Batı tandanslı sosyal devlet, ''kerim devlet'' düşüncesinin yerini tutar mı?
Follow @dusuncemektebi2
Geleneksel anlamıyla bakıldığında kerim devlet bugün elbette fazlasıyla vardır. Fakat bu, daha açık ifade etmek gerekirse, yoksullukla mücadele etmeyi, dahası yoksulluğu ortadan kaldırma hedefini birinci düzeyde önceleyen bir sosyal devlet anlayışına evrildiği düzeyde ayırt edici bir niteliğe kavuşacaktır. Tabir caizse kapitalizmin yanaşması konumundaki bir sosyal devlet anlayışı bizim için ancak konjonktürel bir zorunluluk olabilir, tercih değil.
Sosyal devletin bir tercih mi yoksa zorunluluk mu olduÄŸu sorusu, özü itibariyle belirleyici bir niteliÄŸe sahip. Sosyal devlet politikalarının nereye doÄŸru evrileceÄŸini öngörmede bize bu sorunun cevabı önemli bir tutamak saÄŸlayacaktır. Ne ki diÄŸer taraftan soruyu iki ayrı düzlemde ele almamızın ÅŸart olduÄŸunu da dikkate almamız gerekiyor. Batı kapitalizminin tarihi seyri içinde sosyal devlet olgusunun ortaya çıkma sebepleriyle DoÄŸu dünyasının, özelde Türkiye’nin ÅŸartlarını aynı bakış açısıyla ve aynı saiklerle deÄŸerlendirmemiz kanaatimce doÄŸru olmayacaktır. Ne kadar batılılaÅŸmış olursak olalım, sosyo-politik kodlarımızın ve reflekslerin geliÅŸtirdiÄŸimiz devlet tecrübesinde halen etkili olmaya devam ettiÄŸini varsayabiliriz. Emin olamayız ama varsayabiliriz, zira bizde devletin sınıfsal niteliklerini tebarüz ettirecek bir devamlılıktan hala bahsedebilecek noktada deÄŸiliz. Kemal Tahir’in tabiriyle “kerim devlet” olgusu bizde “her ÅŸeye raÄŸmen” varlığını ciddi düzeyde sürdürüyor. Bunun saf bir olgu olduÄŸunu söylememiz elbette mümkün deÄŸil.
Neo-liberal devletle kerim devlet arasındaki iliÅŸki düzeyine bakıldığında kerim devletin baskın konumda olduÄŸunu söylemek sanıyorum bugün için bile fazla hamasi olur. ModernleÅŸme hikayemizin diÄŸer alanlarındaki tezahürlerinde olduÄŸu gibi, burada da iki devlet anlayışı/refleksi arasında iç içe geçmeler söz konusu olmaktadır. Hatta biz bunu iki ayrı devlet anlayışının tabir caizse birbiriyle izdivacından zuhur eden bir vakıa olarak yaşıyoruz: Yahya Kemal’in ifadesiyle deÄŸiÅŸerek aynı kalma hadisesi cari. Tam da bu anlamda kerim devlet anlayışının kendisini hangi düzeyde devam ettirdiÄŸinden emin deÄŸiliz. Dolayısıyla sosyal devleti ve bunun icabı olan sosyal politikaları kerim devlet anlayışından tevarüs edip etmediÄŸimizden de emin olamayacak kadar farklı dinamiklerin daha açıkçası dış faktörlerin etkisi altında ÅŸekil almaya devam ediyoruz. Ekonomi-politiÄŸimiz bütünüyle neo-liberal prensiplere göre teÅŸekkül etmekte. Sosyo-politiÄŸimiz ise kerim devletin iz ve yansımalarıyla mücessem. Fakat soru ÅŸu: Söz konusu sosyo-politik gerçekten sahici, saÄŸlam bir kerim devlet anlayışının ve refleksinin sonucu mu, yoksa ekonomi-politiÄŸin yani ekonomik rasyonalitenin sosyal bir boyutu olarak mı karşımıza çıkmaktadır?
