Sezai Karakoç: Mısrada insanı 'Şahdamar''ından yakalayan kalem
Follow @dusuncemektebi2
Sezai Karakoç denince aşk geliyor aklıma. Bu yere düşüp kirlenmiş anlamından farklı bir aşk. Hikmete, doğuya, tarihe, bilgeliğe, fedakârlığa, yalnızlığa sevk eden, hayatı bir ideal yolu üzre şekillendiren, yön veren bir aşk. Bu ne büyük bir kaynaktan ne büyük bir gönle düşmüştür ki varoluşun hamurunu o yoğurmuştur. O yoğruluş içinde sızan kelimelerin inşa ettiği cümleler, şiirler ve düşünceler bizim düşünce dünyamıza çalınmış aşk mayasıdır.
Tanrım dokun bana; kendi aşkına dokun
Çok uzun bir zamana yayılmıyor bu mısra ile tanışıklığım. Beni çarpan bir yanı var: AÅŸka dokun. AÅŸk kıl beni. AÅŸina kıl aÅŸkına. AÅŸktan uzak kalsak bile aÅŸk ile aÅŸinalığımız ezeli deÄŸil midir hepimizin? Fuzuli’nin çığlığında, duasında istediÄŸi de bu deÄŸil midir “Yarab belayı aÅŸk ile kıl aÅŸina beni”. Evet. AÅŸk olmayınca iman da olmuyor. Kuru, ruhsuz, çarpıntısız, heyecansız bir iklime dönüyor bütün mevsimler. Ä°çimde içimizde, yeryüzünde.
Yağmurlar dahi aşk ile yağıyor
YaÄŸmurlar dahi aÅŸk ile yağıyor. DirileceÄŸiz aÅŸk ile…
Karakoç denince aklıma aÅŸk gelir benim. Gül kurusu bir kitap kapağı arasında bir aÅŸk ve tevazu, hikmet, bilgi evreni saklıdır: GündoÄŸmadan.
Sezai Karakoç ile hayatımın ne zaman, kim vasıtasıyla kesiÅŸtiÄŸini bilmiyorum. Yazıyı yazmadan önce de epey düÅŸündüm. Ne yılı hatırlıyorum, ne de herhangi bir kitabını elime tutuÅŸturan bir kimseyi. Belli belirsiz bir ÅŸeydir hatırlayabildiÄŸim: Mona Rosa. Mona Rosa’nın hayatımla kesiÅŸme çizgisi ise üniversite yıllarına denk gelir. Ä°lk adını duymuÅŸluÄŸum sanırım Mehmet Efe’nin “Mızraksız Ä°lmihali” ile olmuÅŸtur. Ä°rfan bu ÅŸiiri okuduÄŸunda Nuran neden aÄŸlıyordu? Bir hikâyesi bir devamı olmalıydı. Kime sorduysam bilmedi, duymadı.
Bulamadığım bir Mona Roza vardı. Mevlana Erkek ÖÄŸrenci Yurdu’nda kalmaktan sıkılıp bir öÄŸrenci evine kapağı attığım, ilk defa yurt dışında kaldığım o günü hayal meyal hatırlarım ilk tanışıklık olarak. Nemden boyaları dökülmüÅŸ, kitap kaplarının duvara raptiye ile tutturulduÄŸu, tencerede su kaynatıp çaydanlığın alt kısmına çayı demlediÄŸimiz, kepçe ile bardakları doldurduÄŸumuz bir akÅŸamdı. Kıştı. Åžems civarına yakındık. Karşımızda küçük bir kümbet vardı. Bodrum katın pis perdelerinden belli belirsiz vuran ışıltısı ile gözüme çarpar geçerdi. Gece 24’ü buluyordu neredeyse. Ülkeyi ve dünyayı kurtarma seanslarının en hararetli yerindeydik. Ayetler, sureler, Medine Vesikası tartışmaları, Maide kırkdört, Yusuf kırk… Ä°smet Özel.
Monna Rosa, siyah güller, ak güller…
Birden ışıklar söndü. “Mona Rosa saati…” dedi birisi. Kimdi Mona, anlamadım ilk an. Büyük teoriler geliÅŸtiriyorduk ne de olsa. Ne iÅŸi vardı dünyayı kurtarma zamanının tam ortasında. Ne saati bu? “Sessizlik,” dedi hemÅŸehrim Murat Kamalak, “sessizlik…” Sessizlik olmaz ise okumam. Işıklar kapalı idi. Bir mum yaktı. Kat kat dürülü öÄŸrenci döÅŸeklerinin, yorganlarının arasına sıkışmış bir ajandanın arasından kat kat katlanmış, elde yazılmış, yıpranmış, kenarları yırtılmış birkaç sayfayı özenle çıkardı. O ÅŸiire yatkın ses tınısı ile okumaya baÅŸladı: “Monna Rosa, siyah güller, ak güller/Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak”.
