Sosyal Medya

Dinin Güncellenmesi konusunda Mecelle Ne Diyor?

Tanzimat sonrasındaki tecrübeler de gösteriyor ki, bütün bu işi yapacak olan yetişmiş, kaliteli hukukçulardır. Değişebilir hükümleri de güncellemek basit ve sıradan bir iş değildir. Evvela neyin, niçin değişmesi gerektiği İslamın değişmez ahkamı nazara alınarak tespit edilmelidir. Ardından bunu kimlerin yapacağı meselesi gelir. Cevdet Paşa ve Mecelle Heyeti ayarında kaç İslam hukukçusuna sahibiz?



Ezmânın Tagayyürü 
 
Güncel kelimesi için lugatlara baktığınızda ÅŸu ifadeleri görürsünüz: Günün konusu olan, aktüel. Güncellik ise; güncel olma durumu, günün konusu haline getirme, aktüalite.
 
“14 asır evvelki Ä°slamiyet hükümlerinin güncellenmesi” tabiri, izahsız kullanıldığında ilk akla gelen; dinin bu günün ÅŸartlarına, anlayışına göre uydurulması oluyor ki bu ise muhaldir. Çünkü insanlar dini kendilerine göre deÄŸil, kendilerini dine göre uydurmaları gerekir. Aksi halde ilahi bir din deÄŸil beÅŸeri bir din ortaya çıkar.
 
Neyse ki cumhurbaÅŸkanı sözcüsü Ä°brahim Kalın, dinin güncelleÅŸtirilmesinden kastedilenin Mecelle’nin 39.maddesindeki “Ezmânın tagayyürüyle, ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” [Zamanın deÄŸiÅŸmesiyle, hükümlerin de deÄŸiÅŸmesi inkâr olunamaz] hükmüne binaen olduÄŸu açıklamasını yaptı. Ancak bu beyanattan evvel sosyal medyada büyük bir infial uyandı.  CumhurbaÅŸkanı da sonrasında yaptığı açıklama ile Mecelledeki 39. maddeyi kastettiÄŸini, Ä°slami hükümlerdeki deÄŸiÅŸmenin bu istikamette anlaşılması gerektiÄŸini ifade etti.
 
Peki madem Mecelle esas alındı, o halde Mecelle’ye göre tagayyür [deÄŸiÅŸme] nasıl anlaşılmalıydı? Zamanın deÄŸiÅŸmesiyle hükümlerin deÄŸiÅŸmesinin hududu Mecelle’de nasıl çizilmiÅŸti?  
 
Mecelleye giden yol    
 
1839 Tanzimat Fermanı sonrası Osmanlıcılık ve Batıcılık tartışmaları iyice arttı. Ä°slamiyetin bugünün ihtiyaçlarına cevap veremediÄŸi, Ä°slam dünyasının dolayısıyla Osmanlı’nın Batı karşısında bu yüzden zayıf düÅŸtüÄŸü, gerek Avrupa ile münasebetlerde gerekse reform hareketlerinde Ä°slam ahkamının kifayetsiz olduÄŸu iddiaları bu münakaÅŸaların merkezindeydi.
 
 
1860’lı  senelere gelindiÄŸinde Âli PaÅŸa, Napolyon’un hazırlattığı Fransız Medenî Kanunlarının tercüme yoluyla iktibas edilmesi fikrini müdafaa etti ve bu yolda teÅŸebbüslerde bulundu. Ahmed Cevdet PaÅŸa baÅŸta olmak üzere devrin kıymetli Ä°slam hukukçuları toplanıp Âli PaÅŸa’nın karşısında durdular. Batıdan kanun almak yerine yeni bir milli kanun hazırlayabilecek dirayette bir medeniyete sahip olduÄŸumuzu müdafaa ettiler.
 
Neticede bu mücadeleyi kazanarak Mecelle Cemiyeti’ni tesis ettiler. 1869-1876 seneleri arasında 7 senelik ciddi bir mesai harcayarak Mecelle-i Ahkamı Adliye adındaki Osmanlı  medeni kanunları tamamlandı. Bu kanunların ilk yüz maddesi dünya hukuk tarihine geçecek kaidelerden oluÅŸuyordu. Ä°slam hukukunun birikimi esas alınarak hazırlanan bu külli kaideler müslim-gayrimüslim pek çok hukukçuya ışık tutmuÅŸtur.
 
