Rumeli'nin Feryadında Selanik'i duymak: Balkan Harbi Tefrikaları
Follow @dusuncemektebi2
Ömer Seyfeddin ile Türklük Şuûruna Dâir Hasbihâller
1912 sonbahârı… Tam bir yaprak dökümü mevsimi… Kuzey Afrika’yı iÅŸgâl etmekle meÅŸgûl Avrupa’nın Ä°talya’sının payına Trablusgarb düÅŸmüÅŸtü ve Trablusgarb elimizden çıkmıştı… O gece Selânik sokakları Türk gönüllere daha bir yabancı, daha bir Frenk, daha bir el idi… Avrupa’nın riyâkâr medeniyet anlayışı ile masonluÄŸun buradaki Türk hâkimiyeti üzerindeki yıkıcı etkisi, bir ressamın tablosundan ancak bu kadar mükemmel çıkabilirdi…
Nasıl çıkmasındı? O bir asker olsa da aynı zamanda bir edebiyât öÄŸretmeniydi de. Türk subayı hem düÅŸmana karşı savaÅŸmış bir gâzî, hem de Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya kaldığı sıkıntılara, dertlere çözümler sunan bir münevver; bir düÅŸünce ve aksiyon insanı, Rûmeli coÄŸrafyasına, insanına ve olan bitene tanıklık eden bir ÅŸâhittir. ÇekiÅŸmeler, ihânetler, ıztırâblar, basîretsizlikler arasındaki bunca çırpınış beyhûde olmamalıydı! Henüz harp fiilen baÅŸlamasa da ayak sesleri kulakları sağır edecek kadar yakındı. Ufukta yaÅŸanacak acılar, gâfil avlanmış, göçlere zorlanmış, katledilmiÅŸ Türkler, açlık, yokluk, salgın hastalıklar bini bir para acılar vardı. Henüz Ä°ÅŸkodra, Yanya ve Selânik bizimdi, ama yarın meçhuldü…
Eski Selânik resimleri
Âh güzelim Selânik! Âh Beyaz Kule! Daha savaÅŸmadan teslim edilmeye hazır mıydın yoksa! Kıyıda taÅŸları döven dalgalara bakarken, cebinden çıkardığı tütünlüÄŸünden aldığı tütünü ağır ağır sardı ve çok derinden ciÄŸerlerini dumanlı bir Selânik havası ile doldurdu koca yürekli Türk subayı…
“Sen başına karalar baÄŸla, Selânik Türk olmaktan çıkmış… Baksana etrafa!” dedi…
Göklerde o meÅŸ’ûm geleceÄŸin felâket sisi, gönüller âh, figanla dolacak! Olimpos Palas, Kristal Splandit Palas ve etrafdaki irili ufaklı gazinoların hepsi gayrimüslimlere âitti, cıvıl cıvıldı. Katolik Kilisesi’nin hâkim ve müstevlî çanı saat üçü vuruyor, hiddetli bir âhenkle, bâzen yavaÅŸlayarak, bâzen coÅŸarak devâm eden harîs tanîni karanlıklara yayılıyor, altınlı iktisat ve menfaat rûyâları gören müsterih Yahûdî mahallelerinin üzerinde dalgalanıyor, sonra ta yukarılara, mert ve sessiz Türk mahallesinin sık ve geniÅŸ çatılarına doÄŸru yayılıyordu. Bunca yılın efendisi Türk, neden sessizdi? Müstehak mıydı bu olanlar yoksa? Hayır! Hayır! Sardığı cigarasını yakıp dumanını ciÄŸerlerine doldururken, kendi iç dünyasında yaÅŸadığı çekiÅŸmelerden sonra, meydanda biriken kadın ve erkeklerin kendi aralarında:
“Yeni baÅŸlayan harbi, düÅŸman filosunun muzafferiyetini”
konuşmalarına kulak kesilir.
