Millet Olabilme Meselesi: Asalet, Haysiyettedir
Follow @dusuncemektebi2
Hindistanlı şair filozof Muhammed İkbal, İnsan olmanın olan değil, olması gereken bir süreç olduğunu söyler. İnsan tözüyle doğarız, ama insan olmak, çabamıza bağlıdır, der. Böylece, Allah’ın aziz kıldığı insan varoluşu, doğuştan ve bedava kazanılmış hazır bir mertebe değil, aksine kendi irademiz ve çabamızla elde etmek zorunda olduğumuz bir hedef haline gelir.
Ä°nsan varlığını biyolojik düzeyden ontolojik bir baÄŸlama çeken bu bakış, insana dair sorunları tartışma seviyesini de yukarı çeker. Madde ve mana dikotomisi, teleolojik bir çerçevede yeniden ÅŸekillenir. Hayat, amacı olan bir süreçtir ve her ÅŸey deÄŸiÅŸerek, dönüÅŸerek süreklilik içinde bir hedefe doÄŸru hareket eder.
Sosyal ve siyasal meseleler de bu dinamik bakış içinde ele alındığında anlam kazanır. DeÄŸerler, sabit, donuk birer dogma olmaktan çıkar ve sürekli yenilenen birer ilkeye dönüÅŸür. Olgular, deÄŸiÅŸken koÅŸullar içinde biteviye mahiyet kazanır. Kavramlar, içeriÄŸi deÄŸiÅŸmeksizin iÅŸlevselleÅŸir. Bu kozmik hareketin ve sürekli deÄŸiÅŸimin özü ise, ‘bir’dir. Melayê Cizîrî’nin hikmetli dizeleriyle;
Yek e derya tu bizan qenc çi mewc û çi hebab
Di esil de ku hemî av e; çi av û çi cemed
(Bil ki birdir denizde, dalga da köpükte
Aslında hepsi sudur; su da buz da)
Hint felsefesinde, ‘suyun içinde sönmüÅŸ ateÅŸin ruhu vardır’ ÅŸeklinde ifade edilen bu idrak, Ä°slam felsefesinde ‘çokluk içinde birlik’, ‘süreklilik içinde deÄŸiÅŸim’, ‘sükunet içinde hareket’ ilkeleriyle tartışılmış, modern felsefede Hegel’in karşıtların birliÄŸine dayalı diyalektik çözümlemelerine de ilham olmuÅŸtur.
Uzun zamandır insana dair sorunları felsefi ve tarihsel baÄŸlamlar içinde tartışmayı terk etmiÅŸ olsak ta, büyük bir deÄŸiÅŸim süreci yaÅŸarken, en azından temel sorunları kaldığı yerden ve ciddi baÄŸlamlar içinde ele alabiliriz. Vatan, Millet, Devlet, hukuk, ahlak ve din gibi baÅŸlıkların, güncel sorunların kısıtlı ve önyargılarla dolu atmosferinde yeniden ele alınıp daha derinlikli bir çerçevede ve ortak geleceÄŸimiz için tartışılması elzemdir. ÖrneÄŸin, Millet kavramının etimolojisi dahil, ulus, kavim,toplum,milliyet,halk gibi diÄŸer kavramlarla iliÅŸkisi, reel ve hipotetik boyutları, geleceÄŸe dönük bir baÄŸlam içinde yeniden tartışılmak zorundadır. Oysa Kürt sorunu baÄŸlamı, mevcut ulus devlet formu ufkuyla tartışıldığı sürece, salt varolan milliyet-ulus kavramlarının dar sınırlarında süren totolojik bir çıkmazı iÅŸaret eder. Sorunu yaratan nedenlerin içinde soruna çare aramak, sadece çaresizliÄŸi derinleÅŸtirir.
Ä°nsana ve hayata dair felsefi derinlik, tam da bugünler için gereklidir. Sorunlara dair daha hikmetli ve kozmik bakış, mevcut dar görüÅŸlülük ve ezberlerin dışına çıkartır. Felsefe zaten varolanı bir kez daha sorgulama, hatta ‘düÅŸünülmemiÅŸ olanı düÅŸünme’ denemesidir.
