlendirmesinde de ilk sıraya alınması gereken bir sorudur.7 Ayrıca ikinci edisyonu tartışmaya baÅŸlayan ikinci ve kısmen üçüncü nesilden ekibin de en önemli ve öncelikli sorusu budur/bu olmalıdır bence.
1980’lerin başına dönersek orada “kurucu fikir” denmeye seza bir düÅŸüncenin olmadığı rahatlıkla söylenebilir sanırım. Ergun Göze’nin, Tayyar Altıkulaç’ın ve daha sonra sürece katılan zevatın yazdıklarına bakılırsa kurucu fikrin önemli bir mesele olarak tarafların gündeminde olmadığı, ilgili zevat arasında konuÅŸulup tartışılmadığı açıkça görülecektir. Belki bir hissiyattan ve netlik kazanmamış bazı düÅŸünce kırıntılarından bahis açılabilir. “Kervan yolda düzülür” atasözü burada da hükmünü yürütmüÅŸe benziyor ama atasözünde yer alan “var”lar ve ana unsurlar yani kervan, yol, düzmek-düzen (nizam) fikirleri burada neredeler diye sormak lazım.(8)
DüÅŸünülmüÅŸ, müzakere edilmiÅŸ ve mutabakata varılmış bir kurucu fikir yok ama bu doÄŸrudan veya dolaylı yollarla ansiklopedide iÅŸleyen hiçbir fikrin/fikirlerin olmadığı mânasına elbette gelmez. Bir baÅŸka ÅŸekilde söylersek DÄ°A’nın hemen bütün maddelerinin ruhunda, anafikrinde ve satıraralarında çaÄŸdaÅŸ Ä°slâm düÅŸüncesiyle, Ä°slâmcılık hareketiyle uyumlu, onlara paralel giden bir din anlayışı ile milliyetçi-muhafazakâr bir tarih, kültür ve edebiyat anlayışının güçlü etkisi ve hakimiyeti açıkça görülür. Birkaç kelime ile ifade edilecek olursa kaynaklara dönüÅŸ ve asr-ı saadet fikirlerine (ideolojisine) sadık/yakın, sade/tektip din anlayışını benimseyen, Yeni Selefîlikle (hatta kimse duymasın Vehhabiyyü’l-meÅŸreplikle!) örtüÅŸen kelâm ilmi merkezli bir din anlayışıdır bu.
Ä°ÅŸ buraya intikal ettiÄŸinde, üzerinde kafa yorulmadığı için yeteri kadar farkedilmemiÅŸ ve anlaşılmamış olduÄŸunu düÅŸündüÄŸümüz bazı önemli fikrî boÅŸluklar, bir kısmı ciddi felsefî-dinî problemler ve derinden akan paradokslar bizi karşılayacaktır. Åžöyle ki; milliyetçi-muhafazakâr kültür-edebiyat anlayışı çizgisi üzerinde önem veriliyormuÅŸ gibi duran tarih-medeniyet alanı din anlayışı çizgisi sözkonusu olduÄŸunda önemini, deÄŸerini ve vurgusunu büyük ölçüde kaybedecektir. Osmanlı tarihi, mimarisi, edebiyatı, musikisi sözkonusu olduÄŸunda hayli iddialı ve ısrarlı olan, bu sahalarda geniÅŸ (sanat tarihi ve musiki makamlarıyla alakalı maddelerde olduÄŸu gibi bir kısmı lüzumundan fazla ve uzun) maddelere yer veren ansiklopedinin Osmanlı ilim-felsefe-irfan hayatı, ilmiye sınıfı, Osmanlı ulemasının Ä°slâmî ilimlere katkıları sözkonusu olduÄŸunda büyük bir irtifa kaybına uÄŸraması hatta dilsiz kesilmesi de (milliyetçi-muhafazakâr) tarih-medeniyet anlayışı ile (Yeni Selefî-modern) din anlayışı arasındaki zıtlıklarla, mesafelerle alakalıdır. Hususi ihtimam gösteren bir iki meslektaşımızın gayretleriyle “kurtarılmış” birkaç madde hariç Osmanlı ilim-irfan-felsefe-tasavvuf-mantık-fıkıh usulü-dil felsefesi-edebî hikmet alanlarının büyük isimleri, onların önemli fikirleri, eserleri ve Ä°slâm ilim tarihine aktif müdahaleleri bu ansiklopedide hak ettikleri ÅŸekilde yer almamıştır. Bu hükümden belki maddelerin biyografik malumat kısımları hariç tutulabilir. Çünkü kurucu ve yürütücü kadronun seyreltilmiÅŸ ve tektip din anlayışı, parçalı hâle getirilmiÅŸ tarih yorumu ve Ä°slâmî ilimler tarihine hatta (dinî) bilgi-ilim meselesine yaklaşımları buna imkân vermemektedir. XII. asırdan (yani Müslüman Türklerin Ä°slâm tarihinin aktif bir unsuru hâline gelmelerinden) sonra Ä°slâm dünyasında ilim ve felsefenin duraÄŸanlaÅŸtığı, gerilediÄŸi ÅŸeklinde özetlenebilecek oryantalistik tez çoktan kurucu kadronun hakim fikri hâline gelmiÅŸ, o kadar ki akademik ve fikri metinlerinde bu asırdan sonraki dönem yani “kendi” tarihleri (Selçuklu ve Osmanlı devri) “taklit”, “tekrar”, “ÅŸerh ve haÅŸiye” dönemi olarak tavsif edilir olmuÅŸtu.(9)