Eski Selânik resimleri
Bu coÄŸrafyanın altı asırdır hâkimi olan Türk, mertti mert olmasına elbette, ammâ ÅŸimdilerde bir yanda hızı arÅŸa çıkmış olan etno milliyetçilik ile ötelenen, yalnızlaÅŸtırılan ve olan biteni sîneye çekercesine sessizdi Türk. DiÄŸer yanda, Türk kimliÄŸini saklamış ve ondan utanmış, mason localarının müdâvimi Türkler vardı… Tıpkı Kenan Bey gibi…
Kenan Bey… Ecnebî ve levanten mahfillerde yetiÅŸmiÅŸ, Avrupa’da okumuÅŸ ve Avrupalı olmak için her ÅŸeyini fedâ etmiÅŸ, Türk olmaktan dahî esef duymuÅŸ Kenan Bey, Italyan Grazia’nın kocası, Primo Türk çocuÄŸunun babası… Evlenmeden önce doÄŸacak çocuklarının Ä°talyan kültürünce ve geleneklerince yetiÅŸtirileceÄŸine dâir babasına söz verdiÄŸi Ä°talyan kızı Grazia… Ä°ÅŸte Trablusgarb’ın iÅŸgâli haberini aldığı bu gece Türk’lüÄŸünü inkâr ederek geçirdiÄŸi günlerin bir muhâkemesini yapar Kenan Bey, Türk subayının, yâni Ömer Seyfeddin’in kaleminde. Gece boyunca düÅŸünür, kendinden tiksinir, utanç duyar. O deÄŸil miydi TürklüÄŸü hakîr gören, yıllarca mason localarının müdâvimi, o medenî Batı’nın müdâvimi? Ä°ÅŸte medenî Batı! Bir bir geri kalmış ülkeleri insanlık adına iÅŸgâl ediyor, insanları katlediyor ve sıra Anadolu’ya geliyordu! O gece hissiyâtının ağırlığı altında evine gidemez, otelde kalır Kenan Bey. Ertesi gün güneÅŸ pırıl pırıl doÄŸmuÅŸ, tramvaya binmek yerine Beyaz Kule’ye kadar yürümek istemiÅŸti. Yolda insanlara dikkatlice bakar, ÅŸapkaları bile ÅŸendir bu insanların âdetâ. Tüccar kâtipleri, maÄŸaza memurları, kendi kendilerine hayâlî bir ehemmiyet veren tatlısu frenkleri, hâsılı Türk’e düÅŸman bu güruh sevinç içinde idi, neredeyse hâriçten biri gelse bayram var sanacaktı.
Kezâ tramvaya bindiÄŸinde de kondüktörün mevkiinde ayakta duran Kenan Bey farkeder ki, vagondaki hiç kimse Türkçe konuÅŸmamaktadır. Biri kendisi, biri biletçi diÄŸeri vatman olan üç kiÅŸi fes giymiÅŸ, hâriçte olanlar ÅŸapkalı, uzun entarili Anglo-Frankan ekolüdür. Tahammülü güç bu manzaraya kafasını çevirip dışarıyı seyre koyulur ammâ nâfile, heyhât! Dışarıda da manzara aynıdır. Selânik, bunca zamandır Frankan ekolünce gaspedilmiÅŸ ve Kenan Bey bunun ancak farkına varabilmiÅŸtir. Mutlu ve ÅŸen insanlar, yakın gelecekte Türk’ün başına gelecekleri bilmektedir. Tıpkı Kenan Bey’in karısı Grazia gibi…
Eve vardığında kendisini telâÅŸla karşılar Grazia. Savaşın gölgesi düÅŸmüÅŸtür ve o, ilk fırsatta çocuÄŸunu da alarak Ä°talya’ya kaçmak ister. Grazia, Türklerin bilmediÄŸi harple ilgili bütün bilgileri ecnebîlerden öÄŸrenmiÅŸ; Ä°ngiltere, Almanya, Fransa, hâsılı bütün Avrupalıların, bir yıl içinde Åžark Mes’elesi’ni yâni Osmanlı’yı halledeceklerini öÄŸrenmiÅŸtir. Dolayısıyla ortalık karışmadan buradan uzaklaÅŸmak gerektiÄŸini söyler. Onlar aralarında tartışa dururlarken evvelden geliÅŸen olayları parkta oynayan ecnebî arkadaÅŸlarından öÄŸrenmiÅŸ olan Primo da kapı aralığından bu tartışmaya ÅŸâhid olur. Primo, karârını bir Türk çocuÄŸu olarak vermiÅŸtir, yarım yamalak Türkçesiyle:
Eski Selânik resimleri
“Ben Türko!”
der… ve Türk olarak kalmayı, Türk olarak yetiÅŸmeyi tercîh eder.
“Büyük tecâvüzler, büyük felâketler daima büyük inkılâplara baÅŸlangıç olmaz mıydı?”
Ä°ÅŸte savaÅŸ, Kenan Bey’in silkinmesine, millî bilincinin uyanmasına vesîle olur. Selânik’te iÅŸittiklerinin, gazetelerde okuduklarının sahîh olduÄŸuna akıl erdiremeyecek kadar zihni karışır. Nitekim TürklüÄŸe yani “medeniyetsizliÄŸe” karşı taassup derecesinde nefret duyan, Avrupa âdâb-ı muâÅŸeretine vukûfuyla bilinen, Paris’te eÄŸitimini tamamlamış Kenan Bey’in, “fazilet ve insaniyet” dışında tanıdığı bir deÄŸer yoktur. O harbi sevmez, “harp hayattır” diyen filozoftan da nefret eder. Savaşın sıkıntısını rûhunda hisseden Kenan Bey, insâniyete hizmet eden Avrupalılar’ın Afrika’da yaptığı sömürü ve katliâmları hatırlar. Onların Afrika’yı kendi aralarında paylaÅŸmalarından sonra sıranın Osmanlı’ya geldiÄŸini fark eder. Ä°ÅŸte bugün Ä°talya Trablusgarb’ı iÅŸgâl etmiÅŸtir, “insaniyet” diyerek kendilerinden olmayanları ezmek, sömürmek için savaÅŸa yeltenmiÅŸtir.