Birbirine yakın bütün kavramların aynı manada kullanıldığı bir düÅŸünce atmosferinde, Millet kavramının öncelikle diÄŸerlerinden tefrik edilmesi ve dinamik bir olgu halinde ele alınması yapılacak ilk iÅŸ olmalıdır. Kabile, kavim, ulus gibi gerçekliklerin bir ÅŸekilde iÅŸaret ettiÄŸi etnos ile, millet kavramında mündemiç nonetnik ‘biz’ duygusu, asla yan yana zikredilemeyecek iki farklı gerçekliktir. Etnos, batı icadı bir kavram olarak tarihsel kabile,aÅŸiret,kavim gibi olguların dil ve ırk birliÄŸinin kökenine gönderme yapar. Ulus, modern kapitalizmin askeri tarım imparatorluklarını parçalama çabasında icat olunmuÅŸ daha sun’i, daha kurgusal bir entitedir. Irk-dil-kültür-din gibi gerçekliklerin yeniden üretimiyle ve boz-yap teknikleriyle oldurulmaya çalışılan metazori bir olgudur. Küresel kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre ÅŸekillenen ve arzu edildiÄŸinde yeniden ÅŸekillendirilen ulus, özünde küresel imparatorluk idealinin yönetilebilir küçük vilayetleri olarak tasarlanmıştır.
Millet ise, kabileler,aÅŸiretler, kavimler ve ulusların varsaydığı tüm gerçekliklerin hem önemsizleÅŸtirilmesi ve hem de tabii halleriyle birbiriyle senkronize edilmesini ifade eder. Kabile, etnos veya ulus kimliÄŸi, Millet için sadece çeÅŸitliliÄŸin senkronizasyon ögeleridir. Bunun dışında bir önemleri yoktur.
Millet, bu baÄŸlamda dinamik, deÄŸiÅŸken ve yenilenebilir bir muhteva taşır. Senkronize olan kabileler, kavimler, uluslar, dinsel ve mezhebi unsurlar zaman içinde farklılaÅŸabilir, kültürel benzeÅŸim dozajı artar veya eksilebilir, devlet,rejim,sistem üst yapısı deÄŸiÅŸebilir.Ama millet olma-varlık- ve onun sürekliliÄŸi-beka-duygusu deÄŸiÅŸmez.
Bir ÅŸekilde aynı coÄŸrafyayı paylaÅŸan, aynı devlete vatandaÅŸ kılınmış, aynı kültürel kodlarla donatılmış bir topluluk millet deÄŸil ulustur… Millet, bu ulusu da içerebilen daha geniÅŸ ve ereksel bir entitedir. Millet amacı, hedefi olan bir ortak biz duygusudur.Bu nedenle de din gibi en geniÅŸ ortak özellikler dâhil, ortak dil, etnik köken, kültür ve coÄŸrafya gibi özelliklerin bu biz duygusu içinde yeniden anlamlandırılması söz konusudur. Bu manada, aynı etnos ve ulus içinde yaÅŸansa dahi aynı milletten sayılmak için, daha fazla bir deÄŸer gerekir. ÖrneÄŸin, aynı toplumda yaÅŸayan ama farklı millet nosyonlarına sahip olan birden fazla grup olabilir.Aynı devletin vatandaşı olmak, aynı dili konuÅŸmak hatta aynı dinden olmak bile, bazen aynı milli duyguyu taşıyor olmanın gerek ÅŸartı olmayabilmektedir.