DÄ°A’nın Ä°mam Hatip Okulları neslinin (bunun tabii bir uzantısı olarak Yüksek Ä°slâm Enstitülerinin ve Ä°lahiyat Fakültelerinin) büyük bir baÅŸarısı, adeta bir tezahür ve isbat-ı vücut biçimi olduÄŸu rahatlıkla söylenebilir. Zaten kurucu kiÅŸiler olarak Tayyar Altıkulaç baÅŸta olmak üzere Bekir TopaloÄŸlu, Hayrettin Karaman ve Ä°smail Erünsal Ä°mam Hatip Okulu ve Yüksek Ä°slâm Enstitüsü çıkışlı oldukları gibi ansiklopediyi her bakımdan besleyen ve taşıyan ikinci ve üçüncü halkalar da büyük ölçüde aynı okullardan mezundur. Fakat sözkonusu etmeye çalıştığımız anlayış ve fiiliyat (ansiklopedi kurgusu ve yazımı) zaaflarının da Ä°mam Hatip Okullarında ve Ä°lahiyat Fakültelerindeki hakim fikirlerle, din anlayışıyla, mütearife hâline gelmiÅŸ fakat hayli problemli dinî yorumlarla ve hâlâ hakimiyetini sürdüren kabullerle alakalı olduÄŸu bizce tartışma götürmez.
Önemine binaen tekrarlayalım; milliyetçi-muhafazakâr-mütedeyyin tarih-kültür-medeniyet anlayışı çizgisini boÅŸa çıkaran, havada asılı bırakan, zayıflatan, problemli hâle getiren esas etken Yeni Selefi-modern din anlayışıdır (Bu cümle özne ve tümlecin yerleri deÄŸiÅŸtirilerek de kurulabilir). Ä°lave edilmelidir ki birbirini iten yahut besleyen çok taraflı bu zor mesele sadece DÄ°A’nın mantığı ve muhtevasıyla sınırlı deÄŸildir; din eÄŸitimin ve dinî kurumların hepsiyle alakalıdır.
Buradan son bir hususa/son bir soruya intikal ederek bu yazıyı ÅŸimdilik bitirebiliriz. Niçin ansiklopedideki Efgani, Seyyid Kutup, Mevdudi, Muhammed Ä°kbal, ReÅŸid Rıza, Humeyni... maddeleri diyelim ki Ahmet Hamdi Akseki, Elmalılı Hamdi Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen, Babanzâde Ahmet Naim, Ahmet Avni Konuk... maddelerinden daha uzun yahut daha vasıflıdır acaba?10 DÄ°A dünyaya, Ä°slâm dünyasına nereden bakıyor dersiniz? Ä°ran’da, Turan’da, Mısır’da buna benzer bir ÅŸey olabilir mi?
Niçin?
________________________________________________________________________________________________________________________
Kaynak: Dergâh Dergisi 353. sayısında (Temmuz-2019)
â– Dipnotlar:
1. Bu konuda bazı temaslar ve iÅŸaretler için bk. Ä°smail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak Ä°slâm 2, Ä°stanbul, Dergâh Yay., 2016, s. 447-56.
2. “Diyanet’te, Diyanet Vakfı’nda olup bitenleri inceliyorum günlerdir. Türkiye Diyanet Vakfı ile Tercüman gazetesi yazarı Ergun Göze arasında 23. 12. 1980 tarihinde Büyük Ä°slâm Ansiklopedisi sözleÅŸmesi imzalanır. SözleÅŸme 14 madde. Ergun Göze baÅŸ redaktör olarak görevlendirilir. SözleÅŸmenin onuncu maddesine göre Ergun Göze iki türlü ücret alacaktır. a) Son redaksiyon ücreti, b) Yüzde beÅŸ telif ücreti (yüzde 5 x cilt x fiyatı x tirajı). 18. 5. 1981 tarihli ek sözleÅŸme ile Ergun Göze’ye altı yıl süreyi aÅŸmamak üzere altmış bin lira aylık baÄŸlanması saÄŸlanır. (...) Ansiklopedi hazırlanamayıp ortada kaldığı için Ergun Göze ‘telif ücreti’ almamış, ancak Göze’ye 1982 Nisan ayında 16 milyon 99 TL avans ödenmiÅŸ. (...) Tayyar Altıkulaç, bu haftaki Yankı’ya [verdiÄŸi] demecinde ‘hiçbir yolsuzluk olmamıştır’ diyor (...)”. Mustafa Ekmekçi, “Altıkulaç’ın kulaçları...”, Cumhuriyet, 25 Nisan 1984.
