Sosyal Medya

Kemal Sayar: Koşma Yoksa Düşersin

Rekabetin ve tamahkarlığın insanı iyi yönde güdülediğine, bu yönüyle de kaçınılmaz olduğuna dair Batılı anlayışı artık bir kenara bırakalım. Rekabet saldırganlığı kamçılar ve bir başkasına dirsek atarak öne geçmeyi meşrulaştırır. Rekabetçilik bize kaynakların kıt olduğu durumlarda yarışmanın ve saldırganlığın kaçınılmaz olduğunu söyler ve evrimsel psikolojiden destek alır. Oysa insan karmaşık ve kültürel bir varlık. İnsanı hayvandan ayıran özellikler var: Kuvvetli bir işbirliği duygusuna sahip olması, hakikat ve güzelliğe sevdalanabilmesi, diğerkamlığı, maneviyat ve anlam arayışı



Ansız bastıran bir yaÄŸmurun sırılsıklam ettiÄŸi düÅŸlerle geldi sandalyesine oturdu. Sesinde, yaşından beklenmeyen bir dinçlik kol geziyordu. Arada patlayan ve içinde daima devriye gezdiÄŸi izlenimi veren genç neÅŸesi pek de uzun sürmüyor ve yerini çabucacık nemlenen gözlere bırakıveriyordu. Kahkaha ve kederin o gergin ipinde, bir cambaz gibi bir oraya bir buraya yalpa yapan ruhlar, oldum olası ilginç gelmiÅŸtir bana. Gülüyorum ama aslında aÄŸlamalıyım. AÄŸlıyorum ama belki de gülmeliyim. Ani mevsim deÄŸiÅŸiklikleriyle, bulutların hızlı yer deÄŸiÅŸtirmeleriyle halden hale seyirten, kâh güneÅŸli kâh yaÄŸmurlu vadilerde dolaÅŸan, oradan oraya keklik gibi seken ele avuca sığmaz ruhlar. Bir duygunun en diplerine dalmaktan, en derinlerin vereceÄŸi sarhoÅŸluktan korkanların tereddütlü halleri. Depresyondaki birini dinlediÄŸinizde dehÅŸet, ümitsizlik ve suçluluk kesif karanlığıyla odayı doldurur. En derinlerde duyguyu hissetmek yoktur, duygu tarafından uyuÅŸturulmak vardır. Dünyaya karşı mutlak bir kayıtsızlık ve uyuÅŸma. Bir zırh iner ve sizin geçmiÅŸinizle bugününüz arasındaki baÄŸlantıyı koparır. Bir zırh iner ve sizin hayatla bağınızı söker atar. Ä°nsanın kendisinden sevdiklerine bir yol bulmasını bir kenara bırakın, kendi hakikatine yabancılaşır insan.
 
O ağır depresyonun koynunda sürekli aynı cümleyi mırıldanır kiÅŸi: ‘Kaybettim!’  Ne çok korkarız o kelimeden, kaybetmekten, yenilmekten nasıl da iÄŸreniriz. Yok mu kuzum yenilginin de bize öÄŸretebileceÄŸi bir ÅŸey? Bu dünyaya salındığında ruhumuz, daima kazananlardan olacağımıza dair bir berat mı tutuÅŸturuldu elimize? Hem o zaman hayrın da ÅŸerrin de Allah’tan geldiÄŸini nasıl bileceÄŸiz?  Hiç yenilmezsek dünyanın bir imtihan yeri olduÄŸuna nasıl iman edeceÄŸiz? Yüzünde gülücükler açtığında kazandığı günlerin hatırası canlanıyor, kasvetli bir bulut çöreklendiÄŸinde yüzüne, ısrarla nasıl görkemli bir kaybeden olduÄŸuna beni ikna etmek istiyor. KaybettiÄŸini düÅŸünüyor çünkü her dönemecinde maddi ödüllere boÄŸulduÄŸumuz bir hayat yarışında, geride kaldığı kanaatinde. Ömür koÅŸusu devam ediyor ama rakipleri ona tur bindirmiÅŸ vaziyette. Yo bunu hiç içine sindiremez, kendisini acımasızca suçluyor. Önde olmalıydı, birinciliÄŸi kimselere vermemeliydi. Kim bilir kaç yaralanmış ruhtan benzeri lakırdılar iÅŸittim. Kendi yörüngesini ancak baÅŸkalarının seyrine göre tayin edenler. Dünyayı bir yarışma yeri, kendilerini de durmaksızın koÅŸmak zorunda olarak gören biçare ruhlar.
 
