Kemal Sayar'ın kaleminden: Öfke Ahlakı
Follow @dusuncemektebi2
Zalimlerin ve onların kurbanı olan mazlumların olduğu bir dünya bizi tanıklığa çağırır. Hiç kan dökülmemiş, çocuklar hiç yetim kalmamış, ıstırap yürekleri kavurmamışçasına dünyanın eskisi gibi döndüğü düşüncesine bir itiraz bekler bizden. Kalpten çıkacak ve yine kalbe dokunacak bir nida. Istırabı, zulmü, kıyıcılığı inkâr etme eğilimlerine karşı durmaya, merhamet ve müdahaleye çağırır bizi dünya.
YaÅŸadığımız toplumsal örselenmelerden sonra kurbanlık halet-i ruhiyesinden çıkabilmek ve iyileÅŸebilmek için gizli iç kaynaklarımızı seferber edebilmemiz ve ego gücümüzü yeniden canlandırmamız gerekir. Yılgınlık ve yası umutla yeniden dengeleyerek, çaresizliÄŸin insanı felç eden duygusunu, hayata yeniden katılıp eylemde bulunarak yeneriz. Ä°çimizdeki hıncı bırakarak, unutmadan ama öfkeyi bir yurt edinmeden geleceÄŸin kapılarını aralarız. Umudu diri tutan, ıstırabın derinliÄŸini kavrayabilmektir. Mevcut gerçekliÄŸin sunduÄŸu merceÄŸin dışından bakarak sorulmamış soruları sorabilir ve naiflikle suçlanmayı göze almak pahasına, “mümkün olanın sanatı”nı deneyebiliriz. Çatışma süreçlerinden karamsarlıkla çıkamayız. Belki ne ahmaklığınız kalacaktır ne de hayalperestliÄŸiniz, ancak iyimserliÄŸi elden düÅŸürmeden yola devam etmelisiniz. Ancak iyimserlikle daha derinlerde yatan imkânlara ulaÅŸabilir ve inÅŸa edici bir deÄŸiÅŸim sürecini canlı ve diri tutabilirsiniz.
Ama her ÅŸey bağışlanabilir mi? Herkes bağışlanabilir mi? Yaptığı kötülükten ötürü hiç nedamet getirmemiÅŸ birini nasıl bağışlayabiliriz? EÅŸini ve ufacık yavrusunu kalleÅŸ bir terör saldırısında kaybeden kadına kim affetme üzerine bir vaaz verebilir? Onarılamaz ve telafi edilemez bir acı için, hangi özür, hangi af dileyiÅŸ yeterince güçlü olabilir?
Bu yazıda bir “öfke ahlâkı”ndan söz edeyim istiyorum. Ä°nÅŸa edici bir deÄŸiÅŸimin ve adaletin kurucusu olarak öfke. Bir hatırlama biçimi ve dönüÅŸtürme gücü olarak öfke. Çünkü geçmiÅŸ geçmez, hınç ve öfke gibi kuvvetli duygularımıza yerleÅŸir, soluk alıp vermeye devam eder. ZalimliÄŸin çok sonrasında bile yaÅŸamaya devam eder geçmiÅŸ, belleÄŸi tarumar eder. Travmatik anılar geçmiÅŸ ve bugün arasındaki sınırları muÄŸlaklaÅŸtırır. Kapısını kapatıp çıkmazsınız geçmiÅŸin, belleÄŸe nakÅŸedilmiÅŸ olan daima kımıldar ve bugüne katılır. GeçmiÅŸi sadece geçmiÅŸte bırakmak kâğıt üzerinde kolay olsa bile, yaÅŸanan hayatta bu mümkün deÄŸil. Her ÅŸeyi, ne pahasına olursa olsun onarma iÅŸtahı, neyi onarmanın mümkün veya arzu edilebilir olduÄŸuna dair muhakemeyi zayıflatır. Ä°yileÅŸme dili bazen teselli edilemez, dile dökülemez, hazmedilmez acıya karşı bir nezaketsizlik tonuna bürünebilir. Kurbanın hınç ve öfkesi; tımar vurulması, hizaya sokulması istenen bir kör kuvvet gibi algılanır. Oysa konuÅŸulamayan yerde susmayı becerebilmek ve onarılamaz olana yer açmak, ÅŸifa bulmayacak öfkeye de söz hakkı tanımak gerekir.
