Sosyal Medya

Gazze terazisinde tartılan Batı: Uygarlık kafasından değil, kalbinden çürür

Vicdan bir çağrıdır ve bu çağrı, Heidegger’in ifadesiyle, “benim içimden ama kendimden öteden” gelir. Gazze bizi vicdana çağırıyor, içimizi allak bullak eden bir barbarlık karşısında yumruklarımızı sıkıyor, dilimizde öfke sözcükleri biriktiriyoruz. Ne çare ki sözlerimiz de öfkemiz de barbarı durdurmaya yetmiyor.



Barbar, paramparça ettiği çocuk gövdelerinin üzerinden üstünlüğünün ve efendiliğinin tescil edilmesini istiyor. İnsanları topraksız bıraktı, şimdi toprağı insansız bırakmak istiyor. Sömürgecinin barbarca cürmü, diğer sömürgeci efendilerin sessizliğiyle tamamlanıyor. Bu cürmün işlenebilmesi için  bu sessizlik, bu kayıtsızlık gerekiyordu. 
 
Batı ve onun güdümündeki İslam dünyasında, “saldırganı değil kurbanı suçlayan” bir organize riyakarlık düzeni olmasaydı, uluslararası silah kartelleriyle içli dışlı medya Moğolları bu cürmü arkalamasaydı, dünyanın gözü önünde bu vahşete kalkışılabilir, bilinen bütün ahlaki değerler ayaklar altına alınabilir miydi? “Bir uygarlık” demişti Aime Cesaire, “kafasından değil, önce kalbinden çürür”.
 
Gazze Modern Batı’nın günbatımı olarak görünüyor bana, vicdanı yok sayan bir uygarlığın insanlığa söyleyecek daha nesi olabilir? Adorno’nun, Auchwitz’den sonra şiir yazılamayacağını söylediği gibi, insanlığın gözü önünde bütün değerlerin katledildiği bu katliamdan sonra bir evrensel ahlaktan söz edilebilecek mi? İnsan hakları beyannamesinin bir değeri ve anlamı olabilecek mi hâlâ? Batılı efendiler dünyanın “ilkel” bölgelerine insan hakları ve demokrasi ihraç etmekten dem vurabilecekler mi?  “Yarattığı sorunları çözemeyen bir uygarlık yoz bir uygarlıktır, ilkelerini hile ve aldatma uğruna feda eden bir uygarlık ölmekte olan bir uygarlıktır” diyordu Cesaire.
 
Gazze, kolonyalist büyüklenmeciliğin son kurbanıdır. Sömürgeleştirme önce sömürgeciyi insanlıktan çıkarır, onu vahşileştirir, öfkesinin ve şiddetinin kölesi kılar onu. Sömürgecinin kibirli dili, Filistinli yavrucakları “yılan”, analarını da yılan doğurdukları için öldürülmeyi veya tecavüz edilmeyi hak eden suçlular olarak niteler. “Kendi bilincini rahatlatmak isteyen sömürgeci, öteki insanı bir hayvan olarak görmeye başlar ve nihayet ona bir hayvan gibi davranmaya alıştırır kendini ama sonunda kendisi bir hayvana dönüşür” der Aime Cesaire, Batı uygarlığına toptan meydan okuduğu o “Sömürgecilik Üzerine Söylev”inde.
 
Gazze Allah’a ve insanlığa karşı işlenen ağır bir suçla karşı karşıyayız. Bu suç, göğsünde bir yürek taşıyan her insanda ahlaki bir tiksinti hissi yaratıyor. Ama daha görünmez bir düzlemde, hem sergilediği vahşet hem de bunu gün ortasında ve herkesin önünde yapabilirliğin verdiği küstahlıkla insanlığın ortak vicdanını iptal etmek, insanları bir acı nihilizmine sürüklemek istiyor. Kötülüğün mutlak iktidarını kabullenip sineye çekmemiz isteniyor. Gazze tam da bunun için hedeftir:
 
Saygınlık ve vakarından taviz vermediği için, topraklarını işgal eden barbarın önünde eğilmediği için, onun tarafından asimile edilmeyi kabullenmediği için. Çünkü Gazze ruhunu tarihe dönüyor, ona saygınlığını veren binlerce yıllık tarihine dönüyor yüzünü, onu biricik kılan  ve adeta ruhunu raptettiği kültürel kimliği ve aidiyetine dönüyor. Gazze ruhen ezilmiyor ve sömürgeciye meydan okuyor. Bebekleri ve çocukları bu yüzden öldürüyorlar, bile isteye, o vakarı kırmak, o umut ve direnci yok etmek için.
 
