Bilimin durdurulması hem mümkün değil hem de doğru değildir. Ancak bu haliyle bilimin ürettiklerinin, dünyayı felakete doğru götürdüğü yönünde dünyada ciddi kaygılar var. Bu felaketi önleyecek tek gücün din olduğunu dünyanın son birkaç yüzyıllık tecrübesi göstermiştir. Mâverdî’nin bin yıl önceki tespitiyle vicdanlar üzerinde otorite kurabilecek nihai güç dindir. O nedenle insanlık, modern çağa gelinceye kadar tarihinin bütün dönemlerinde -biçimi değişse de- özünde kutsallık ve aşkınlık bulunan, bu suretle vicdanın son karar verici olmasını sağlayan, kararını doğru ve adil vermesine yardımcı olan rehber din olmuştur. Din ve akıl/vicdan -Kur’an’ın deyimiyle- “ışık üstüne ışık”tır.
Ruhumuzun bir yerinde, özümüzde bilim yapma yetisi varsa, bir gün bu yeti işlevini yapacak, insanlık bilimi keşfedecekti. Aydınlanma bu keşfin başlangıcıdır. Fakat bu süreç, Kilisenin Romalılaşmış Hıristiyanlığı’nın direnişi yüzünden sorunlu başladı. Kilise, -sanki Kutsal Kitabın misyonu astronomi dersi vermekmiş gibi- evrenin oluşumu ve yapısı hakkında bilimin söyledikleri Kutsal kitabın anlattıklarına uymuyor diye, -gerçekte ise kendi hegemonyasını sarsacağı korkusuyla- bilimi reddetti. Böylece “Kilise Hıristiyanlığı” ile bilim cepheleştiler, birbirini çökertmek için dehşetli bir mücadele başlattılar. Oysa Kilise, dünyamızın “selamet”i için bilimin yanında durup ona rehberlik etseydi dünya bugünkünden daha az sorunlu, daha huzurlu olacaktı. Sonuçta Hz. İsa’nın asıl öğretisi de bu değil miydi?
Nihayet bilim, -Duverger’in deyimiyle- “nicel başarıları” sayesinde “Kilise Hıristiyanlığı”nı yendi ama Kilisenin yanlışları yüzünden manevî ve ahlâkî alanda yıkıcı sonuçlar doğurdu; bu bilimin ürettiği sistem, gelinen noktada “hayatın nitel yönünde başarısız” oldu. Şu “yeni dünya düzeni” ve insaniyeti için için çürüten Batı modernizmi bu bilimin eseridir. Böyle bir bilim, insanların aklını başından alan “başarılar”a koşarken, diğer taraftan bir itibar kaybına doğru da gitmektedir. Daha şimdiden “Batılı bilim”, onu şeytanca kullananların borsa simsarı, kâr ve zevk tedarikçisi haline gelmiştir.
İslam dininin böyle bir bilimi onaylaması düşünülemez. Zira yüzlerce ayet ve hadis gösterir ki, insanoğlunun öz yaratılışına (fıtrat) bilgi üretme donanımı, bir kâr ve zevk tedarikçisi üretsin diye “emanet” edilmemiştir. Eğer sağlıklı düşünmeyi ve dinimizi doğru anlamayı başarırsak, İslam’ın akla ve bilgiye yüklediği misyonun pozitivizm, pragmatizm, hedonizm bataklığı olmadığını, İslam’ın akla ve bilime insanlık hayrına ulvi hedefler gösterdiğini kavrarız. Belki bu hedefin en başta geleni ve diğer hedeflere de ulaşmanın şartı, Kur’an’ın “yalnız Allah’a kul olma (O’nun koyduğu ilkelere göre yaşama) ve yalnız O’ndan yardım isteyip güç alma” şeklinde belirttiği özgürlük ilkesidir. Çünkü insan sonuçta kendisi için hedefler seçer ve bu hedefler onu -tasavvuftaki deyimiyle- “mâsiva” karşısında ya efendi ya da köle yapar.
Görünen o ki, dünyanın Müslüman olmayan Doğusu büyük ölçüde “Batılı bilim”in yıkıcı otoritesine teslim olmuş durumda. Direnen, çünkü özünde bu yıkıcı kültüre karşı direnme kapasitesi olan sadece İslam’dır. Ama Müslümanın hayırsızlığı yüzünden kolu kanadı kırılmış olan bu kurtarıcı (hâdî), yine de Batı’da gelişip bütün dünyayı zehirlemeye doğru giden şekliyle “Batılı bilim” karşısında “Bu işte bir yanlışlık var” diyor. Fakat bu sesin, bu çağda yaşaması kaderi olan insana, bu çağın düşünme ve anlama mekanizmaları, ihtiyaçları gibi gerçekliklerini dikkate alarak anlatacak dili yok. İşte buna sebep olan, “skolastik dinî öğretemimiz”dir; yani sorun -dinimizin kendisi değil- onu insanlığın şimdiki gerçeklikleriyle anlama, yorumlama, tanıma/tanıtma hususundaki başarısızlığımızdır.
Hâlbuki biz, Selefe saygıyı kaybetmeden, “skolastik dinî öğretim”in aşıladığı “Selef kutsayıcılığı”ndan kurtulabilirsek, hiçbir aşkın otorite tanımayan pozitivist, nihilist ve materyalist “Batılı bilimciliğin” bunalttığı insanlığa “başka bir yol”un daha bulunduğunu anlatabiliriz. Böyle bir yol da, onu anlatmanın imkânları da, onu anlayacak bir insanlık vicdanı da var. Olmayan şey, o yolun gerçek mahiyetini ve değerlerini öğretecek bir eğitim zihniyetidir.
Müellif: Mustafa Çarıcı / Karar
Henüz yorum yapılmamış.