Sosyal Medya

Doğu Akdeniz: Türkiye-Libya anlaşmasının hukuki ve stratejik boyutları

Türkiye, Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğini değiştirecek, stratejik ve tarihsel süreçte oyun değiştirici bir hamle anlamına gelen Libya anlaşmasıyla bölgede yeni bir hukuki ve ekonomik inisiyatif almış ve Akdeniz satrancında "şah-mat" yapmıştır.



Son çeyrek yüzyılda sondaj teknolojilerindeki ilerlemeye baÄŸlı olarak DoÄŸu Akdeniz’de hidrokarbon enerji kaynaklarının keÅŸif ve üretim faaliyetlerin artması, uluslararası hukuk açısından kıyıdaÅŸ devletler arasında deniz yetki alanlarının tespiti ve sınırlandırılması sorunlarının ortaya çıkmasına sebep oldu. DoÄŸu Akdeniz’deki deniz yetki alanları geniÅŸ anlamda ele alındığında, karasuları baÄŸlamında dikkat çekici bir anlaÅŸmazlık olmamasına karşın, esas meselenin kıta sahanlıklarının ve münhasır ekonomik bölge (MEB) alanlarının tespitinde cereyan ettiÄŸi görülüyor.

Hukuk tekniÄŸi baÄŸlamından “deniz yetki alanı ilanı”, bir diÄŸer komÅŸu devletle baÄŸlantısı olmayan bir deniz alanında, kıyı devletinin karasuları, bitiÅŸik bölge veya MEB’inin dış sınırının tek taraflı olarak ilanıdır. Buna mukabil “deniz yetki alanı sınırlandırılması” ise iki veya daha fazla devletin, sahip oldukları ya da ilan ettikleri deniz yetki alanlarının, diÄŸer sahildar devletin deniz yetki alanları ile çakıştığı bölgedeki deniz alanının bir anlaÅŸma ile sınırlandırılmasıdır.
 
DoÄŸu Akdeniz’e kıyıdaÅŸ ülkeler arasında, bahsi geçen konularda henüz tam bir mutabakat bulunmuyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) kendisini Kıbrıs’taki tek yetkili devlet sayıyor. Batıda Yunanistan, DoÄŸu Akdeniz’de GKRY, Libya, Mısır, Suriye, Lübnan ve Ä°srail MEB ilanında bulundular. Fakat en baÅŸta, Yunanistan-GKRY ikilisinin sahada ABD ve AB’nin desteÄŸini alarak bölgedeki sahildar ülkelerle akdettiÄŸi MEB anlaÅŸmalarının, sahildar devlet statüsündeki Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuki haklarının yok sayıldığı DoÄŸu Akdeniz Gaz Forumu’nun hukuka ve hakkaniyete uygun olmadığı için muteberlik arz etmediÄŸi belirtilmelidir.
 
Bölgedeki doÄŸal gaz rezervlerinin 122 trilyon metreküp olduÄŸu tahmin ediliyor. Ä°srail ve Mısır’ın gaz üretimlerine ilaveten GKRY’nin sondaj faaliyetleri, bölgede stratejik güvenlik kavramını ön plana çıkarırken, Kıbrıs adası bölge dışı ülkeler için cezbedici bir statüye yükselmiÅŸtir. Tam bu noktada, Türkiye-Libya anlaÅŸması bölgede kurgulanan uluslararası hukuka aykırı siyasal içerikli giriÅŸimlerin çökmesine neden olmuÅŸtur.
 
Büyük güçlerin bölgesel rekabeti ve askeri tırmanma tehlikesi
 
AB'nin artan enerji ihtiyacı, Brüksel’in bölgeye olan ekonomik, hukuki ve siyasal ilgisini artırıyor. AB GKRY ve Yunanistan’ın hakkaniyete uygun olmayan MEB iddialarının da arkasında duruyor. Öte yandan, Arap Baharı'nın ve Suriye iç savaşının yol açtığı istikrarsızlık ve küresel güçlerin rekabet ve mücadelesinin oluÅŸturduÄŸu farklı bloklaÅŸmalar, bölge ülkeleri arasında ekonomik iÅŸbirliÄŸi yerine gerginlik ve silahlanma faaliyetlerinde daha büyük bir hareketlenmeyi tetikledi. Ä°srail GKRY ve Yunanistan ile enerji, savunma, dış politika ve ekonomi konularında iÅŸbirliÄŸine gidiyor. DoÄŸu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı ABD-Ä°srail tarafından kurulan GKRY-Yunanistan-Mısır bloÄŸuna Suudi Arabistan da resmen dâhil olmuÅŸ durumda. Suud rejimi GKRY'ye tarihte ilk kez bakan düzeyinde temsilci göndererek “Türkiye’ye karşı birlik” mesajı verdi.
 