Bugün hâla Ä°slam hukukunun kısmen tatbik edildiÄŸi ülkelerde Mecelle kullanılmakta veya o referans alınarak hazırlanmış  Ä°slam hukuku kanunları uygulanmaktadır. (Cevdet PaÅŸa’nın hayatı ve Mecellenin bütün külli kaideleri için bkz: Ahmet Cevdet PaÅŸa ve Mecelle, Ahmet ÅžimÅŸirgil- Ekrem BuÄŸra Ekinci, IQ Sanat Yay.)
 
DeÄŸiÅŸimenin hududu
 
Kur’an-ı kerîmin ahkâma (hukukî hükümlere, emir ve yasaklara) dair müteaddit âyetlerinde zikredilen “hudûdullah=Allah’ın koyduÄŸu sınırlar” ifadesi (Bakara: 187 Nisâ: 4; Tevbe: 2), ÅŸüphesiz, deÄŸiÅŸmenin sınırını tesbitte tayin edicidir.  DeÄŸiÅŸme, Allah ve resulünün koyduÄŸu nassların çerçevesini aÅŸamaz. Buna dair defaatle ayet-i kerimelerde ikazlar açıkça görülür:
 
“Bunlar, Allah’ın koyduÄŸu sınırlardır; bunlara yaklaÅŸmayın” (Bakara: 187, Bakara: 229)
 
“Bunlar Allah’ın sınırlarıdır; Allah onları beyan ediyor” (Bakara: 230)
 
“Bunlar Allah’ın sınırlarıdır; kim Allah ve resûlüne uyarsa Cennet’e gider; O’nun sınırlarını aÅŸan cehenneme girer” (Nisâ: 13-14)
 
“Allah’ın sınırlarını koruyanları Cennetle müjdele” (Tevbe: 112)
 
“Kim Allah’ın sınırlarını aÅŸarsa, nefsine zulmetmiÅŸ olur” (Talâk: 1)
 
Mecelle’de yapılan izaha göre Ä°slâm ahkamı, Allah ve Resûlü tarafından bildirilmiÅŸtir. Nasslara, yani Kur’an-ı kerîm ve Sünnet-i nebevîye dayanır. Bu hususda yine Mecelle’nin 14.maddesinde “Mevrid-i nassda ictihada mesaÄŸ  yoktur” yazılıdır. Bunun manası “Kur’an  ve  sünnette  açık  hüküm bulunduÄŸu zaman, kıyasa, ictihada gidilemez” demektir.
 
Yine Mecelle’nin izahlarına göre; nasslar tek başına hüküm olarak insanlara bir ÅŸey ifade etmezler. Bunların müctehid âlimler tarafından yapılan izah ve tefsirleri mühimdir. Ä°slâm ahkamını tesbit ve tedvin eden (nasslardan çıkarıp kitaplara yazan) müctehid âlimler yani fakihlerdir.
 
Bizzat Mecelle’nin  esbâb-ı  mûcibe lâyihasında  bu  hususlar açıkça  izah edilmiÅŸtir. Bu izah yapılmasaydı bile, ayet ve hadislerin vahiy devri dışında deÄŸiÅŸmesinin mümkün olmadığı/olmayacağı nazara  alınarak,  yine  bu  neticeye  varılırdı.
 
Lâyihada “…asl-ı  kâide-i  ÅŸer‛iyye  tagayyür  etmeyüb  fakat  bunun  havâdise  emr-i  tatbiki,  tebeddül-i ahvâl-i  zaman ile tebeddül ediyor” denilmektedir. Yani  “ÅŸer‛î kâidenin aslı deÄŸiÅŸmeyip, bunun hâdiselere tatbiki, zamanın deÄŸiÅŸmesiyle deÄŸiÅŸiyor.”
 