3. Ergun Göze, YaÅŸasın Hatıralar, Ä°stanbul, Kubbealtı Yay., 2007, s. 165; Tayyar Altıkulaç, Zorlukları AÅŸarken, 3. bs., Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 2016, III, 1138.
4. Göze, age, s. 163-64.
5. Altıkulaç, age, III, 1132.
6. Ergun Göze hatıralarında bu baÅŸarısızlığı ve gelen tenkitleri ÅŸu cümlelerle geçiÅŸtirmeye çalışıyor: “Ankara sabırsızlanıyordu. Kendilerine bir maket fasikül gönderdim. Belirttim ki bu makettir yani tashihi yapılmadığı gibi doldurmaları da vardır, sadece ÅŸekil gösterilmiÅŸtir (...)”. Göze, age, s. 165. Bu bilgiler tam doÄŸruyu yansıtmıyor, çünkü fasikül sadece Ankara’ya, vakıf merkezine deÄŸil, ben dahil ilgili birçok kiÅŸiye gönderiliyor. Göze aynı satırların devamında cesaretini toplayıp DÄ°A’yı tenkit etmekten de geri kalmıyor, 2000’li yılların ortalarındayız: “[Åžimdi] Ä°slâm Ansiklopedisi çıkıyor ve henüz tamamlanmadı. Bu benim rüyasını gördüÄŸüm ansiklopedi deÄŸildir. Bir bilgi yığınıdır. Mimarisi yoktur. Yönü yoktur”.
7. Bugüne kadar DÄ°A için kaydadeÄŸer tenkit ve deÄŸerlendirme metinlerinin kaleme alınmamış olması Türkiye’deki ilim ve fikir hayatının durumuna dair açık göstergelerden biri olmalıdır. BildiÄŸim tek istisna Åžükrü HanioÄŸlu’na ait ve kendi sınırları içinde güzel bir gazete köÅŸe yazısıdır: “Müslümanlar Ä°slâmı akademik olarak deÄŸerlendirebilir mi?”, Sabah, 2 Åžubat 2014. Yazının önemli cümleleri arasında ÅŸunlar da var: “Bu temel eserin önemi sadece onun içeriÄŸinden kaynaklanmamaktadır. Bu ansiklopedi bir kaynak eser olmanın yanı sıra Oryantalizmin akademik dünyada ‘Ä°slâmiyet’ üzerine tesis etmiÅŸ olduÄŸu ve ‘Müslümanların Ä°slâmı akademik düzeyde objektif olarak deÄŸerlendiremeyecekleri’ düÅŸünsel arka planına dayalı entelektüel egemenliÄŸinin sona eriÅŸinin önemli kilometre taÅŸlarından birisini de oluÅŸturmaktadır”. Nihat Çetin hocanın DÄ°A’nın ilk cildinin çıkması üzerine kurumun müdürüne yazdığı ve daha ziyade Ä°A tecrübesine yer verdiÄŸi uzun mektubu da kaydedilmeli: Nihat Çetin, “Eski bir mektup”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, yıl: 32, sayı: 1, Ocak 2003.
8. HaÅŸiye: BilebildiÄŸimiz kadarıyla bu kıymetli atasözü aslında müsbet bir ÅŸeye, olması gerekene, olabileceÄŸe vurguda bulunur. Zaten kervan/iÅŸ fikirde bir nizama sahip olsa da fiiliyatta yola koyulmadan tam düzene girmez. Fakat unsurların olmadığı/kalmadığı yeni dünyamızda atasözü de zemin ve anlam kayıplarına uÄŸrayarak olmayacak iÅŸlere, düzensizliÄŸe, başıboÅŸluÄŸa, menfiliÄŸe iÅŸaret eder hâle gelmiÅŸtir.
9. Bu konuda iki “kurucu” hocanın problemli yaklaşımları için bk. Ä°smail Kara, Ä°lim Bilmez Tarih Hatırlamaz-Åžerh ve HaÅŸiye Meselesine Dair Birkaç Not, Ä°stanbul, Dergâh Yay., 2011, s. 66-79. Süleyman UludaÄŸ, Nihat Hayri Azamat ve Mustafa Kara ansiklopedinin tasavvuf ve tarikatlar tarihi alanıyla doÄŸrudan ilgilenen etkili isimler olmasalardı muhtemelen ansiklopedinin bu sahadaki maddeleri de Yeni Selefi din anlayışı sebebiyle çok sınırlı ve zayıf kalacak, belki de sadece tenkit ve red merkezli olacaktı.
10. Bunun herhâlde tek bir istisnası var; “Said Nursi” maddesi, o da tahmin edileceÄŸi üzere maddenin yazıldığı ve yayınlandığı konjonktürle alakalı.
Henüz yorum yapılmamış.