Rekabetçi bireycilik utanç, haset ve öfke üretiyor. Bize sürekli ‘yeterince iyi deÄŸilsin’ diyor. Ä°yi de belki de biz çiçekleri koklamakta en güzeliz, tankların üzerine yürümekte en cesuruz, dost için fedakarlık yapmakta en mahiriz. Belki de en masum, en hesapsız  sevgi bizimkisi. Belki de modern hayat bizi hiç anlamıyor! BiricikliÄŸimizi, ruhumuzun bize özgü renk ve seslerini ölçemiyor, takdir edemiyor. Rekabet kültüründe herkes kaybedendir. Kaybedenler kaybeder, kazananlar görünüÅŸte kazanır. Ruhların bu esir pazarında, yarışmaya dahil olmak zaten kaybetmektir. Kazanan rahatlayamaz bir türlü, nasıl rahatlasın ki? Ya birileri onun mevkiine tırmanır da o makamı elinden alıverirse? Devamlı bir statü endiÅŸesi. Ya kaybedersem? ‘Zafer ve sükunet aynı evde oturmaz’ demiÅŸ Montaigne. Tepeye tırmananlarda sürekli bir endiÅŸe: Ya aÅŸağıya düÅŸersem? Kendi deÄŸerimizi baÅŸkalarının insafına, baÅŸkalarının eline bıraktığımızda sürekli tahtımızdan edilme korkusuyla yaÅŸarız. Alkış hep dışarıdan geldiÄŸinde bir tür bağımlılık geliÅŸtirir ve aferin iptilasının yarattığı yoksunluÄŸu daha çok aferin ve daha çok alkışla yatıştırmak isteriz.  Rekabetçi bir kültürün gölgesi yenilgidir.  ÇoÄŸumuz yenilgiyi baÅŸarılı bir hayatın istisnası saysak da yenilgi her yerdedir. Mükemmeliyet kültü örgütleri ve insanları avlıyor, yenilgi ve zayıflığın kabulüne asla yanaÅŸmıyor. Oysa yenilgi insan evladı olmanın kaçınılmaz bir sonucudur. Bazen sonbaharlar gelir, bazen sert bir rüzgar aÄŸaç köklerini söker, bazen ayazda kalır üÅŸürüz iÅŸte. Kendimize inanmak için modern kültürün bize dayattığı ÅŸeyleri baÅŸarmak zorunda deÄŸiliz. Kendimizi bu dünyanın ölçülerine göre miyara vurmak ve sonunda bahtımıza utanç ve öfke yazmak zorunda deÄŸiliz. Kendi içimizdeki zıtları barıştırarak da bireyleÅŸebilir, yenilgilerimizden öÄŸrenerek, kiÅŸiliÄŸimizin gölgede kalan taraflarını daha iyi tanıyarak da tekamül edebiliriz.  Rekabetçi kültür bize diyor ki, ‘zekan, güzelliÄŸin, çekim kabiliyetin, kariyer geliÅŸimin, baÅŸarın, bilgin, maddi zenginliÄŸin yeterince iyi deÄŸilse sen de yeterince iyi deÄŸilsin’. Televizyonda yarışma programları kazananları pohpohlar ve kaybedenleri utandırır, magazin kültürü ÅŸöhretin ayağının kaydığını bir avcı gibi sessizce bekler ve sonra üzerine çullanır, politikada kaybedenler alay konusu olur. Finans sonrası küresel dünyada ülkeler hükümranlıklarını kaybeder ve ya ‘pazar kuralları’nın diktası altında ya da IMF gibi küresel örgütlerin boyunduruÄŸu altında baÅŸarının izini sürer. Zayıf egolar baÅŸkalarını kontrol etmek suretiyle güce duydukları açlığı doyurmak ister. Beyhude ! Ötekine hükmederek elde edilen güç insanı asla doyurmaz, susuzluÄŸunu gidermez.
 
