Eskiden gıyabımızda bize böyle derlerdi

Follow @dusuncemektebi2
Bu topraklara ayağı düşenler, geçmişte bizim hakkımızda şu minval üzere tespitlerde bulunurlardı: “Türk mahkemelerinde, bizde olduğu gibi iltimas mektupları geçmez. Adaletlerinin en iyi tarafı, davaların kısa sürmesidir. İspanya’da olduğu gibi ‘nasıl olsa bu dava bitmez’ diye haklı taraf, haksız tarafla uzlaşma yoluna gitmez.”
İspanyol hekim Pedro de Urdemalas (Kaptanıderya Sinan Paşa’nın esiri ve özel doktoru), Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1552-1556 arası) insanımız hakkında şu tespitlerde bulunuyor:
“Türklerin bıraktığı hayır eserleri, bizde bırakılandan çoktur. Türk zenginleri, bizimkilerden daha cömert insanlardır.”
“Türkler sadece insanlara değil, hayvanlara bile iyilik yapmayı sevap sayarlar. Bir-iki düzine ciğer satın alıp, kedi ve köpekleri doyuranlara çok rastlanır.”
“Türk mahkemelerinde, bizde olduğu gibi iltimas mektupları geçmez. Adaletlerinin en iyi tarafı, davaların kısa sürmesidir. İspanya’da olduğu gibi ‘nasıl olsa bu dava bitmez’ diye haklı taraf, haksız tarafla uzlaşma yoluna gitmez.”
“Türkler adaleti Hristiyan, Yahudi, Müslüman herkese eşit olarak tatbik ederler. Kadıların rahleleri üzerinde Kur’an’dan başka Haç ve Tevrat da vardır: Hristiyan ve Yahudileri bunların üzerine yemin ettirirler.”
“Silah çeken bir kabadayıyı, kimseyi yaralamamış olsa bile, ibret olsun diye soyup halka teşhir ederler. Bu utanca düşmemek için, bazıları bellerindeki kılıca davranmaktan çekinip, kavgayı sille tokatla bitirirler.”
“Yalancı şahitlerin suratını boyar, eşeğe ters bindirip kuyruğunu eline verir, ibret olsun diye gezdirirler.”
“Herkes kapısının önünü temiz tutmaya mecburdur. Sinan Paşa, kapısının önü kirli bir ev buldu mu, evin hizmetçisini, yoksa hanımını kapının önüne çağırtır, bazen bunlara dayak attırırdı.”
“Biz bu kimselere barbar diyoruz. Onlara barbar demekle, asıl biz barbarlığımızı ortaya çıkarmış oluyoruz.”
.jpg)
İtalyan yazar ve gezgin Edmondo da Amicis (bizde “Çocuk Kalbi” isimli romanıyla meşhurdur) Sultan II. Abdülhamid döneminde geldiği Türkiye’yi ve Türkleri anlatıyor:
“Paşasından sokak satıcısına kadar istisnasız her Türk’te vakar, ağırbaşlılık ve asillik ihtişamı vardır. Hepsi, derece farkları olmasına rağmen, aynı terbiyeyle yetişmişlerdir. Kıyafetleri farklı olmasa, İstanbul’da bir başka tabakanın olduğu belli değildir. İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en nazik ve kibar milletidir.” 

“En ıssız sokaklarda bile, bir yabancı için küçük bir hakarete uğrama tehlikesi yoktur. Namaz kılınırken bile bir Hristiyan camiye girip, Müslüman ibadetini seyredebilir. Size bakmazlar bile, küstahça bir bakış değil, sizinle ilgilenen mütecessis bir nazar dahi göremezsiniz.”
“Kahkaha ve kadın sesi duyamazsınız. Fuhuşla ilgili en küçük bir olaya şahit olmak imkân dışıdır. Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tıkamak, yüksek sesle konuşmak, çarşıda bir dükkânı lüzumundan fazla işgal etmek, ayıp sayılır...”
Macar asıllı Fransız subayı Baron de Tott, Sultan III. Mustafa döneminde (1755) askeri danışman olarak gelip 23 yıl kaldığı İstanbul’da edindiği izlenimleri aktarıyor:
“Bir defasında sarayda bulunurken, Sultan III. Mustafa’nın bir çocuğu doğdu. Bu münasebetle yapılan töreni seyrettim. Olay şöyle meydana geldi: Padişahın zevcesi olan hanımın doğum sancısı başlar başlamaz, adet olduğu üzere sadrazam, şeyhülislâm ve diğer paşalar saraya çağrıldı. Harem dışındaki büyük sofaya buyur edilen bu zatlar, doğumu beklemeye başladılar.
“Bu sofa Marmara’ya bakıyordu. Sofanın denize uzanan terası üzerinde 12 küçük top vardı. Doğum olur olmaz, Kızlar ağası haremden çıktı. Kucağında doğan bebeği taşıyordu. Bebek bir prensesti. Kızlar ağası padişah kızını sofada bulunan devlet erkânına teker teker gösterdi.
Bu suretle, devletin başında bulunanlar doğan çocuğun padişahın kızı olduğunu tasdik ettiler. Bundan sonra sofanın terasında bulunan toplar ateşlendi. Bunların sesi duyulunca Tersane, Gümrük ve Kızkulesi’ndeki toplar da kurusıkı atışa başladılar. Padişahın bir kızı olduğunu bütün İstanbul duydu. O gece İstanbullular coşkuyla eğlendiler.”

Baron de Tott
“Sokakta dolaşan oyuncu kolları, padişah dâhil, devletin ileri gelenlerinin taklidini yapıp halkı güldürüyorlardı. Bizzat ben, sokakta aynen padişah gibi giyinmiş bir aktöre rastladım. Bu temsili padişahı maiyeti takip ediyordu. Maiyeti de tıpkı padişahın etrafındakiler nasıl giyiniyorlarsa öyle giyinmişlerdi.
Aynı şekilde sadrazamın ve İstanbul Kadısının taklidini de yapıyorlardı…”
Engin hoşgörümüze ne oldu?
Müellif: Yavuz Bahadıroğu / Yeni Akit
Henüz yorum yapılmamış.