Ä°slam hukukunda zamanın ÅŸartları için kullanılan tabir ‘örf ve âdet’tir. Örf  ile nassın(ayet ve hadislerin)  çatışması  hâlinde  örfe  ve zamanın ÅŸartlarına itibar  edilmesi,  nassa  uymayan  örfün kabulü  deÄŸil,  nassın  te’vili  ve  hâdiselere  tatbiki  ÅŸeklinde  anlaşılmıştır.
 
Mecelle’de bildirilen, zamanın deÄŸiÅŸmesiyle hükümlerin deÄŸiÅŸebileceÄŸi prensibinin bir metodu vardır. Yani bu külli(genel) kaidenin öncesi, sonrası ve izahı okunmadan fikir beyan edilmesi fevkalade yanlıştır. Ä°ÅŸte o zaman ‘züccaciyeci dükkanına giren fil’ misali bir manzara ortaya çıkar.
 
“Zamanın deÄŸiÅŸmesiyle, hükümlerin de deÄŸiÅŸmesi inkâr olunamaz” ifadesi mecelle ÅŸerhlerinde ÅŸöyle izah edilir: Hakkında nass, yani âyet ve hadîs bulunmayan örfe göre verilen hükümler zamanla deÄŸiÅŸebilir. Sonradan bir örf meydana gelmiÅŸse, bu örfe kıyasen veya baÅŸka delillerle verilmiÅŸ olan ictihâdlar da deÄŸiÅŸebilir.
 
Örf, âdet, moda
 
Bugün yaÅŸanan dini problemlerin merkezinde de metodoloji eksikliÄŸi yatmaktadır. Mecelle’nin 39. Maddesi, hakkında açık ayet, hadis, icma’ bulunmayan mevzularda örfe göre verilen hükümlerin zamanla örfün deÄŸiÅŸmesine binaen olduÄŸunu beyan eder.
 
Aksi halde hakkında açık ayet, hadis ve icma bulunan ve örf-adetle alakası olmayan ÅŸeylerin deÄŸiÅŸmesini bu maddeye dayandırılır ki fevkalade büyük bir yanlıştır. Bu deÄŸiÅŸimenin yapılması için de zamanın icaplarının yani örfün, hangi ÅŸartları taşıması gerektiÄŸi de iyi analiz edilmelidir.
 
Åžu nüansları iyi bilmek gerekiyor ki: Ä°nsanlar  arasında  yayılmış  her  tatbikat,  örfe  girmez. Örfü  emretmek  de, insanlar  arasında  yerleÅŸmiÅŸ  tatbikatları  emretmek  demek  deÄŸildir.  Ä°nsanlar zaten örfe uygun bir hayat sürer. Aksi takdirde örfe, âdetlere uymayanları cemiyet tecrid (izole) eder.
 
Üstelik  öyle örfler vardır ki, Kur’an-ı kerîm ayetleri bizzat bunları kaldırmak, deÄŸiÅŸtirmek, yok etmek için gönderilmiÅŸtir.
 
Ä°slâmiyyet insanlar arasındaki örf ve âdetlere mutlak olarak bir kıymet atfetseydi, daha kuruluÅŸunda Câhiliye devrinin âdetlerini yasak  etmezdi.
 
Örfün ne olduÄŸu, bunlara baÄŸlı dini hükümlerin deÄŸiÅŸmesi için hangi ÅŸartları taşıdığı da Ä°slam hukukçuları tarafından dikkat incelenmiÅŸ ve detaylarıyla târif edilmiÅŸtir. Zamanın örfleri sahih, fâsid, lafzi, ameli, umumi, hususi ÅŸeklinde kısımlar halinde ele alınır.
 
Ä°slam hukuku tarihinde örfe göre deÄŸiÅŸtirilen, zaman ve hâdiselere uygun pek çok ÅŸer’i uygulama görülür. Bunların çoÄŸu alış-veriÅŸ ve muhakeme usulüne dair meselelerdir.
 
