Gökhan Özcan: Kendi içine kapanan üşüyen insanlar
Follow @dusuncemektebi2
“Üşüyen bir elin en yakın cebe sığınması gibi” dedi beyaz saçlı adam, “Kendi içine kapanıyor bazı insanlar!”
Bir arkadaşım bana bir pusula hediye etti. İşin enteresan tarafı pusulanın güneyi göstermesi... Ne yaptıysam düzeltemedim. Kendisinin saplantıları olan bir pusula olduğu anlaşılıyor. Bu saatten sonra güneyi göstermek konusundaki saplantısından kurtulabileceğini sanmıyorum. O zaman insan doğal olarak kendine güneyi gösteren bir pusulanın ne işe yarayacağı sorusunu soruyor. Öyle ya, pusulalar insanlara kuzeyi göstersinler diye icat edilmiş aletlerdir. İnat edip kuzeyi göstermeyen bir pusula insanın ne işine yarar? Bu noktada devreye yine arkadaşım girip durumu bana izah etti. Güneyi gösteren bir pusula dolaylı olarak kuzeyi de göstermiş olur. Biliyorsunuz kuzey, güneyin tam karşısında!
“İnsan acı çeker, ısrar eder ve talep eder. Yüz binlerce dünyaya sahip olsa da huzur bulamaz. İnsan kılı kırk yarar, bir biçimde her türlü işle ve zanaatla uğraşır; çok çeşitli görevlerle kendisini meşgul eder.... Normalde insan sevdiğine ‘kalbimin huzuru’ der. Hal bu olunca insan, başka şeyde nasıl rahat ve huzur bulur. Bütün bu zevkler ve meşguliyetlerin hepsi merdiven gibidir. Çünkü insan merdivenin basamaklarına yerleşip orada yaşamaya kalkışmaz, geçicidir oraları; ne mutlu ona ki, bu gerçeğin farkına varmak için yeterince erken uyanır. Böyle biri için uzun yol kısalır ve hayatını merdiven basamaklarında boşuna harcamaz” diyor Hazreti Mevlana, ‘Fihi Mafih’de.
Bazen herhangi bir bilet alsam ve nereye gittiğini bilmediğim bir trene binip gitsem diyorum. Bazen küçük bir kaktüs alsam ve yaşadığım sürece onu da hayatımın bir köşesinde tutsam diyorum. Bazen kendimi bir odaya kapatıp eski model pikabımı çalıştırsam ve günler boyunca ara vermeksizin eski plakları çalıp dinlesem diyorum. Bazen bütün giysilerimi bir çuvala doldurup balkonda aşağıya atsam ve sonra da onları özlesem diyorum. Bazen hiç olmayacak bir sürü şey hayal etsem ve hiçbirini yapmasam diyorum.
“Bir şey mi oldu?” diye sordu genç kız. “Şu an her şey o kadar hayal ettiğim gibi ki, kapatıp açınca bir şeyler değişir diye gözlerimi kırpamıyorum” diyebildi delikanlı gözlerini kırpmadan.
Hiç kimse, o ‘her şeyi birden yaşamak’ arzusunu söküp atamıyor içinden. Hikayemizin bir yerinde aniden bir başkasının hayatına doğru ray değiştirivermeyi, birilerinin eşyaya sinen heyecanlarını havada kapıvermeyi, bir gülücüğün anekdotlarını cebimize indirivermeyi ya da başkasını ait bir rolü muzipçe üstlenivermeyi bitimsiz bir ümitle arzulamaktan alıkoyamıyoruz kendimizi. Olmayacağını bile bile... Her birimize topu topu bir hayat düştüğünü bile bile... Galiba içimizi burkan bütün bu beklentiler, cevabı bilinmeyen bütün bu sorular hayata dahil... Bir yandan kendi hikayemizde bir şeyleri yaşayadururken, içimizle ‘başka’ olanın peşine düşmekten hiç bir zaman kurtulamayacağız anlaşılan. Hikayelerin içinde onları birbirine çeken ya da bağlayan ya da görünmez dokunuşlarla birbirine dokunan bir şey var sanki.
“Bırakmak bırakılmak demeyelim/ Durmadan yer değiştiriyor anlamlar da/ Ben ki bir boşluk kadar büyümüşüm bu yüzden/ Sanki kış aylarında bir uçurumda” diyor ‘Hiçbir Pul Hiçbir Zarfa Yakışmıyor’ şiirinde Edip Cansever.
“Üşüyen bir elin en yakın cebe sığınması gibi” dedi beyaz saçlı adam, “Kendi içine kapanıyor bazı insanlar!”
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.