Ulus ile millet arasındaki en anlamlı fark, ulusun bir topluluÄŸu diÄŸer topluluklardan ve insanlıktan ayırarak kendi içinde homojenleÅŸtirmeye zorlaması, milletin ise tabii farklılıkları senkronize ederek bir amaç doÄŸrultusunda toplumu evrenselleÅŸtirmesidir… Ulus geniÅŸletilmiÅŸ kabilecilik, millet ise baÄŸdaÅŸtırılmış bir çoÄŸulluktur. Ulus, tabii gerçeklikleri sabitlemeyi, millet ise aynı gerçekliklerin deÄŸiÅŸerek süreklileÅŸmesini ifade eder. Ulus bir ana kavim ve kültürün tektipleÅŸtirilmesinden doÄŸmuÅŸtur. Milletin ana kavmi deÄŸil, ortak ideası ve hedefleri vardır. Ulus, toplumun ortak asaletini son tahlilde ırksal asabiyeyle saÄŸlar. Millet ise asaleti milleti var eden bütün deÄŸer ve özelliklerden alır. Ulus, zoraki yapılan bir projedir, millet ise zaten var olan bir duygudaÅŸlık…
Bu çerçevede ele alındığında bugün yaÅŸadığımız toplum için millet kavramı ulus ve kavim kavramlarının deforme ettiÄŸi, parçaladığı ve yeniden yaptığı bir çok gerçekliÄŸin içine dağılmış ve kaybolmuÅŸ bir hikmeti ifade etmektedir. 1. Dünya savaşı sonrası yaÅŸanan parçalanmışlık, millet gerçeÄŸimizi de parçalamış ve yerine yapay uluslardan oluÅŸan ve varlıklarıyla bu parçalanmışlığın tescilini ifade eden entiteler ikame dilmiÅŸtir. Milletin kadim Ä°slam kimliÄŸi, ümmet ÅŸuuru ve cihanÅŸumul hedefleri terk edilerek adeta hadım edilmiÅŸ, ‘Türk’ kavramı geçici olarak Osmanlı ifadesi yerine geçirilerek bizzat Türkler dahil elde kalan savaÅŸ artığı, göçmen, çaresiz yığından bambaÅŸka ve yeni bir ulus yaratılmak istenmiÅŸtir. Bu çabanın travma sonrası varlık ve beka refleksi olarak bir anlamı vardır. Ama son tahlilde asıl bütünden elde kalan ana parçanın kendi haliyle bile deÄŸil, baÅŸkalaÅŸtırılarak ve aslına yabancılaÅŸtırılarak var kalmasına dönük bu çabanın, millet varlığını tahrip etmekten baÅŸka bir sonucu olmamıştır. Kürt meselesi, laiklik, Alevilik gibi aktüel sorunların, 90 yıldır süren devlet içi, devlet-toplum ve halk içi çatışma ve çekiÅŸmelerin gösterdiÄŸi asıl temel nedeni budur. Biz millet olma özelliÄŸini kaybetmiÅŸ, yerine ikame edilen sun’i kimlik projesiyle de daha fazla parçalanan, uzun yüzyılların makus kaderine mahkum olmuÅŸ bir topluluÄŸuz.
Bu gerçeÄŸe dayanmadan yürütülecek her tartışma eksik ve tutarsız sonuçlara gidecektir ve nitekim de öyle olmaktadır.
Sorunu batıyla ittifaklar, bölgesel politikalar, Musul petrolleri, kürt meselesi gibi her biri bir gerçeklik taşısa da eksik baÅŸlıklar altında tartışmak, bizi kaçtığımız asıl gerçeÄŸimizle yüzleÅŸmekten kurtaramayacaktır.Biz, yenilmiÅŸ, yıkılmış, dağılmış bir milletiz ve parçalarımızı biran önce toplamak, yenilgi psikolojisinden çıkmak, yıkıntıları tamir etmekle mükellefiz. Bu amaç, bizi yeniden millet yapacak bir ideadır ve boÄŸuÅŸtuÄŸumuz sorunlar ancak bu idea sayesinde bize yeniden hayat üfleyecek bir manivela iÅŸlevi görecektir.
MilletleÅŸme, milliyetçilik çukurundan tekrar bir düzey yukarı çıkma çabasıdır. Töz halindeki millet idrakinin, yeniden topluma nefes vermesi, çokluk içinde birliÄŸin tecellisidir.
Bu baÄŸlamda, Ulus-kavim, milleti parçalamanın adıdır. Bu Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut milleti ifadeleri için de geçerlidir. Bir kavmin adını milletin önüne koyanlar, batının parçaladığı millet telakkisinin yokedilmesini ifade etmekteler.
Bu baÄŸlamda, Kavim-Ulus için en temel ortak deÄŸer olan dil, millet baÄŸlamında bambaÅŸka bir mana taşır. Öncelikle hiçbir dil, onun içine doÄŸanların tapulu malı deÄŸildir. Diller, herkese aittir. Önceki ve sonraki kuÅŸaklara da aittir. Milletin dili deÄŸil, dilleri olur ve farklı dillerin hepsi tarihsel ve sosyal gerçekliÄŸe uygun bir milli misyona sahiptir. Osmanlı da Arapça ilim, Farsça edebiyat, Türkçe, Ermenice, Rumca, Kürtçe, Arnavutça konuÅŸma dilleridir.