Mesela; haÅŸeratın tüketilmesi hadis-i ÅŸerifle yasak edilmiÅŸtir. Ä°çki gibi kullanılması yasak olan ÅŸeylerin satılması da caiz deÄŸildir. Ä°pek böceÄŸi haÅŸerat olması dolayısıyla Ä°mam-ı azam bunun alınıp satılmasına cevaz vermemiÅŸtir. Ancak talebesi Ä°mam Ebu Yusuf devrinde ipek böceÄŸi bir ticaret malı olmuÅŸtu. Örfte olan bu deÄŸiÅŸmeyle ipek böceÄŸi alıp satmaya cevaz verildi.
 
Fıkıh kitapları da her gelen asırda bu istikamette yenilenmiÅŸ, güncellenmiÅŸtir. Bunun için son devrin Hanefi mezhebinde en muteber kabul edilen Ä°slam hukukçusu Ä°bni Âbidin der ki; “Fıkıh kitaplarının en faziletlisi (kıymetlisi) ilk yazılanları; en faydalısı ise son yazılanlarıdır.”Dolayısıyla Mecelle Heyeti de ilk devirden itibaren yazılmış ve Osmanlı’da tatbik edilmiÅŸ bütün fıkıh kitaplarındaki hükümleri incelemiÅŸti.
 
Metodoloji
 
Yine Mecelle ÅŸerhleri baÅŸta olmak üzere bir hüküm hakkında müctehid âlimlerin ve Ä°slam hukukçularının metodolojisi ÅŸöyle izah edilmiÅŸtir:
 
“Bir mesele önüne geldiÄŸinde yapacağı ilk iÅŸ Kur’an-ı kerîme bakmaktır. Burada mesele halledilmiÅŸse, zaten hükmü bu yolda sevk eder. Böyle bir hal tarzı yoksa veya yeterince vâzıh (açık) deÄŸilse, sünnete mürâcaat eder. Burada hüküm varsa ne âlâ; yoksa veya vâzıh deÄŸilse, kendisinden önceki âlimlerin icma’larını[söz birliÄŸini], yani bir meselenin hükmü üzerindeki ittifaklarını araÅŸtırır. Burada da hal tarzı bulamazsa, meseleyi, daha evvel çözülmüÅŸ bulunan benzer bir meseleye kıyas ederek çözer.
 
Bazen bu hal tarzı, âlimi usulen tatmin etmez ve meseleyi tam mânâsıyla çözmez. Bu takdirde üç ÅŸarttan birinin veya hepsinin varlığı hâlinde, hukukçu istihsan denilen bir baÅŸka çareye müracaat eder. Yani bu kıyastan uzaklaşıp baÅŸka bir kıyas yapar veya umumî hükmü bırakıp, hususî bir hükme varır. Bu üç ÅŸart: Örf ve âdet, zaruret ve maslahat, yani umumun(cemiyetin) menfaatidir.
 
Bu husus, Ä°slâm hukukunun deÄŸiÅŸen zamana tatbikini temin eder. Çünki zamanın deÄŸiÅŸmesi ile bu üç hâlden birisi ortaya çıktığında, hukukî hükmün deÄŸiÅŸebilmesi bahis mevzuu olur.
 
Kur’an-ı kerîm ve Sünnet-i nebevî hükümlerinin bir kısmı, cihad ve içki yasağına dair olanlar gibi, tedricen(zamana yayılarak) nâzil olmuÅŸtur.  Bir kısmında da muvakkat(belli bir zaman dilimi için) hükümler vaz’ edilmiÅŸ ve zamanı gelince bir baÅŸka hüküm ile bu hükmün mer’iyyet (yürürlük) zamanının bittiÄŸi haber verilmiÅŸtir. Buna nesh denir. Zinâ ile alâkalı âyetler buna misaldir. Zinâ edenler için evvela ev hapsi; sonra dayak cezâsı getirilmiÅŸ; bilahare muhsan (hür, müslüman ve evli) olanlar için ölüm cezâsı konulmuÅŸtur. Bütün bunlar, zamanın deÄŸiÅŸmesi ile hükümlerin de deÄŸiÅŸebilmesinin, Ä°slâm hukukunun ruhuna aykırı olmadığını gösterir.”
 