Deniz alanlarındaki enerji kaynağı keÅŸiflerinin ülkelerin ekonomilerine ve jeopolitik konumlarına katacağı katkılar göz önüne alındığında, DoÄŸu Akdeniz’de uluslararası hukuka saygı duymaktan veya uygun davranmaktan çok, “askeri güç temelli savaÅŸ diplomasisi" (gunboat diplomacy) seçeneÄŸinin ön planda olduÄŸu söylenebilir. Rusya’nın Akdeniz’e yerleÅŸmesine ve Çin’in "Modern Ä°pek Yolu Projesi" dahilinde yapıcı bir tarzda Akdeniz’de bölge ülkeleriyle iliÅŸkilerinin artış göstermesi karşısında ABD ve AB’nin mukabil denge arayışları, sahada Kıbrıs adası üzerindeki baskıların artmasına sebep oluyor. Rusya-Çin-Ä°ran’ı dengelemeyi amaç edinen ABD-AB'nin Körfez ülkeleri ve Ä°srail-Yunanistan-GKRY üçlüsüyle icra ettiÄŸi yoÄŸun askeri tatbikatlardaki artışa baÄŸlı olarak Akdeniz Bölgesi, adeta “ilan edilmemiÅŸ bir savaşın beÅŸiÄŸi” haline doÄŸru sürükleniyor. DiÄŸer bir ifadeyle, Akdeniz’de üstünlük kurma rekabeti, "Büyük Güçler"in SoÄŸuk SavaÅŸ sürecinde oynadıkları satrançtaki gibi bir “ÅŸah-mat meselesi” haline dönüÅŸüyor.
 
ABD DışiÅŸleri Bakanlığı Enerji Kaynakları Birimi MüsteÅŸar Yardımcısı John McCarrick “ABD Rusya’dan baÅŸlayıp Karadeniz üzerinden Türkiye’ye aktarılması planlanan ‘Türk Akımı’ ve Baltık Denizi altından Rusya’dan Almanya’ya doÄŸal gaz gönderilmesini planlayan ‘Kuzey Akımı-2’ doÄŸal gaz boru hattı projelerine karşıdır” açıklamasında bulunmuÅŸtu. Washington’ın (envanterinde Girit adasında Rus yapımı S-300 füzeleri bulunan) Yunanistan’a Patriot füzeleri satmasına raÄŸmen, aynı silahları NATO müttefiki Türkiye’ye vermemesi karşısında, Ankara sürpriz ÅŸekilde Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini tedarik etmiÅŸti. Ankara’ya siyasi ve ekonomik anlamda cezai yaklaşım sergileyen ABD Temsilciler Meclisi GKRY’ye 32 yıldır uyguladığı silah ambargosunun kaldırılmasını düzenleyen yasayı kabul etmiÅŸti. ABD DışiÅŸleri Bakanı Mike Pompeo ise Türkiye'nin DoÄŸu Akdeniz'de doÄŸal gaz aramasının “kabul edilemez” olduÄŸunu ileri sürmüÅŸtü. Yunanistan BaÅŸbakanı Kiriakos Miçotakis de soruna çözüm için Washington’dan ağırlığını koymasını talep etmiÅŸti. AB ise GKRY’nin Türkiye ve KKTC’nin hak ve menfaatlerini yok sayarak bölgeyi parsellere ayırarak çeÅŸitli ÅŸirketlere arama ruhsatı verme giriÅŸimini desteklemiÅŸti. Artan gerilimle, GKRY lideri Nikos Anastasiadis Kıbrıs’ta doÄŸalgaz sondaj çalışmaları baÅŸlatan Türkiye’yi BM’ye ÅŸikâyet ederken, ABD ve AB de GKRY’nin Türkiye’ye karşı Ä°srail ve bazı Avrupa ülkeleriyle yaptığı gaz ortaklığının yanında olmuÅŸtu. Bölgede, Ä°srail’in Rumlarla yakınlaÅŸmasına destek veren ABD ve doÄŸrudan enerji pazarlıklarına dâhil olan AB’den de destek görmeyen Türkiye ise Deniz Kuvvetleri’nin korumasında doÄŸrudan yürüttüÄŸü sondaj ve arama faaliyetleriyle kendi yolunu çizmeyi tercih ediyor.
 