Her akşam birbiriyle helalleşerek başını yastığa koyan insanlardan, ana baba ve çocuklardan söz ediyoruz. Söylenen sözler ile yapılan işler birbirini tutmadığında riyakârlıktan söz ederiz. Uluslar arası ilişkilerde de değer veya çıkar eksenli yönelimler var. Doğru/ideal olan yönelimler  ve maddi çıkar sağlayan yönelimler. Sözgelimi  çocukları katleden bir ülkenin ordusuna  silah sağlamak ahlaken doğru değildir ama o ülke sizin karakolunuz ise  materyalist hesaplar öne çıkar ve sattığınız silahlar ölüm yağdırır. Dünya politikasında çıkarcı anlayışın değer eksenli anlayışa galip gelmesi alışageldiğimiz bir durum ve buna kimi yazarlar “organize riyakârlık” ismini veriyor.
 
Geçtiğimiz on yıllarda Batılı liderler dış politikalarında değerlerin öncelik kazanacağını, başka ülkelerde  yaşayan yurttaşlar için de insan hakları ve özgürlük eksenli etik ilgilere çok daha fazla vurgu yapılacağını ilan etmişlerdi. Bu herkes için “evrensel bir ahlaki uzam” fikri anlamına geliyordu ve değer eksenli yeni bir uluslar arası politikayı müjdeliyordu.  Ortak kurallar, karşılıklı kazanımlar ve evrensel değerler üzerine kurulu bir dünya toplumu oluşturma projesi Batı dünyasının ahlak ve sorumluluğu sahiplenmesini mi gösteriyordu, yoksa içi boş bir retorikten mi ibaretti? İki araştırmacı, Richard Perkins ve Eric Neumayer bu sorunun cevabını araştırmışlar ve Fransa, Almanya, İngiltere ve ABD’nin silah satış verilerine bakmışlar. Sonucu kestirmeden söyleyeyim, elbette “organize riyakârlık” düsturunca hareket etmişler ve çıkarları için değerleri feda etmişler. Otokratik, zalim, baskıcı  rejimlere silah satışlarında en ufak bir azalma olmamış. Yani, etik lafta kalmış! Sayısı iki bine yaklaşan sivil katliamından sonra CNN neredeyse bütün gün kayıp bir işgalci askerine dair yayın yapıyor, Fransız ve Alman televizyonları İsrail’de hayatın zorlukları üzerine program üzerine program yayınlıyorlarsa Batı kurumlarına nüfuz etmiş bir “organize riyakârlık”tan bahsedebiliriz. Bir tür oksidentalizm yapmak değil niyetim, Batı hakkında toptancı yargılarda bulunmak istemem. Düşünce dünyasına büyük katkıları da olmuş bir uygarlıktan söz ediyoruz.
 
Ancak Batılı resmi aklın içinde korkunç bir merhametsizliğin de gizli olduğunu seziyorum. Kendisinden olmayana merhamet etmeyen, merhameti kendi sınırları içine hapseden ve hatta kendi sınırları içinde de belirli toplumsal kesimlere daha merhametli davranan bir tür narsisizm. Kendi uygarlık dairesini, kendi yurttaşını, kendi demokrasisini, kendi özgürlüğünü titizlikle kollarken aynı değerleri başka toplumlarda gözetmeyen, bazen de gözetilmesine imkân vermeyen bir kibir. Rasyonel hesapların ülkü ve değerleri yalayıp yuttuğu, araçsal aklın putlaştırıldığı bir dünyanın kibri. Kalbi çürümüş bir uygarlığın kibri. Bu kibir hepimize, tüketim alışkanlıklarımızdan hayal dünyamızın ele geçirilmesine kadar boyun eğdiriyor. Ignacio Ramonet’nin sözleriyle, “ABD (Batı diye de okunabilir, KS) pek çok alanda söz dağarcığını, kavramları ve anlamı kendi denetimine almış durumdadır. Onun yarattığı sorunları yine onun sunduğu sözcüklerle formüle etmemiz gerekmektedir.
 
Sömürgecinin orduları, zihinleri kolonize edemediğinde ölüm yağdırıyor. Biz ise  “haz açlığı” içinde zihinlerimizi onun emrine açıyoruz.  Her türlü büyülü sözleriyle, içecekleri, köfteleri, filmleri ve dizileriyle gönüllü olarak kendisine boyun eğdiğimiz “organize riyakârlık” karşısında hamasetten başka bir şey üretemiyoruz. İşe kendi zihin temizliğimizle başlayalım derim ben, önce kendi zihinlerimizi sömürüden arındıralım. Brezilya, Şili, Ekvator, Venezüela, Bolivya derken dünyada yeni bir vicdan ekseni oluşuyor. Zalimin karşısında saf tutabilen ülkeler yeni bir vicdan ittifakının da habercisi olabilir. Kalbi çürümemişlerin ittifakı. Batı rüyasından Batı riyasına uyandığımız şu günlerde, ahlakın ve adaletin yanında saf tutalım. Gazze için. Türkiye için. Daha güzel bir dünya için.
 
 
 
Müellif: Kemal Sayar / Kırmızılar Web Sitesi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.