Åžimdi nasıl güncelleÅŸtirilecek?
 
Dinin deÄŸiÅŸebilir ve deÄŸiÅŸmez hükümleri ayrı ayrıdır. Yazının başında dikkat çektiÄŸimiz üzere eÄŸer güncelleÅŸtirmeden kastedilen Mecelle’deki madde istikametindeyse herhangi bir problem olduÄŸu söylenemez. Yok eÄŸer bu maddenin içi modernist yorumlar istikametinde doldurulacaksa o zaman ciddi bir problem arzeder. Binaenaleyh ilerleyen zamanlarda pek çok ciddi münakaÅŸaya sebebiyet verir.
 
Tanzimat sonrasındaki tecrübeler de gösteriyor ki, bütün bu iÅŸi yapacak olan yetiÅŸmiÅŸ, kaliteli hukukçulardır.  DeÄŸiÅŸebilir hükümleri de güncellemek basit ve sıradan bir iÅŸ deÄŸildir. Evvela neyin, niçin deÄŸiÅŸmesi gerektiÄŸi Ä°slamın deÄŸiÅŸmez ahkamı nazara alınarak tespit edilmelidir. Ardından bunu kimlerin yapacağı meselesi gelir. Cevdet PaÅŸa ve Mecelle Heyeti ayarında kaç Ä°slam hukukçusuna sahibiz?
 
Ä°slam hukukuna uymak, onu nazara alarak aile ve kadın baÅŸta olmak üzere bir takım problemlerimizi çözmek istiyorsak  en az geçmiÅŸteki ulema kadar mesai harcamamız icab eder. Yapılması gereken evvela hukuk ve ilahiyat sahasında Osmanlı ulemasının birikimlerinden istifade edilmesidir. Mecellenin külli kaideleri ve Ä°slam hukuku birikimimiz elimizin altındadır. Tarih boyunca adaleti nasıl tesis ettiÄŸimiz bu metinlerde yatıyor. Günümüzde de Ä°slamda deÄŸiÅŸmeye, zamanın ÅŸartlarına uymaya dair pek çok ilmi eser de kaleme alınmıştır.Marmara Üniversitesi Türk Hukuk Tarihi Profesörlerinden Ekrem BuÄŸra Ekinci’nin “Ä°slam Hukukunda DeÄŸiÅŸmenin Sınırı” kitabı bu meseleyi ele alan en ciddi müracaat kaynaklarındandır.
 
Bütün bu birikimlerimize sırt çevrilerek Avrupa BirliÄŸi’ne girme teÅŸebbüsleri safhasında, tercüme yoluyla kabul edilen medeni kânunlar, bugünki  problemlerin de merkezini oluÅŸturuyor.
 
Yakın tarihte metodolojiyi, ilim geleneÄŸimizi, Ä°slam adab ve erkanını hiçe sayan yorum ve düÅŸünceleriyle fitneye sebep olan ÅŸahıslar maalesef çok fazla gündeme getirildi. Böyle kimselere karşı en iyi mücadele yolu da yine kendi kaynaklarımızdan istifade ederek ÅŸuurlanmaktan geçiyor.
 
 
Müellif: Bahadır Bilge / Kaynak: Kalembaz
 
_____________________________________________________________________________________________________________________________
 
Ä°stifade edilen kaynaklar:
 
Ahmet Cevdet PaÅŸa ve Mecelle, Prof. Ahmet ÅžimÅŸirgil- Prof.Ekrem BuÄŸra Ekinci, IQ Sanat Yay.
 
İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı, Prof. Ekrem Buğra Ekinci, Arısanat Yay.
 
Dürerü’l Hükkam Åžerhu Mecelleti’l Ahkam, Ali Haydar Efendi, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı Yay. 2017
 
Hukuk-u  Ä°slâmiyye  ve  Istılahat-ı  Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen
 
Ä°bni Âbidin Reddü’ül Muhtar Tercümesi, Trc: Ahmed DavudoÄŸlu, Åžamil Yay.
 
Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye, Mehmet Akif Aydın, DİA.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.