Son haçlı seferi olan 1. dünya savaşı sonrası yaÅŸanan büyük parçalanma sürecinde her parçaçığın kendisini bütün yerine ikamesi, bütün taklidi yapması söz konusu olmuÅŸtur. Türk veya Arap milleti, olmayan bir gerçekliÄŸin hakikat yerine ikamesi, daha kötüsü, olması gereken bütünleÅŸmenin ertelenmesi pahasına parçalanmanın içselleÅŸtirilmesi demektir. Türk kavramına kaldıramayacağı manalar yükleyenlerin kavrayamayacağı gerçek ÅŸudur; Türk, tarih boyunca bir millet adı olarak deÄŸil ama milletimizin varlık ve bekası için yüklendiÄŸi misyon kadar milletin bileÅŸeni olarak mana kazanmıştır.Bu da ilelebet sürecek kazanılmış bir hak deÄŸil, aynı misyonu sürdürdükçe devam edecek bir misyon demektir. Bu ilke Kürt, Arap ve diÄŸer kavimler içinde geçerlidir. Etnik takı, millet kavramının doÄŸasına terstir. Millet bir üst düzey toplumsallaÅŸmadır. Ona bir isim konacaksa, bu Ä°slam milleti veya Osmanlı milleti olabilir.
Biz, millet olarak ÅŸu ortak duygunun bin yıllık çocuklarıyız; Birlikte yaÅŸadığımız insanlarla ya Âdem’de kardeÅŸ,ya Ä°brahim’de yoldaÅŸ, ya da Muhammed’de dindaşız. Bütün dil, etnos ve mezheplerimiz tarihin ürünü, önemsiz birer teferruattır. Her biri yok olsalar bile-ki, tarih hepsini yok edip baÅŸka isim ve cisimler halinde sosyal kimlikler geliÅŸtirecektir-, insanlıkta, ümmette hiç bir ÅŸey kaybetmez… Ama biz, hepsini yaÅŸatacak, hepsini hepimizin ortak deÄŸeri kılacak bir irfanla, bu farklılıkları insanlığın ortak birikimi olarak daima korumalıyız. Bizim milletimiz, bu tabii beÅŸeri özelliklerimizle deÄŸil, Adem olmanın, Ä°brahim yolunda yürümenin, Muhammedin davasının nöbetini tutmanın ÅŸuuruyla var olabilir ancak. La ilahe illallah’ın, yani insanı kula kulluktan kurtarma davasının nöbetidir bu. Bu evrensel dava bizim haysiyetimizdir, millet olmanın özü, iÅŸte bu haysiyet davası için vatanı, devleti, dillerimizi, kültürel özelliklerimizi, töremizi, maddi ve manevi bütün gücümüzü seferber etme çabasıdır. Anayasa, devletle-toplumu ve iliÅŸkilerini modern kavram ve içeriklerle tanımlayabilir. Ama milleti tanımlayacaksa eÄŸer, bunu milletimizi parçalayan ırk, kavim,ulusla deÄŸil, yeniden milletleÅŸmemizi saÄŸlayacak daha kuÅŸatıcı ve deÄŸer içeren kavramlarla tanımlamalıdır. Irksal kimliklerini asli deÄŸerlerimizin önüne geçirerek aslında o kimlikleri de zedeleyen ve son tahlilde Sykes-Picot ve Lozan‘la özdeÅŸleÅŸmiÅŸ bölünmüÅŸlüÄŸü kutsayan her yaklaşım, haysiyetimizi yaralamaktadır. Asaleti etnik kökende arayan parçalanma dinamiÄŸinin geçen yüzyılda kan,gözyaşı ve etnik çatışmalarla boÄŸduÄŸu ruhlarımızı özgürleÅŸtirip, batının ezberlettiÄŸi alışkanlıkları terk edebilirsek, iÅŸte o zaman yeniden millet olabileceÄŸiz.
Haysiyetimiz, bu manada millet olmamıza baÄŸlıdır. Millet olabilirsek gerçekten bize ait devletimiz de olacaktır.
Müellif: Ahmet ÖZCAN / Kaynak: Dibace.net
Henüz yorum yapılmamış.