Selânik, âh güzelim Selânik, ata diyârı, yürek yanığı Selânik… Etnik milliyeteçilik ile kaynayan Rûmeli’nde Türk milliyetçiliÄŸinin ilk perçinlendiÄŸi yer. Ama ne yazık ki, geç kalınmış, Selânik çoktan ellerin olmuÅŸtur. 19. yüzyıl sosyal ve siyasî portresinde millî duruÅŸun yoksunluÄŸundan kaynaklanan bir millî trajedinin haberciliÄŸini yapan birer öznedir Kenan Bey ve Primo Türk ÇocuÄŸu. Aynı zamanda uyanan, Türklük ÅŸuûruna varan insanları da temsil etmektedirler. Onlar Türklük ÅŸuûruna varmışlardır, ancak Selânik artık bir Türk ÅŸehri deÄŸildir.
Eski Selânik resimleri
Edebiyatta epifani (Epiphany); “anlamaya varma, kavrayış, iÅŸin aslını görme, aslına rücû’ etme” veyâ “kafasına taÅŸ düÅŸme” deyimi ile anlatılabilir. Kenan Bey’in kafasına âdetâ taÅŸ düÅŸmüÅŸtür. Fikirler evvelâ hisler olarak tezâhür eder. Bir epifani oluÅŸurken karakterin düÅŸünmesi biraz zaman alır; bâzen bir akÅŸam eve dönerken, bâzen yürürken, bâzen bir deniz kenârında. Ana karakter epifanyanın ışığı çarpana kadar sisler içinde yaÅŸar, kafası karışıktır, düÅŸüncelidir. Işık çarpınca, yâni anlama, uyanma oluÅŸunca, ana karakter farklı bir yöne doÄŸru ilerleyebilir. Shakespeare, bunu Hamlet’in son sahnesinde gerçekleÅŸtirir, kısa ve özdür. Hamlet bütün intikam hırsına raÄŸmen, sonunda intikam alma hissinin insanca olmadığını anlar elbette, ama Claudius’u da öldürür. Geç bir anlamadır belki de ve bu trajedi karanlığının ortasında anlama, bir ışık ânıdır, tıpkı Primo Türk ÇocuÄŸu’ndaki Kenan Bey’in Trablusgarp’ın iÅŸgâli; savaÅŸ çıkması ile Türk olduÄŸunu anlaması gibi.
Asırlar boyunca Rûmeli coÄŸrafyasında yoÄŸrulmuÅŸ millî bünyemiz ve medeniyetimiz göz açıp kapayıncaya kadar elimizden kayıp gitmiÅŸtir. Ä°ster ÅŸuûrsuzluk, ister ihânet deyin, Selânik, bugün Türk için bir yürek yanığıdır. Ä°nsanoÄŸlu, yaÅŸadıklarını nedense pek çabuk unutuyor. Bugün Rûmeli’nden kopuÅŸumuzun üzerinden yüz küsûr sene geçmiÅŸ olsa bile, henüz dersini alamamış insanların davranış örnekleriyle sık sık karşılaşıyor, onlarla birlikte yaşıyoruz. Bugün millî duruÅŸ fukarâlığı, âdetâ bir virüs gibi hızla yayılmakta iken Türklük ÅŸuûrunu idrâk etmeye; kendimizi anlamaya öyle muhtâcız ki… Dün Selânik’in başına gelenler üzerinden bugünün olaylarını okumak gerek. Anlamak, uyanmak geç olmamalı, tam vaktinde, sâhip olduklarımızı kaybetmeden olmalı. Balkan Harbi’nde bir Türk subayı olan Ömer Seyfeddin, bizlere ulaÅŸtırdığı yüzlerce eseri ile kültür aÄŸacımızın en muhkem dallarından biri olmuÅŸtur. Millî duruÅŸ fukarâlığında neler olacağını anlamayanlar için, yaÅŸanan trajedileri bir ressam titizliÄŸi ile bizlere ayna gibi göstermektedir. Millî duruÅŸ, zamanında idrâk edilmiÅŸ olsa idi, yazılır mıydı bunca ağıtlar, bunca yürek yanığı türküler hiç?
Eski Selânik resimleri
“Çalın davulları çaydan aÅŸaya (aman)
Mezârımı kazın bre dostlar belden aÅŸaya
Koyun sularımı kazan dolunca (aman)
Aman ölüm zâlim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdâyı götür yâre ver
Selânik içinde salâm okunur (aman)
Salâmın sedâsı bre dostlar câna dokunur
Gelin olanlara kına yakılır (aman)
Aman ölüm zâlim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdâyı götür yâre ver
Selânik Selânik vîran olasın (aman)
Taşını toprağacını seller alsın
Sen de benim gibi yârsız kalasın (aman)
Aman ölüm zâlim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdâyı götür yâre ver”
Müellif: AyÅŸe Samiha
Henüz yorum yapılmamış.