Devam ediyordu. “Aman Allah’ım,” dedim; “iÅŸte buldum!” Orada elindeydi. Mum ışığında dinliyordum Nurhan’ı aÄŸlatan “kayıp ÅŸiiri”. Sessiz, çok sessiz bir ÅŸekilde, hani sinek uçsa duyulur kıvamında dinledik. Åžiir okuma bittiÄŸi zaman Murat, ÅŸiirin yazılı olduÄŸu sayfaları özenle katlamış, bir hazineyi saklar gibi titizlikle ortadan kaldırmıştı. Åžiirin hikâyesi çarpmıştı birçokları gibi ÅŸiirden önce belki de hepimizi. Åžiirin deryasına girdiÄŸimizde boÄŸulduÄŸumuzu anladık. Birkaç arkadaÅŸ benden önce davrandı ve ÅŸiiri kopyalamak istediÄŸini söyledi. Tekrar istemeye açık kapı bırakmayacak kadar kesin bir ifade ile “Hayır!” cevabı aldılar. Bu ÅŸiir herkesin eline geçemez, herkese verilmezmiÅŸ. Ben bunun üzerine istemeye teÅŸebbüs dahi etmedim. Sonra, çok sonra, arkadaÅŸlığımızın ilerleyen merhalelerinde birkaç yıl sonra ÅŸiiri ancak elde ettim. Fotokopiye de izin yoktu. El ile yazılacaktı. Yazdım da. AkrostiÅŸteki kodları dünyanın en gizemli sırrını çözme heyecanı ile tekrar tekrar okuyordum.
Åžimdi düÅŸünüyorum da Sezai Karakoç denince aÅŸk geliyor aklıma. Bu yere düÅŸüp kirlenmiÅŸ anlamından farklı bir aÅŸk. Hikmete, doÄŸuya, tarihe, bilgeliÄŸe, fedakârlığa, yalnızlığa sevk eden, hayatı bir ideal yolu üzre ÅŸekillendiren, yön veren bir aÅŸk. Bu ne büyük bir kaynaktan ne büyük bir gönle düÅŸmüÅŸtür ki varoluÅŸun hamurunu o yoÄŸurmuÅŸtur. O yoÄŸruluÅŸ içinde sızan kelimelerin inÅŸa ettiÄŸi cümleler, ÅŸiirler ve düÅŸünceler bizim düÅŸünce dünyamıza çalınmış aÅŸk mayasıdır.
Kitapların adında saklıdır hikâyemiz
Mevlana’dan Yunus’a, ebedi hikmetin bütün pırıltılarını içinde barındıran, harmanlayan büyük bir aÅŸk mayasıdır. Dünya sürgününü uzatmamayı dileyen bir çaÄŸrıyı dillendirir bize bu aÅŸk. Sevgilinin ey ve en sevgilisine seslenir. Salome'nin, Belkıs'ın saraylarında dolaÅŸtırır bizi. “Hızırla Kırk Saat” buluÅŸmaya götürür daha sonra. “Balkon”dan uzak durmalıdır, düÅŸebilir birden çocuklar. “Körfez”de boÄŸulmaz isen eÄŸer “Åžahdamar”a dokunduÄŸunda, “Sesler”ini duyabilirsin demektir aÅŸkın. Sonra ÅŸöyle diyebilirsin mutlaka “Sevgilim hayat bana damarlarımda sen olarak dokunuyor”.
Bu yolculuÄŸun bir aÅŸamasında yoluna mutlaka “Leyla ile Mecnun” çıkacaktır. “Taha’nın Kitabı”nı alırsın sonra. Gül’ü muÅŸtularsın. Sözleri zamana adayıp bir masal okursun sonra. Durursun. AÅŸkını/kendini kaybetmemen için gömeceÄŸin bir çukur kazarsın kendine masalın sonunda. Yedinci oÄŸul olmak isteriz hepimiz. Batı’ya gitmek ama kendi kalmak… Mümkün mü? Bahçe görmüÅŸ çocukların ÅŸiirini okuduktan sonra “Gök Gürültüsü Anıtı”na doÄŸru yürürsünüz. Kış da bir anıt dikmiÅŸtir biraz ilerisinde. “Ova”ya inince “BaÅŸkentler BaÅŸkenti”ne bir mektup yazarsınız. Akrebin ölümü düÅŸündürür sizi ve denizin kentini yakarsınız. “Alınyazısı Saati”nde ateÅŸ dansına bakarsınız sonra. Akrepler ölür. AÄŸustos böceÄŸi bir meÅŸaledir. Kitap biter. “DiriliÅŸ” okundukça hiç bitmez. Böyledir Sezai Karakoç.
Bir kitap al bin gemiye
GiriÅŸte alıntıladığım Hakan Albayrak’ın ÅŸiirine dönecek olur isek ÅŸayet, aÅŸka dokunmaktır Sezai Karakoç okumak. Damarlarınızda akan kanın bir baÅŸka uÄŸultusudur. Kalp ve düÅŸünce çeperlerinin aÅŸkla sınanmasıdır. Ä°çtikçe taÅŸtığınızı hissedecektir çevrenizdekiler. Sizde, hep bir aÅŸka kanmazlık ve susuzluk olurken, çevrenizdekiler sizden taÅŸanlarla boÄŸulmaktadır. Mısra mısra inÅŸa edecektir sizi Sezai Karakoç’un düÅŸüncesi. Haydi, bir okumaya yeltenin yenilgi yenilgi büyüyen zaferin müjdesi olmak için. Gemi demir almak üzere aÅŸka doÄŸru, siz hala sahilde misiniz? Bir kitap alıp binin gemiye. Açılın kendinizden uzaÄŸa biraz. Biraz gayret, biraz cesaret. AÅŸkla yenilen kaybetmez, aÅŸka düÅŸen boÄŸulmaz! Haydi aÅŸk ol, “DiriliÅŸ” baÅŸlamak üzeredir sevgili…
Müellif: Ümit SavaÅŸ TaÅŸkesen / Kaynak: Dünya Bizim Web Sitesi
Henüz yorum yapılmamış.