Biz Niçin Yaşıyoruz?
Follow @dusuncemektebi2
''Niçin yaşıyoruz ve nasıl yaşıyoruz? Yaşadığımız ile yaşamak istediğimiz aynı şey mi? Düşündüğümüz dünya yaşadığımız dünyanın neresine tekabül ediyor?” gibi sorulara cevap arayabilmemiz bizi kaybolduğumuz güncel oyalanmaların içerisinden çekip çıkartabilecek imkânlara bizi ulaştırabilir. Sık sık hatırlamakta fayda var: “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez.”
İnsan niçin yaşadığını çoğu zaman unutuyor. Hayatın karmaşası içerisinde önemli olanı, değerli olanı kaybediyor. Kaybolduğu yerde de hayatı günü gününe yaşamakla yetiniyor. Bütün her şey bir bir silikleşip, bellek asıl işlevini kaybediyor. Haliyle yaşanılan hayat günün geçmesi, gecenin gelmesini beklemekten başka bir şeye dönüşmüyor. Onun içinde genellikle bugün nasıl yaşadım, neler yaptım, nelere üzüldüm, nelere sevindim, kimi kırdım, kimden incindim vb. sorulara bir cevap veremeden derin uykulara dalınıyor. Gerisi hep aynı, ertesi gün yine aynı hayatı yaşamak için uyanılan ve durup dinlenmeden tüketilen bir ömür. Elbette böylesi bir döngü içerisinde oluşan boşluğun anlamı; hayatın, bütün iyi-kötü insanın karşısına çıkarttığı olayların sebebini kendi dışında aramak ve hep kendi dışında sebepler, sorumlular bulmak olarak ortaya çıkıyor.
Bu durum nihayetinde insanı boşluğa düşürüyor. Bugün hangi aidiyet tonu ile kendini konumlandırırsa konumlandırsın insan bu boşluğu çok derin bir şekilde yaşıyor ve etkilerini sarsıcı bir şekilde hissediyor. Onun için üretimden, emekten, hayalden ve gayretten uzak heyecanını yitirmiş bir biçimde görünen ve gelip geçen zamanın beyhude cilveleri içerisinde oyalanıp duruyorlar. Zihinler açlığını artık tıka basa güncelin ve ötekinin gündemi veya karşıtlığı ile bastırıyor. Güncel yanılgılar ile maalesef ideallerini, umutlarını ve bugünün bütün imkânlarını karartarak kendini mukim kılmaya çalışıyor. Zihinlerde sorulardan çok üretilmiş/öğretilmiş cevaplar var. Onun için kimsenin bulunduğu hâl ile sorumlulukları arasında bir bağ kurma ihtiyacı yok gibi görünüyor.
Herkes kendi iyisini kutsarken mutlak kötüyü de çok uzakta aramıyor hemen yanı başında kendinden üretiyor. Üretilen iyi de kötü de taraftar bulmakta zorluk çekmiyor çünkü kimse gerçekten/hakikatten beslenmek ondan yana olmak istemiyor. Hakikatten yana olsa insan, hem bugün niçin yaşadığı, ne yaşadığı ve nasıl yaşadığı üzerine kafa yoracak, zihin işleyecek ve hayata dair bir düşünce belirecek ve de bir sızıya sahip olacak. İşte bütün bunlar yerine bir derdi varmış gibi yapıp, bir dünya görüşü varmış gibi hatta yaşadığı hayat hakkında hükümler verip yaşamak hem kendini hem de çevresini rahatlatıyor. Ne de olsa zaman geçiyor bir şekilde herkes sırasını savıyor, dert sahibi olmak ile menfaat sahibi olmak arasında büyük bir fark açığa çıkıyor. Bu farkı kapatabilmek için çok büyük bir zahmete girmek gerekiyor.
Oysa (-mış) gibi yapıldığında birçok şey örtüldüğü gibi birçok popüler kazançta beraberinde gelebiliyor. Elbette çoğu zaman söylenilen ile yaşanılan aynı olmadığı gerçeği bilinir ama bilinmezlikten gelinir. Bugün önemli ve değerli olanı hayatın içerisinde bir yere konumlandırabilmek için bize hazır paket olarak sunulan cevaplardan çok sorulara ihtiyacımız var. Ve hepsinden önemlisi, “Niçin yaşıyoruz ve nasıl yaşıyoruz? Yaşadığımız ile yaşamak istediğimiz aynı şey mi? Düşündüğümüz dünya yaşadığımız dünyanın neresine tekabül ediyor?” gibi sorulara cevap arayabilmemiz bizi kaybolduğumuz güncel oyalanmaların içerisinden çekip çıkartabilecek imkânlara bizi ulaştırabilir. Sık sık hatırlamakta fayda var: “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez.” Hoşça bakın zatınıza…
Müellif: Mehmet Biten / Milli Gazete
Henüz yorum yapılmamış.