Libya-Türkiye deniz yetki alanları mutabakat muhtırasının hukuki arka planı
 
Türkiye sondaj ve arama faaliyetleri hamlesinin ardından, CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan ile Libya Ulusal Hükümeti BaÅŸkanlık Konseyi BaÅŸkanı Fayiz es-Serrac arasında 27 Kasım 2019’da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Ä°liÅŸkin Mutabakat Muhtırası’nı imzaladı. TBMM de bu anlaÅŸmayı onayladı ve Libya’nın onayını müteakiben BM SözleÅŸmesi’nin 102. maddesi uyarınca taraflar anlaÅŸma metnini BirleÅŸmiÅŸ Milletler'e tebliÄŸ edeceklerdir. Türkiye, esasen DoÄŸu Akdeniz enerji jeopolitiÄŸini deÄŸiÅŸtirecek, stratejik ve tarihsel süreçte oyun deÄŸiÅŸtirici bir hamle anlamına gelen Türkiye-Libya anlaÅŸmasıyla, bölgede yeni bir hukuki ve ekonomik inisiyatif almıştır. Yukarıda bahsedilen Akdeniz satranç oyununda Ankara "ÅŸah-mat" yapmıştır. AnlaÅŸma sayesinde, Türkiye'nin bölge ülkeleriyle anlaÅŸma yapamadığı konusundaki hipotez de yıkılmış ve Mısır-Lübnan-Suriye-Ä°srail sektörlerinde de yeni uzlaşı zeminlerine basamak teÅŸkil edilmiÅŸtir. Böylece, Türkiye'nin hukuki ve siyasi açıdan DoÄŸu Akdeniz’de dışlanmasının hukuken ve fiilen mümkün olmayacağı gerçeÄŸi açıkça ortaya konulmuÅŸtur.
 
DoÄŸu Akdeniz’deki deniz alanlarının sınırlandırılması meselesi, sınırlandırma esnasında dikkate alınmayı gerektiren kendine özgü (unique) “özel durumları/özellikleri" (faktörleri) bünyesinde barındırıyor. BilindiÄŸi üzere, BirleÅŸmiÅŸ Milletler Deniz Hukuku SözleÅŸmesi (BMDHS) devletlerin deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve denizlerin yer altı ve su üstü kaynaklarının kullanımında, adil ve hakkaniyete uygun bir paylaşım anlayışı içinde yapılmasını öngörüyor. DoÄŸu Akdeniz’de yaÅŸanmakta olan MEB anlaÅŸmazlıklarının temelinde coÄŸrafi koÅŸullar yatmakla beraber, devletlerin uygulamakta oldukları politikalar, BMDHS’de yer alan “hakkaniyet, hakça çözüm, coÄŸrafyanın üstünlüÄŸü, oransallık ve kapatmama” ilkelerini ihlal eder bir ÅŸekilde karşımıza çıkıyor. MEB’lerin hukuki rejimi 1982 tarihli BMDHS’nin V. kısım 55-75. maddelerince düzenlenmiÅŸtir. BMDHS’nin 57. maddesinde belirtildiÄŸi üzere, MEB, karasularının ölçülmeye baÅŸlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz miliyle sınırlandırılmıştır. Bölgede yer alan kıyıdaÅŸ devletlerin karşılıklı kıyı uzunlukları 400 deniz milinden kısa olması nedeniyle, MEB sınırlarının belirlenmesi ancak karşılıklı mutabakatla mümkündür ve adalar MEB üzerinde tam olarak hak sahibi deÄŸildir, dolayısıyla egemenlik hakkı ileri süremezler. Kıta sahanlığıyla ilgili ilk dava olan 1969 Kuzey Denizi Davası'nda Uluslararası Adalet Divanı (UAD), sınırlandırmanın örf ve âdet hukukuna göre, “hakkaniyet prensiplerine” uygun bir ÅŸekilde ve bütün “ilgili durumlar” dikkate alınarak “anlaÅŸma” ile yapılacağını belirtmiÅŸtir.
 
