İnsanları yerinden yurdundan edenler ve yurtsuzlara kucak açanlar
Follow @dusuncemektebi2
Türkiye’nin eşbaşkanlığında dün BM Cenevre Ofisinde düzenlenen Küresel Mülteci Forumu BM’nin Aralık 2018’de New York’ta kabul ettiği “Mültecilere İlişkin Küresel Mutabakat”ın hayata geçirilmesi yolundaki ilk toplantıydı.
Aslında forum büyük ölçüde Türkiye’nin girişimi ve öncülüğüyle başlatılmış ve katılımcı ülkelerin büyük çoğunluğu ise bu sorundan mustarip ülkelerden oluşmuş. AB ülkelerinin mülteci sorunundan mustarip olduğu çok açık. Sonuçta dünyanın her yanından mülteci daha iyi, daha güvenli bir hayat bulabilmek ve kurabilmek üzere AB ülkelerinden birinin yolunu tutuyor. Mültecilerin kabulü konusunda AB üye ülkeleri bağlayan belli kurallar belirlemiş aslında. Ama bu kurallara üye ülkelerin hepsi aynı şekilde uymuyor, hatta bazı ülkeler hiç uymuyor. Birliğin sürükleyici üyesi Almanya ise, takdir etmek gerekir ki, bu konuda AB’nin belirlediği kurallara en tutarlı biçimde uymaya çalışan bir ülke. Sadece Suriye’den şu ana kadar kabul edilen mülteci sayısı 1 milyonu geçmiş durumda, üstelik bu mültecilerin kabulü, ihtiyaçlarının karşılanması, geri gönderilmeme garantisi ve topluma uyumu konusunda Birliğin kural ve kriterlerine uymaya azami çaba sarfediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan forumda sayıları 260 milyonu aşmış bulunan göçmen, 71 milyonun üzerinde yerlerinden edilmiş kişi ve 25 milyona yakın mülteci varlığının bugün dünyada hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı bir sorun olarak kabul edilmesi gerektiğini söylerken, Türkiye olarak bütün dünya ülkeleri arasında bu ortak insanlık sorunundan doğan sorumluluğu en iyi yerine getiren ülkelerin başında geldiğini anlattı.
Aslında gerek Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken gerekse de bu foruma katılan ülkelerin profillerine, sicillerine baktığımda sorunun hem teşhisi hem de çözümüne yaklaşım konusunda fena halde dikkatlerden kaçtığını fark ettim. O da şu: Bu foruma katılan ülkelerin hepsi başka ülkeler tarafından sebep olunmuş göç sorunlarıyla baş etmeye çalışan ülkeler.
Asıl bu göçün sorumlusu olan, kendi ülkelerinde veya savaştıkları ülkelerde yarattıkları istikrarsızlık ortamları yüzünden nüfus hareketliliklerine yol açan ülkeler göç ve mülteci sorunuyla hiç ilgilenmiyor, yerinden yurdundan edilmiş insanlar umurlarında bile değil gibi görünüyor.
Bugün Suriye’de yaşanan insani krizin, katliamların sorumluları olan Rusya, İran ve ABD’yi artık bütün insanlığın meselesi haline gelmiş olan mülteci sorunlarıyla ilgilenirken hiçbir şekilde görmüyoruz. Oysa Suriye topraklarında nüfuz kazanmak uğruna sivil halka karşı sergiledikleri katliamlar, ülkeyi içine soktukları istikrarsızlık her gün daha fazla insanın yerinden yurdundan kopmasına yol açıyor ama bunun ürettiği insani sorunlarla hiçbir şekilde ilgilenmiyor. Üstelik bu ülkelerin her biri Suriye’den veya başka ülkelerden kendilerine gelebilecek göçlere karşı en büyük direnişi sergileyen ülkeler. Onların ürettiği insanlık sorunları Türkiye, Ürdün, Lübnan ve AB ülkelerini meşgul ediyor ve böyle bir sorunun uluslararası çözümünde bir sorumluluk bile almaya yanaşmıyorlar.
Aynı şekilde şu veya bu nedenle Afganistan’da giriştikleri savaşın ürettiği göç, ilk etabında Rusya’nın, son etabında da ABD’nin sebep olduğu bir olay. Ancak bu sorun yıllardır Pakistan’ı meşgul ederken, bu sorunun çözümüyle ne Rusya ne ABD hiçbir şekilde ilgilenmiyor.
ABD ve İngiltere’nin Irak’ta giriştikleri işgalin yol açtığı katliam ve ölümleri bir kenara bırakalım, buradan da yüzbinlerce kişi yerinden yurdundan koparıldı. Bunların sorunları da işgalcileri değil, birinci dereceden yine Türkiye ve AB ülkelerini etkiledi. Ne ABD ne de İngiltere’yi Irak’tan göç etmek zorunda kalan insanların sorunlarıyla ilgilenirken görmüyoruz.
Suudi Arabistan ve BAE’nin Yemen’de yürüttükleri operasyonlar ülkeyi Yemenliler için yaşanamaz hale getirirken buradan da yüzbinlerce insan ülkelerini terk etmek zorunda bırakılıyor ve bunlar bu iki ülkeyi hiç ilgilendirmiyor. Tabi Yemen’deki savaşın bir diğer sorumlusu, burayı kendi nüfuzunun yayılma alanı olarak gören İran’ın da aynı şekilde mülteci sorununa alabildiğine lakayt kaldığı bir gerçek.
Mısır’daki kanlı darbe ve ardından tesis edilen istibdat yüzünden ciddi bir siyasi mülteci sayısı oluşmuş durumda. Bu darbeyi destekleyen SA ve BAE’nin yine bundan doğan bir sorumluluğu açık olduğu halde, bu sorunun varlığını bile kabul etmiyorlar.
Bu listeye Filistin göçüne yol açan İsrail’i, yine Libya’da darbeci Hafter’in cürümlerini destekleyerek ülkede göç dalgaları oluşmasına yol açan Rusya, SA, BAE ve Fransa’yı, Arakanlı göçüne yol açan Myanmar’ı, Keşmir göçüne yol açan Hindistan’ı da katabilirsiniz.
Bu tabloya bütün olarak bakıldığında, dünyada güç gösterileri ve yayılmacı politikalarıyla göç ettiren ülkeler var, bir de bu göçün ürettiği insani sorunlarla baş etmeye çalışan, başetmek durumunda kalan ülkeler var. İlginç olan bu ülkelerin genellikle birbirinin işine karşımadan ayrışmış olmaları. Dünyada bir de böyle bir uluslararası dağılım var.
Oysa istemsiz göç ve mülteci sorununun kökten çözümü ancak bazı ülkelerin haksız yayılma politikalarından vazgeçmesiyle mümkün olabilir. Göçe yol açan politikaların hiç bir yaptırımı yok, üstelik göç ettirenler diğer ülkelerinden daha zengin ve daha güçlüler.
Sorunun varlığını kabul ettiklerinde çözümüne de güçleri daha fazla yeterli. Ama kabul etmeleri için, ilk etapta bunun maliyetini kendilerine hissettirecek, ödetecek, karşılarında bu bilince varmış güçlü bir bloğun oluşması lazım.
Müellif: Yasin Aktay / Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.