Türkiye gibi ekonomi-politik açıdan nispeten esnek niteliÄŸe sahip ülkelerde, bu sorunun cevabını kanımca net olarak veremeyeceÄŸiz. Tezatlar muhtemelen bünyemizde kronik bir ÅŸekilde uzun süre daha etkili olmaya devam edecek. Fakat kerim devletle neo-liberal devlet anlayışı arasındaki gerilim ve çatışma alanları derinleÅŸtikçe nasıl bir pozisyon geliÅŸtireceÄŸimiz meselesi ister istemez daha önemli hale gelecek. Bununla beraber, küreselleÅŸme süreci içinde hiçbir ÅŸey yerinde sabit olarak durmuyor. Batı toplumlarının neo-liberalizmi ne ÅŸekilde sorgulayacakları ve dönüÅŸtürecekleri hususu, belki bizim geliÅŸtireceÄŸimiz pozisyondan çok daha ciddi deÄŸiÅŸimlere ön ayak olabilecektir. Nitekim görünen kuvvetli ihtimal de bu. YaÅŸadığımız küreselleÅŸme gerçeÄŸi, bütün yönleriyle bu ihtimali daha da kuvvetlendiriyor.
Sosyal devlet olgusu
Batı kapitalizminin geliÅŸme seyrini sosyal devlet merceÄŸi altında belki de yeniden bir gözden geçirmemiz gerekiyor. 19. yüzyılda, Ä°ngiltere merkezli olarak vahÅŸi kapitalizmin meydana getirdiÄŸi sefalet ve yoksulluk tablosu karşısında ilk sosyal politika uygulamalarının görülmeye baÅŸlanması gayet tabii anlamlı. Dolayısıyla sosyal politika uygulamalarının bir tercih mi yoksa zorunluluk mu olduÄŸunu öncelikle bu geliÅŸmeler ışığında deÄŸerlendirmemiz gerekir. Sosyal yardımlar kapsamında baÅŸlayan ilk uygulamaların Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde Keynesçi ekonomi-politikalarla yeni bir boyuta evrilmesi ise, doÄŸrudan sistemin yani klasik liberalizmin kodlarına yönelik bir müdahale ve dönüÅŸüm anlamına gelmektedir. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ÅŸeklindeki klasik anlayışa karşı artık sosyal haklar dikkate alınmaya baÅŸlanmış, çalışma hakkı, insanlık onuruna yaraşır ücret hakkı gibi insani ve ahlaki kriterler ağırlık kazanmıştır. Bu süreçte ya ekonomik düzenin (kapitalizmin) aklıyla toplumsal ve siyasal akıl (iktidar aklı) arasında bir ayrışma meydana gelmiÅŸ ya da bizatihi kapitalist aklın kendisi daha insani ve ahlaki reflekslerle kendisini dönüÅŸtürme ihtiyacı hissetmiÅŸtir. Bir üçüncü şık da, her iki aklın birbiriyle mütenasip bir temayül içine girmesidir.
Anti-kapitalist mahiyetteki bazı ezberleri bırakırsak üçüncü şıkkın doÄŸru olma ihtimalini hayli ciddiye almamız lazım. Kapitalist patronları tümüyle gayri insani bir egoizme irca eden okuma ve teorileÅŸtirmeler, bizi aslında gerçeÄŸe yabancılaÅŸtıran bir rol de oynamaktadır. Buradan baktığımızda, sosyal devletin kapitalizm için birtakım sosyal, siyasal risklere karşı salt bir güvenlik sibobu olarak devreye sokulduÄŸunu ileri sürmek, ilk baÅŸta mantıksız gelmese bile, en azından ihtiyatla karşılanması gereken bir soyutlama diye kabul edilmeli. Gerçekten de sözkonusu bu soyutlamayı, sosyal devlet uygulamalarının çalışma hayatındaki ilk örneklerini veren Henry Ford’un çalışma ve yöntemleri üzerinden sorguladığımızda sorularımızın cevabını sandığımızdan farklı verebiliriz. Ford’un uygulamalarının Keynesci ekonomi-politiÄŸin kılavuzluÄŸunda hayata geçirildiÄŸini biliyoruz. Fakat Ford’un ne yaptığına baktığımızda bunun tamamen siyasal-toplumsal aklın bir dayatması olmadığını, ekonomik aklın dönüÅŸümüyle ilgili bir boyut içerdiÄŸini fark ederiz. Ford’un kapitalist-ekonomik aklı, iÅŸçilerin sadece çalışan olmadığına dair bir dikkat ve/veya hassasiyetle denebilir ki tekamül etmeye yönelik bir irtifa kaydetmiÅŸtir. “Ford, iÅŸçilerinin sadece bir çalışan olmadığının, hayatlarının sadece bir bölümünü çalışmaya ayırdıklarının, diÄŸer bölümlerinde ise birer tüketici olduklarının farkındaydı. Bu nedenle sadece üretim süreciyle ilgilenmeyi bir eksiklik olarak görüyordu. Çalışma koÅŸulları nasıl iyi düzenlenip verimlilik sürekli kılındıysa; iÅŸçilerin boÅŸ zamanları ve aile hayatları da iyi düzenlenmeliydi” (Zencirkıran-BaÅŸtürk 2019, 89).