Ä°nsan hayatı için önemli olan ÅŸeylerin hayatın kıyısına sürüldüÄŸü bir uygarlıkta yaşıyoruz. Çocuk doÄŸurmak, çocuk yetiÅŸtirmek, zengin bir ruhsal hayat, canlı ve dayanışma üzerine kurulu bir kamusal alan, doÄŸal dünyayla rabıta ve saygı, iÅŸte bütün bunlar hayatın özünü oluÅŸturan, paraya tahvil edilemez deÄŸerler. Ama servet deÄŸil, ÅŸöhret deÄŸil, moda deÄŸil. En yüksek ücretli iÅŸler çoÄŸu zaman topluma doÄŸrudan yarar saÄŸlamayan iÅŸler.  Bencil kapitalizm  güvensizlik ve düÅŸük özgüven salgını üretiyor. EÅŸitsizlik hem ruhsal arızaları, hem de her türlü bedensel sorunları tırmandırıyor.  Rekabetçilik ve eÅŸitsizlik bizi daha mutmain ve mutlu insanlar kılmıyor.  Statü endiÅŸesi, utanç, panik, haset, öfke, depresyon, düÅŸük özgüven yaratıyor. Beslenmek ve insan olarak inkiÅŸaf etmek için kendimizi bir vasıta gibi hissetmediÄŸimiz sahici ve samimi, ÅŸartsız iliÅŸkilere ihtiyacımız var. Bir topluluÄŸun parçası olmak, kendi hayatımız üzerinde hükümran olmak, kendi hayatımızı sahiplenerek bir gaye edinmek zorundayız.  GüzelliÄŸi, hakikati ve Ä°lahi olanı tecrübe etmekle ruhumuz kanatlanıyor, zira biz anlam arayan varlıklarız. Neyin önemli olup neyin olmadığını bilemezsek çölde yolunu yitirmiÅŸ avare seyyahlar gibi aç ve susuz kalacağız.  Bizi saldırgan ve rekabetçi canavarlar olarak tanımlayan bir bilim de yönünü yitirmiÅŸtir.
 
Liberalizm yaÄŸmacıya bunu yapmaya hakkı olduÄŸu yanılsamasını veriyor. YaÄŸma ekonomisine bir sınır, ahlaki bir had, bir düzenleme getirilmesi istenmiyor. Benlik pazar ekonomisinin kıvamına büründüÄŸünde, kıymetini tayin eden ÅŸey  içsel niteliÄŸi deÄŸil pazarda kaç akçe edeceÄŸi oluyor. Karşımdaki insan bana ne kazandırır, benim dünyevi amaçlarıma ne ölçüde hizmet eder diye baktığımda  onu pazar albenisi üzerinden miyara vuruyorum. Mal dolaşımında tedavüle girecek kadar kıymeti var mı? Yoksa, at sepete!
 
Rekabetin ve tamahkarlığın insanı iyi yönde güdülediÄŸine, bu yönüyle de kaçınılmaz olduÄŸuna dair Batılı anlayışı artık bir kenara bırakalım. Rekabet saldırganlığı kamçılar ve bir baÅŸkasına dirsek atarak öne geçmeyi meÅŸrulaÅŸtırır. Rekabetçilik bize kaynakların kıt olduÄŸu durumlarda yarışmanın ve saldırganlığın kaçınılmaz olduÄŸunu söyler ve evrimsel psikolojiden destek alır.  Böylece serbest piyasa kapitalizminin acımasızlık ve eÅŸitsizliÄŸi meÅŸrulaÅŸtırılmış olur. Oysa insan karmaşık ve kültürel bir varlık. Ä°nsanı hayvandan ayıran özellikler var: Kuvvetli bir iÅŸbirliÄŸi duygusuna sahip olması, hakikat ve güzelliÄŸe sevdalanabilmesi, diÄŸerkamlığı, maneviyat ve anlam arayışı. Rekabetçi zihniyet, insan yavrusunun  ihtimam ve merhameti ilk elden tecrübe etmesini zorlaÅŸtırıyor.
 
Normopati: Normallik deliliÄŸi. Anormal derecede normal olan insanlar. Göz ucuyla hep baÅŸkalarını süzenler cemiyeti.  KiÅŸinin kendi bireyselliÄŸini, toplumsal kabuller ve uzlaşı adına feda etmesi. BaÅŸ aÅŸağı düÅŸerken ‘henüz her ÅŸey yolunda’ dedirten hal. Oysa senin farklılığın güzel. Dünyaya sana ait bir ses, bir renk, bir ezgi, bir eda, bir duruÅŸ, bir cümle bırak. Dünyaya sana ait bir yenilgi bırak. Senden baÅŸkasının kotaramayacağı kadar sana has bir düÅŸüÅŸ, bir baÅŸarısızlık, bir yenilgi olsun. AÅŸağı doÄŸru bir kavis. Oradan tüten bir anlam bırak. KoÅŸmak zorunda deÄŸilsin, düÅŸersen kalkmak zorunda deÄŸilsin. DüÅŸtüysen bir süre çayır çimenin tadını çıkar. Sana sürekli koÅŸmanı söylüyorlar. Yarışmanı, birilerini arkada bırakmanı, ipi önce göÄŸüslemeni bekliyorlar. Hep daha hızlı koÅŸmanı istiyorlar.  Bense sadece annenin çocukluÄŸunda söylediÄŸi bir sözü hatırlatacağım:  KoÅŸma, düÅŸersin!
 
 
 
Müellif: Kemal Sayar, Serbestiyet.com
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.