Ağır bir acıya uÄŸramamış bir insanın hayatı usulca ilerler ve yarının daha vaatkâr olduÄŸu, bize türlü armaÄŸanlar sunacağı düÅŸünülür. DoÄŸal zaman duygusu içinde yaralar iyileÅŸir, insanlar iÅŸine gücüne bakar, hayat devam eder. Yaygın sezgi, zamanın geçiÅŸiyle birlikte öfkenin de zayıflayacağı, “onarıcı adalet” uygulamalarıyla birlikte hıncın söneceÄŸi ÅŸeklindedir. Ancak insanlığa karşı iÅŸlenen suçlarda bu kural iÅŸlemez. Ä°nsanlığa karşı iÅŸlenmiÅŸ suçlarda zamanın dehÅŸeti kurbanların ruhuna ilk günkü gibi nüfuz eder. DaÄŸları eriten zaman, kederin bu türlüsünü eritemez. Olup bitmiÅŸ ve geçip gidilecek bir örselenme hali deÄŸildir bu, farklı bir zaman tasavvuruna gereksinir, geçmiÅŸ bugünde yer alır, geçmiÅŸ bugünde gerçekleÅŸir. Darmadağın edilmiÅŸ benlik, her ÅŸeyi aşırı hatırlayarak parçalarını birleÅŸtirmeye çalışır. Hınç içindeki insan geçmiÅŸe dönmek, geçmiÅŸte yaÅŸamak ve yapılmış olanı feshetmek arzusuyla yanıp tutuÅŸur. Hınç sadece geçmiÅŸte yaÅŸamak deÄŸil ama aynı zamanda onu açık ve bitmemiÅŸ bırakmak da demek. Kurban, olmuÅŸ olanın olduÄŸunu kabullenemediÄŸi için, geçmiÅŸ açık ve bitmemiÅŸ bir haldedir. GeçmiÅŸ, geçmek bilmez. Açık yara kabuk baÄŸlamaz, sızlamaya devam eder, cerahatlenir. Arendt’in yazdığı gibi, “gerçek kötülük bizi dehÅŸetiyle dilsiz bırakır, söyleyebileceÄŸimiz tek ÅŸey, bu asla olmamalıydı olur.” Bu aynı zamanda yaÅŸanmış olan deneyimin aktarılamaz oluÅŸundan kaynaklanır. Böylesi büyük bir acıyı yaÅŸamamış birisine, o acının çemberinden geçen birisi kendisini ne kadar anlatabilir? Dil lal olur, sessizlik içe doÄŸru bükülür. Walter Benjamin’e göre, ilk cihan harbinde savaÅŸ alanlarından dönenler deneyimlerini aktaramamış, dilsizleÅŸmiÅŸlerdir. Deneyimin aktarılamıyor oluÅŸu, savaÅŸ alanlarından dönenlerin yaÅŸadıkları travmadan dolayı deÄŸil, savaÅŸ deneyiminin daha önceki deneyimler ile kıyas kabul etmemesinden ve ortak noktalarının bulunmayışından kaynaklanmaktadır.
“Hiç kimse, hatta bir aziz bile, kendisinde bir öfke ve taÅŸkınlık kapasitesi, hatta nefret yeteneÄŸi yoksa bir adalet duygusuna sahip olamaz” diye yazar Robert Solomon. KötülüÄŸe duyduÄŸumuz öfke ve nefret olmaksızın adaleti talep edemeyiz. KuÅŸkusuz duygudaÅŸlık ve merhamet adalet için kaçınılmazdır ama bizi adaleti aramaya sevk eden ÅŸey, kızdığımız ve deÄŸiÅŸtirmek için eylemde bulunduÄŸumuz dünyadır. Ä°htimam ve ÅŸefkatle baÅŸlayan bir adalet arayışının gölgesinde, öfke ve hiddet gibi “olumsuz” duygular var olabilir. “Ä°nsanın, dünyayı deÄŸiÅŸtirmek, acılara son vermek için bir ÅŸey yapmak istemeden ÅŸefkat duyması da pek mümkün deÄŸildir; her ÅŸefkat eylemi aynı zamanda devrimci bir eylemdir ve dünyanın mevcut haline yönelik bir kızgınlık, iÅŸlerin mevcut gidiÅŸatı karşısında söylenen Sartre tarzı kocaman bir ‘Hayır!’ gerektirir”. Adalet talebi bu yönüyle dünyanın mevcut haline bir meydan okuma, kötülüÄŸü icra edenlere karşı bir kızgınlık ve hatta nefret halidir. Öfke, savunmasız yoksulların silahıdır.
Ä°nsan duygusu, adaleti saÄŸlayan son sığınaktır. KaybedebileceÄŸimiz için sever, baÄŸlanabildiÄŸimiz için yas tutarız. ÖfkelendiÄŸimiz için dünyayı deÄŸiÅŸtirmek isteriz. Öfke bizi kuvvetlendirir, bize bir ses ve güç verir. Dünyayı, zulme ve kıyıcılığa kocaman bir “Hayır!” diyerek daha güzel bir yer kılarız. Ufak bir mırıltı halinde baÅŸlayan bu isyan, kimileyin büyük devrimlerin fitilini ateÅŸler. Öfke, “ben adaletim” derse kör bir güce dönüÅŸür, yakar yıkar, yaÄŸmalar. Adalet talep eden öfke ise inÅŸa eder, dönüÅŸtürür. O halde, onarılamaz acılara ve affedilemez cürümlere tanık olduÄŸumuzda, yumruklarımızı öfkeyle sıkalım. Vurdumduymazlık en büyük kötülüktür. Dünya deÄŸiÅŸmeyi hak ediyor ve biz kötülüÄŸe seyirci kalamayız.
Kaynak: Gerçek Hayat
Henüz yorum yapılmamış.