Buna göre çalışma ÅŸartlarının ve ücretlerin iyileÅŸtirilmesi verimliliÄŸin bir gereÄŸi olarak ortaya çıkar. Yüksek ücretler ve yaygınlaÅŸtırılmış sosyal güvenlik hakları, üretimle beraber pazarda da büyüme saÄŸlayacaktır. Burada asıl dikkat etmemiz gereken nokta, çalışanların durumundaki iyileÅŸmenin Keynes’in iktisadi öÄŸretisiyle eÅŸzamanlı niteliÄŸidir. Dolayısıyla bunu, ekonomik akılla siyasal-toplumsal akıl arasındaki diyalektik iliÅŸkiden bağımsız mütalaa etmek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Sermayenin isterleri deÄŸiÅŸmese bile anlayış tarzı deÄŸiÅŸebilir, deÄŸiÅŸmektedir. Sosyal devlet politikalarının kapitalizme karşı insani, toplumsal hassasiyetlerden beslenen bir anlayış çerçevesinde geliÅŸme kaydetmesi iÅŸin en belirleyici tarafıdır. Tabii sosyal devleti mümkün kılacak ekonomik büyüme 1940’lardan itibaren geliÅŸmiÅŸ ülkelerde kendisini göstermiÅŸ, sosyal devlet uygulamaları bu sayede ivme kazanmıştır. Sovyet bloÄŸunun meydana getirdiÄŸi toplumsal-siyasal atmosfer de ayrıca sosyal devlet uygulamalarını ciddi bir zorunluluk olarak tebarüz ettirmiÅŸtir. Ekonomik verimlilikle beraber iÅŸçi haklarına ve adalete yönelik talepler bu süreçte etkisini güçlü bir ÅŸekilde göstermeye baÅŸlamıştır.
Bu çerçevede, sosyal devlet uygulamalarının Batı dünyasında büyük ölçüde bir zorunluluk olarak ortaya çıktığını tespit edebiliyoruz. Bunun büyük ölçüde deÄŸil de tamamen böyle olduÄŸunu söyleyebilmemiz için kapitalist-ekonomik aklı dediÄŸimiz gibi bütün insani ve ahlaki hassasiyetlerden soyutlamak gerekir. Ford’un 1930’larda Kuzey Alabama’da kurduÄŸu sanayi platosunu “Bir çalışma uygarlığı inÅŸa etmek” diye tanımlaması (Age, 92), sahip olduÄŸu kapitalist motivasyonun kanımca ekonomi-ötesi boyutunu ortaya koymaktadır. Öyle veya böyle, kapitalizm, Ford örneÄŸinde görüldüÄŸü üzere, sosyal devlete temel olan ihtiyaçlar ve yaklaşımlar temelinde evrilmek zorunluluÄŸu içindedir. Bunun kapitalizmin aleyhine bile olsa zorunlu bir süreç olarak devam edeceÄŸini söylemek mümkün. Zira sosyal hakları temel insani haklardan ayrıştırmamızın giderek daha zorlaÅŸtığı bir sürecin içindeyiz. Sadece temel insan haklarıyla da sınırlı deÄŸil, egoist bir düzene karşı güven ve dayanışma ruhuyla beslenen toplumsal/kolektif ruhun temayüz etmesi önemli bir ihtimal ve imkan olarak önümüzde durmaktadır. Bauman, sosyal devletin temeli olarak tam da bu noktaya iÅŸaret eder: “Sosyal devlet, topluluk fikrinin nihai modern tecessümü olmuÅŸtur. Yani karşılıklı bağımlılık, adanmışlık, sadakat, dayanışma ve güvenin farkındalığıyla kabulü sayesinde örülmüÅŸ hayali bir bütünlüÄŸün modern formu içinde, bu fikrin kurumsal düzlemde yeniden canlanışıdır” (Bauman 2019, 60). Sosyal devlet, insanın insanın kurdu haline geldiÄŸi, herkesin herkesle savaÅŸtığı acımasız bir rekabet dünyası karşısında toplumsal ve siyasal aklın insan onuruna daha fazla sahip çıkma dürtüsüyle kendi tarihsel evrimini derinleÅŸtirecek gibi gözüküyor. Özgürlükle güvenlik, egoizmle insan onuru arasındaki gerilim Batı dünyasının karakteristiÄŸini oluÅŸturan diyalektik bir süreç içinde ÅŸekillenmeye muhtemelen devam edecektir.