Yunanistan Girit’ten Meis’e kadar olan bölgedeki alanlarını tek bir sahil ÅŸeridi olarak kabul etmektedir. Türkiye ise özetle DoÄŸu Akdeniz’de gerek kıta sahanlığı gerekse MEB sınırlarının öncelikle ana karalar arasında Türkiye, Mısır ve Libya arasında belirlenmesi gerektiÄŸini savunmaktadır. Uluslararası hukuk baÄŸlamında ele alındığında, GKRY’nin Kıbrıs adasının Akdeniz’de “ana kara” olması hipotezi üzerinden salt “eÅŸit uzaklık” ilkesi hükümleri çerçevesinde akdettiÄŸi sınırlandırma anlaÅŸmaları hukuken geçerli deÄŸildir. Zira Viyana AnlaÅŸmalar Hukuku açısından GKRY Kıbrıs adasında yaÅŸayan Türk halkını ve egemen bir devlet olarak KKTC’nin eÅŸit haklarını göz ardı edip, hukuki bir yetki aşımı anlamına gelecek ÅŸekilde, tek taraflı imza yetkisine sahip deÄŸildir. Türkiye ve KKTC anlaÅŸmalara itiraz ederek, Mısır ile yapılan anlaÅŸmanın Türkiye’nin kıta sahanlığı haklarını ihlal ettiÄŸi, GKRY’nin ise KKTC tarafının eÅŸitlik haklarını ağır ÅŸekilde ihlal ettiÄŸi ve bu ihlallerin hakça paylaşım ilkesine aykırı olduÄŸunu bildirmiÅŸtir. Zira deniz alanlarının sınırlandırmasında, sahil coÄŸrafyası, özellikle de sahilin genel yapısı büyük önem arz eder. Sınırlandırmada büyük ölçüde belirleyici olan, sahil coÄŸrafyasının rolüdür ve iki prensip üzerine kurulur: "Kara denize hakimdir" ve "bu hakimiyetini denizle buluÅŸtuÄŸu kıyıları (sahili) vasıtasıyla kurar”. Bu temel ilke ilgili bütün yargı kararlarında (Malta- Libya Davası, Ege Denizi Kıta Sahanlığı Davası, Gine/Gine Bissau Davası) vurgulanmıştır.
 
Libya-Türkiye Mutabakat Muhtırası’nın stratejik önemi
 
Söz konusu anlaÅŸmanın Türkiye açısından öncelikli önemi (KKTC ile 2011'de akdedilen anlaÅŸmaya ilaveten) DoÄŸu Akdeniz'de kıyıdaÅŸ bir ülkeyle yapılan ikinci deniz yetki alanları sınırlandırma anlaÅŸmasının hayata geçirilmesiyle, hukuken Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz'de yeni kıta sahanlığı-MEB sınırlarının çizilmesini teminat altına almasıdır. Yunanistan’ın Girit'ten Meis'e kadar olan bölgedeki alanlarını tek bir sahil ÅŸeridi olarak kabul ederek GKRY ve Mısır ile deniz yetki anlaÅŸması imzalaması, büyük ölçüde önemini ve hukuki muteberliÄŸini yitirmiÅŸtir. Ankara ise mukabil hamle olarak 2004'te Akdeniz'in batısındaki kıta sahanlığının dış sınırlarını BM'ye bildirmiÅŸti. Libya anlaÅŸması bu bakımdan, Türkiye’nin Batı sınırlarının koordinatlarının tescilinin hukuken beyan edilmesinden ibarettir.
 
Yukarıda özetlendiÄŸi üzere, “kapatmama” (non-encroachment) ilkesine göre, DoÄŸu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip olan Türkiye’nin bölgedeki kıyılarının yakınındaki deniz alanının tek başına Yunanistan’a verilmesi, hukuka ve hakkaniyete aykırı siyasi bir tercih olmaktan öteye geçemez. Türkiye bu yeni hukuki hamlesiyle, Yunanistan-GKRY-Mısır üçlüsünün deniz hukuku genel ilkeleri ve BMDHS’ye aykırı olarak ihdas etmeye çalıştığı, DoÄŸu Akdeniz’de 533 deniz mili uzunluÄŸa sahip Anadolu kıyılarını ve KKTC’nin haklarını ağır ÅŸekilde ihlal eden sözde MEB hattını Batı ekseninde delmek suretiyle, tarihi bir baÅŸarı elde etmiÅŸtir. Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz'in en uzun anakara kıyısına sahip olması gerçeÄŸi dikkate alındığında, kıyı projeksiyonunun adalarla kesilemeyeceÄŸi bir gerçektir.
 
