Sosyal Medya

Ölüm mefhumunun dilde bir kelime olarak kalması

Marketteki kasiyer kız işlemini yaptığı müşteriye anlatıyor: “Her gün de ölülerimiz için gün yapmıyoruz di mi!” (Mevlit okutmuyoruz demek istiyor.) “Çok özeniyorum. Her şeyin çok güzel olmasını istiyorum. Mükemmel olmasını.” (Mevlitte yapacağı ikramı kastediyor.) Müşteri, kasiyer kıza destek çıkıyor tüm kalbi ile: “Onlar için böyle itina göstermeniz ne güzel. Herkesin ölüsü sizinkiler kadar şanslı değil tabii.



21. yüzyıl pek çok kurumun muktedirliğini kaybettiği bir yüzyıl. İttifakların, koalisyonların çöktüğü bir yüzyıl aynı zamanda. İçinde yaşadığımız dönemi en çok Roma İmparatorluğunun debdebeli ve aynı zamanda ahlâkî çöküşe hızla yaklaşılan zamanına benzetiyorum.
 
Tıpkı Romalı komutanların meselâ Güney İngiltere’ye vali olarak gönderilen Agricola’nın anlattığı gibi günümüzde de kitleler lüks içinde “uyutuluyor”.
 
Agricola, Britan’lara tapınaklar, pazaryerleri, konaklar, hamamlar yaptırır.
 
Romalı tarihçi Tacitus o günleri şöyle anlatır:
 
“Böylece bizim giyinme biçimimiz bile moda oldu.(...) Britan’lar yavaş yavaş kötü alışkanlıklarımızın büyüsüne de kapıldılar. Revnaklardan, hamamlardan, süslü şölen salonlarından çıkmaz oldular. Bu, onların tutsaklığını sürdürmek için düşünülmüş bir eylemdi. Okuması yazması olmayanlar, olana ‘uygarlık’ adını veriyorlardı” (Salah Birsel, Kurutulmuş Felsefe Bahçesi s.17-18).
 
Lüks, israf ve şatafat her zaman bozulmanın ve çöküşün ön habercisidir.
 
Dünyada milyonlarca insan açlık sınırında yersiz yurtsuz yaşarken, iç savaşlar ve küresel iklim değişikliği nedeniyle binlerce insanın yerinden yurdudan olduğu ve daha da olacağı bir dönemde; artan yoksulluk ile artan israf ve gösterişin birbirine paralel gitmesi ne kadar ürkütücü.
 
Allah her kulunu nasibi ile yaratıyor ne ki bir avuç insan milyarlarca insanın gününün ve geleceğinin nasibini kendi zevki için imha ediyor.
 
Lüks en çok insanların ölümlü olduklarını unuttuklarında serpilip gelişiyor.
 
-II-
 
Ölümün, dilde bir kelime olarak dolaşırken bile zihinde ve kalpte yok oluşunu bir kaç tanıklık üzerinden dikkatinize sunmak istiyorum.
 
-a-
 
Yer: Market.
 
Marketteki kasiyer kız işlemini yaptığı müşteriye anlatıyor:
 
“Her gün de ölülerimiz için gün yapmıyoruz di mi!” (Mevlit okutmuyoruz demek istiyor.) “Çok özeniyorum. Her şeyin çok güzel olmasını istiyorum. Mükemmel olmasını.” (Mevlitte yapacağı ikramı kastediyor.)
 
Müşteri, kasiyer kıza destek çıkıyor tüm kalbi ile: “Onlar için böyle itina göstermeniz ne güzel. Herkesin ölüsü sizinkiler kadar şanslı değil tabii.”
 
Marketin dışında yaşlı bir adam gazete okuyor. “Onlar ölülerini gezmeye çıkarıyormuş” diyor bağıra bağıra. (Peru’ya dair bir haber okuyor olmalı.)
 
“Kimler?!” diyor elini kulağına siper etmiş olan arkadaşı.
 
“Onlar işte adı aklıma gelmedi. Kim olduğunun ne önemi var, ölülerini gezmeye çıkarıyorlarmış işte!”
 
“Niye ki ?!”
 
“Kabirde canları sıkılmasın diye zahir.”
 
“İyiymiş. O da bir düşünce tabi. Sıkılıyordur canları belki kim bilir.”
 
-b-
 
Yer Fatih Camii.
 
İmam er kişi niyetine deyip tekbir getirdi. Cenaze namazı başladı. İki kadın namaz boyunca birbirleriyle konuşmaya devam etti. İkisi de camianın oldukça tanınan isimleriydi.
 
Namaz bitince hiç kimse yanlarına gidip madem konuşacaktınız kenarda duraydınız, neden hem saf tutup hem de konuştunuz diye sormadı.
 
-c-
 
Yer Maltepe Camii.
 
Cami avlusunda üç mevta yatıyor. Avlu kalabalık. Kimse kimseyi tanımıyor. Kimse kimseyi tanımıyor ama herkes oradakilerin kaydını alıyor. Tepeden tırnağa siyahlar giymiş genç kızlar ve kadınlar da, yarından bağlanmış başörtülüleri ve kırmızı ojeli tırnakları ile cep telefonuna çekim yapan orta yaşlı hanımlar da “kayıt kardeşi” olup saf tutmuşlar.
 
Türkiye hiçbir zaman bu kadar “suret kardeşi” olmamıştı.
 
Velhasıl ölülerin arkasından merasimler “şenleniyor”, ölüm idraki yok olup gidiyor.
 
 
Müellif: Fatma Barbarosoğlu / Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.