Ohri'de elde kalan Besmele
Follow @dusuncemektebi2
Müezzin efendi “hayye ale’s-salah” derken girdik Pir Mehmet Hayati Dergâhı’na. Bu insanlar, topluca namaz kılmaları yasaklandığında bu zikirlere, bu mevlit toplantılarına ‘kendi kültürel formumuz bu’ diyerek izin almışlar. Her vesileyle mevlit okumak için bir araya gelmişler ki dinlerini yaşayabilsinler. Sorsan bizim o arkadaşlara sana diyecekler ki ‘Mevlit okunması bidattir.’ Oysa buradaki adam için o mevlidin bir dizesinin yanlış okunması büyük günahtır.
Kalkasım yoktu hiç. Yorgundum, çok yorgun. Akşam, anlamadığım dillerde şiirler dinlemiş, kimsenin anlamadığı dilimle şiirimi okumuştum. Yaşlıların ikindi sonrası iç geçirmelerinden bahsetmiştim. “Kimsenin anlamadığı” demeyeyim yine de. Hem Struga’da yerleşik Türkler vardı hem de “Dur madem ordasın geliyorum” diyerek bulduğu ilk uçakla yanıma gelen bir can dostumla birlikteydik.
Uyandım mecburen. Söz vermiş bulunmuştum çünkü. “Elbette gideriz” demiştim orada tanıştığımız yeni bir felsefe hocasına.
Yazdı. Yorgundum. Bütün umudum, can dostumun uyanamamış olmasıydı. O uyanamamış olsaydı hocaya “Hocam, nasip değilmiş, seni de yorduk ama…” deyip tekrar odaya çıkmak, uyumak niyetindeydim.
Benimkisi boş hayal… Dostum lobideydi tabii. Sekmezdi ondan. Birazdan hoca da geldi. Üç kişi, uykusunu alamamış erkeklere mahsus suskunluklarımızla söktürdük yolu yirmi dakikaya…
Müezzin efendi “hayye ale’s-salah” derken girdik Pir Mehmet Hayati Dergâhı’na. Gece karanlığında detaylarını çok göremediğimiz beyazlı yeşilli küçük bir yapıydı burası.
Yirmi kişi kıldık namazı. Ardından gece arabayla yol gelmeyi göze alıp, uykudan vazgeçip buraya, Ohri’deki bu camiye gelme sebebimize geldi sıra. Halka olundu. Tespihler dağıtıldı. Dizler dizlere değdi. Zikrullah başladı. Sorsanız “Ben tespih almadım hacı” diye anlatacaktır size can dostum, ama biliyordum ki o da yapıştırmıştı dilini damağına.
15 dakika kadar süren zikrin ardından “buyurunuz kahveye” denilip üst kata çıkıldı. İmam efendiden başlayarak kahveler ve rahatluk lokumlar dağıtıldı. Biraz sohbetin ardından müsaade isteyip çıktık.
Ohri’nin yeni yeni uyanan sokaklarını arşınlarken dostuma dedim ki: “Abi, buraya niçin geldik biliyor musun? Mehmet Hayati Hazretleri, bu dergâhı 1720’lerde kurmuş. Demek ki 300 yaşında. 300 yıldır herhangi bir sabah namazı sonrası yok ki burada bir halka kurulmamış, zikir yapılmamış olsun. En ağır savaşlarda, Yugoslavya rejiminin dinden nefret ettiği, bütün dini ritüelleri yasaklamaya çalıştığı yıllarda, karakışta, sıcak yazda tam 300 yıldır süregelen bir geleneğin küçük bir parçası olmak için geldik biz buraya.”
Dostum ilginç adamdır. Hep meselenin en önemli tarafını fark eder, sorusunu oradan sorar. Yine oradan sordu: “Ama hacım, senin bu yaptığımıza bidat, hatta şirk diyen arkadaşların var. Nasıl olacak?” Önce kaçamak cevap verdim: “Bir sekülere göre çok iyi öğrenmişsin kullandığımız kavramları…” Elbette gülümsedi ama cevabı duymak istediği belliydi. “Bak abi” dedim ona, “Bu bidattir, şirktir tartışmaları biraz rahat bir atmosfer ister. Genellikle özgürlükle, zenginlikle falan gelir. Rahata eren Müslümanlara batar o rahatları. Burada, 300 yıldır, bu 300 yılın kahir ekseriyetini azınlık olarak yaşayan bu insanlar için çok lüks bu tartışmalar. Bu insanlar, topluca namaz kılmaları yasaklandığında bu zikirlere, bu mevlit toplantılarına ‘kendi kültürel formumuz bu’ diyerek izin almışlar. Her vesileyle mevlit okumak için bir araya gelmişler ki dinlerini yaşayabilsinler. Sorsan bizim o arkadaşlara sana diyecekler ki ‘Mevlit okunması bidattir.’ Oysa buradaki adam için o mevlidin bir dizesinin yanlış okunması büyük günahtır. Çünkü hayatının bazı dönemlerinde dinle, Allah’la kurabildiği tek ilişki mevlit olmuş, bu dergâhlarda ‘Kültürel bir şeydir’ diyerek izin aldıkları zikir olmuş.”
Muhteşem Ohri Gölü’nün kenarına gelmiştik bu arada. Önümüzde muazzam sükûnette bir mavilik vardı. “Şimdi anladım” dedi arkadaşım, “Sovyetler ilk dağıldığında Azerbaycan’a gitmiştim ben. Orada votkasından ilk yudumu almadan önce besmele çeken insanlar görmüştüm ve çok şaşırmıştım buna. Düşün, ben bile yadırgamıştım durumu. Meğer adam elinde kalan son ipe sarılıyormuş besmele çekerek.”
Bu sefer gülümseme sırası bana gelmişti. “Bazen elimizde sadece o besmele kalır. Hatırla sana anlattığım o Boşnak askerleri. Hani bir pusuya yakalanmışlardı da komutanları bunlara ‘Duadan başka şey kalmadı elimizde, dua edin’ demişti. Askerlerden biri de bildiği duaya benzer tek cümleyi söylemiş yani ‘Selamün aleyküm’ demişti. Şimdi bu sabah sen de ‘Selamün aleyküm’ dedin işte. Besmele de çektin. Birkaç yıl sonra birlikte bir umreye gidecek olmamızın ilk adımı bu olsun mu?”
Elbette kaçtı sorudan. “Önce Las Vegas’a gider de oradan geçersek neden olmasın?” dedi. Gülümsedik dostlukla Ohri Gölü’ne karşı.
İsmaiil Kılıçarslan / Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.