Üçüncü kritik kazanım, Türkiye anakarasının (dünya coÄŸrafyası üzerindeki eÄŸimli duruÅŸundan yola çıkarak “diyagonal hatların oluÅŸturulması” prensibi gereÄŸi) Akdeniz'in karşı kıyısında yer alan Libya sahilleriyle deniz sınır komÅŸusu olması fiilen gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu durum, Yunanistan’ın aksine, Türkiye’nin Mısır ve Ä°srail ile benzeri anlaÅŸmalar yapabilmesinin kapısını aralamıştır. Türkiye DoÄŸu Akdeniz’de kendisini devre dışı bırakacak oldubitti (fait accompli) giriÅŸimlerini kabul etmeyeceÄŸini ortaya koymuÅŸtur.
 
 
Bölgede siyasal iklim aniden ısınmıştır. Yunanistan Türkiye-Libya anlaÅŸmasının BMDHS’ye aykırı olduÄŸunu ve bölgede yer alan Girit, Rodos, Kerpe ve Meis adalarının deniz yetki alanlarını ve dolayısıyla egemenlik haklarını göz ardı ettiÄŸi için anlaÅŸmanın hukuki temelden yoksun olduÄŸunu iddia etmektedir. Atina yönetimi ilk diplomatik tepki olarak, uluslararası hukuka ve Viyana AnlaÅŸmalar SözleÅŸmesi’ne aykırı ÅŸekilde, Libya’nın Türkiye ile anlaÅŸma yapma yetkisi bulunmadığından bahisle, görevdeki Libya Büyükelçisi Muhammed Menfi'yi “istenmeyen kiÅŸi” (persona non grata) ilan ederek sınır dışı etme kararı almıştır. Atina bu baÄŸlamda, Fayiz es-Serrac'ın tüm Libya adına böyle bir anlaÅŸmaya imza yetkisi olmadığını ileri sürmektedir. Fakat Libya'da halen BM'nin onayladığı yasal hükümetin yönetiminde Fayiz es-Serrac bulunmaktadır. Viyana AnlaÅŸmalar SözleÅŸmesi’ne göre, BM tarafından tanınmış meÅŸru hükümeti temsilen Fayiz es-Serrac, Libya adına anlaÅŸma yapma yetkisini haiz olup, mevcut anlaÅŸma hukuken geçerlidir.
 
Yunan BaÅŸbakanı Miçotakis ABD’yi ziyaretinde, Washington’ın desteÄŸini arkasına alarak Mısır-Yunanistan MEB sınırlandırma anlaÅŸmasında elini güçlendirmeyi planlamaktadır. AB mevcut sorun hakkında Yunanistan-GKRY ikilisi ile dayanışmasının süreceÄŸini ifade etmiÅŸ; Türkiye’yi iyi komÅŸuluk iliÅŸkisi çerçevesinde davranmaya davet ederken, mutabakat metninin açıklanması gerektiÄŸinin altını çizmiÅŸtir. GKRY ise uyuÅŸmazlığın çözümü maksadıyla Uluslararası Adalet Divanı'na baÅŸvurmaya hazırlandığını beyan etmiÅŸtir. Fakat BMDHS’nin 59. maddesine göre, MEB’de sahildar devletin menfaatleriyle bir diÄŸer devletin menfaatlerinin çatışması halinde, bu uyuÅŸmazlık hakkaniyet prensibi ve diÄŸer tüm ilgili ÅŸartlar göz önünde tutularak, gerek uluslararası toplumun menfaati gerekse tarafların çıkarları doÄŸrultusunda çözümlenecektir. Kaldı ki NATO’nun 70. yıl Londra zirvesinde Genel Sekreter Jens Stoltenberg, Türkiye'nin DoÄŸu Akdeniz'deki sondaj faaliyetleriyle ilgili soru verdiÄŸi "NATO'nun rolü uluslararası meselelerde tavır almak deÄŸildir” yanıtıyla Atina’nın hamlesini boÅŸa çıkarmıştır.
 
Sonuç olarak, Akdeniz’de yeni bir süreç için açılan kapının sihirli anahtarını elinde tutan Türkiye’nin, bölgede yeni gerginlikler meydana getirmekten ziyade, tüm kıyıdaÅŸ ülkelerin BMDHS’nin ruhuna ve özüne uygun olarak bölgedeki kaynakları adil paylaÅŸmalarını saÄŸlayacak diyalog sürecini baÅŸlatmak yolundaki politikasını sürdürmesi beklenebilir.
 
 
 
Müellif: Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın (Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öÄŸretim üyesi) / Kaynak: anadolu ajansı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.