Kerim devletin bugünü ve geleceÄŸi
Bize gelince; kerim devlete atfettiÄŸimiz deÄŸer ve özelliklerin sahiciliÄŸine veya halen diri bir ÅŸekilde mahfuz olup olmamasına baÄŸlı olarak deÄŸerlendirilmesi gereken bir süreçten geçiyoruz. 1961 Anayasası’nın 41. maddesinde yer alan “Ä°ktisadi ve sosyal hayat, adalete, tam çalıştırma esasına ve herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaÅŸayış seviyesi saÄŸlanması amacına göre düzenlenir” hükmü içindeki “insanlık haysiyetine yaraşır bir yaÅŸayış seviyesi” ölçütünün 1982 Anayasasının 55. maddesinde yer almamasını düÅŸündürücü bir sapma olarak tespit etmemiz lazım. 82 Anayasası’ndaki bu eksiltmeye karşılık, yeÅŸil kart uygulamasından genel saÄŸlık sigortasına, Fak-Fuk Fon’dan dezavantajlı grupların bakım hizmetleri ve istihdamında yapılan büyük artışlara kadar, geldiÄŸimiz nokta itibariyle aşırı yoksulluÄŸun ortadan kaldırıldığı, insani geliÅŸme endeksinin nispeten daha iyileÅŸiÄŸi bir dönem içinden geçiyoruz. Bu anlamıyla kerim devlet, bilhassa sosyal güvenliÄŸi ve bütünleÅŸmeyi saÄŸlamaya yönelik hizmetlerle varlığını hissettirmekte. Bunu, sosyal riski azaltmaya yönelik ekonomi-politik bir sebeple izah etmeyi ise esasen doÄŸru bulmam. Ancak kerim devlet deÄŸerleri açısından olması gereken nedir diye sorduÄŸumuzda, bunun ekonomik-kapitalist aklın isterlerine karşı bizi baÅŸka bir iktisadi düzleme taşıması gerektiÄŸini ifade edebilmeliyiz. Kerim devletin bir zorunluluk deÄŸil de bir tercih olarak temayüz edebilmesi için, kapitalizmin büyüme ve verimlilik talepleriyle bir yüzleÅŸme eÄŸilimi ve çabası içine girmeye ihtiyaç vardır. Aksi halde kerim devlet nosyonu, Batı/modernite tandanslı olarak geliÅŸen sosyal devlet politikalarının ötesine bizi taşıyamaz. Bize özgü bir deÄŸer veya farklılık olma özelliÄŸini bugün itibariyle kaybetmiÅŸ olur.
Geleneksel anlamıyla bakıldığında ise kerim devlet bugün elbette fazlasıyla vardır. Fakat bu, daha açık ifade etmek gerekirse, yoksullukla mücadele etmeyi, dahası yoksulluÄŸu ortadan kaldırma hedefini birinci düzeyde önceleyen bir sosyal devlet anlayışına evrildiÄŸi düzeyde ayırt edici bir niteliÄŸe kavuÅŸacaktır. Tabir caizse kapitalizmin yanaÅŸması konumundaki bir sosyal devlet anlayışı bizim için ancak konjoktürel bir zorunluluk olabilir, tercih deÄŸil. Bu zorunluluÄŸu nasıl aÅŸabileceÄŸimizi tabii ki iyi düÅŸünmeliyiz. Ama daha öncesinde, bu ihtiyacı duyacak düzeyde ahlaki, sosyal hatta ideolojik bir tecessüse ihtiyacımız var. DeÄŸilse, kendimizi geliÅŸmiÅŸ ülkelerin sosyal devlet deÄŸerleri ve uygulamalarıyla test etmekten öteye gidemeyiz. Åžu an itibariyle bakıldığında da gidemiyor gibiyiz.
Müellif: Ali K. Metin/ Åžair, YazarKaynaklar / Star-Açık GörüÅŸ
Kaynaklar:
Zencirkıran, Mehmet-BaÅŸtürk, Åženol (2019), Çalışma ve Endüstri Sosyolojisi, Dora Yayınları.
Bauman, Zygmunt (2019), Borçlu Zamanlarda YaÅŸamak, Çev: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yayınları.
Henüz yorum yapılmamış.