Beşir Ayvazoğlu: Huzur 70 yaşında
Follow @dusuncemektebi2
Genç okuyucularımız Tanpınar’ın bugünkü popülerliğine bakarak Huzur’un yayımlandığı tarihte kapışıldığını zannedebilirler. Hayır, Huzur’un ilk baskısı 1970’lere kadar piyasada rahatlıkla bulunabiliyordu, çünkü tükenmemişti. İlk baskısı 1961 yılında yapılan Saatleri Ayarlama Enstitüsü de öyle. Kütüphanemdeki nüshayı 1974 yılında Babıâli yokuşundaki bir kitapçıdan satın almıştım, Sahaflar Çarşısı’ndan değil.
Geçenlerde dostlarla sohbet ederken Huzur’dan söz açılınca bu önemli romanın yazılışından bu yana tam yetmiÅŸ yıl geçmiÅŸ olduÄŸunu fark ettik ve önemli ÅŸahsiyetleri doÄŸum ve ölüm yıldönümlerinde nasıl hatırlayıp anıyorsak bazı eserlerin de gündeme getirilebileceÄŸi üzerinde konuÅŸtuk. Bir dostumuz, Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın KoltuÄŸu romanının da ilk baskısının 1949 yılında, yani yetmiÅŸ yıl önce yapıldığını hatırlattı. Bu ÅŸu demek: 2019 yılı, iki büyük romanının doÄŸuÅŸunun tam yetmiÅŸinci yılı…
Genç okuyucularımız Tanpınar’ın bugünkü popülerliÄŸine bakarak Huzur’un yayımlandığı tarihte kapışıldığını zannedebilirler. Hayır, Huzur’un ilk baskısı 1970’lere kadar piyasada rahatlıkla bulunabiliyordu, çünkü tükenmemiÅŸti. Ä°lk baskısı 1961 yılında yapılan Saatleri Ayarlama Enstitüsü de öyle. Kütüphanemdeki nüshayı 1974 yılında Babıâli yokuÅŸundaki bir kitapçıdan satın almıştım, Sahaflar Çarşısı’ndan deÄŸil.
Tanpınar, hali tavrı, kılığı kıyafeti yüzünden ciddiye alınmayan, “Kırtipil” lakabı takılarak alay edilen bir yazardı. Cemil Meriç, bir zamanlar onun eserlerine dikkatle eÄŸildiÄŸini ve kendisiyle tanışmak isteyince bazı müÅŸterek dostlarının “Yok canım, salağın biridir, sen sevmezsin, rahatsız eder seni!” dediklerini yazar. Kendisi de dışarıdan bakanlara “gülünç bir havada” göründüÄŸü, bunun sebebinin sürekli tezatlar içinde yaÅŸaması olduÄŸu ve “sükût suikasti”ne uÄŸradığı kanaatindeydi.
Bana sorarsanız, Tanpınar’ın görmezden gelinmesi ne tezatlar içinde yaÅŸamasındandı ne de kılıksızlığındanı; yazdıkları devrin ana eÄŸilimlerine ters düÅŸüyordu, bütün mesele bu.
Hayatımızdan sökülüp atılmak istenen deÄŸerlerin çoÄŸuna çaÄŸdaÅŸlarından çok farklı bir gözle bakan Tanpınar, önceleri radikal bir Batıcı iken 1932 yılından sonra “kendisi için tefsir ettiÄŸi” bir Åžark’ta yaÅŸamaya, Emir Sultan, Åžeyh Hamdullah, Fuzuli, Baki, Yesarizade, Åžeyh Galibe, Itri, Dede Efendi gibi isimlerden dem vurmaya, Tanzimat’tan beri hayatımıza hâkim olan kültür ikiliÄŸini ve devamsızlığı -sancılarını bizzat yaÅŸayan bir aydın olarak- ciddi bir biçimde sorgulamaya baÅŸlamıştı. Hasan Âli Yücel, Ahmet Kutsi Tecer, Nurullah Ataç gibi, devlet ideolojisinin hem yapıcıları hem de en hararetli savunucuları olan yakın arkadaÅŸları, onun çoÄŸu düÅŸüncelerini bir çeÅŸit fantezi olarak gördükleri için pek tehlikeli görmüyorlardı. Çünkü o bir kavga adamı deÄŸildi; mesela Türk musikisi klasiklerini Radyoevi’ne gidip stüdyoya kapanarak saatlerce dinleyecek kadar sevdiÄŸi halde, hiçbir zaman alaturka-alafranga kavgasında taraf olmamıştı. Çünkü ciddi tereddütleri vardı ve “Debussy’yi, Wagner’i sevmek ve Mahur Beste’yi yaÅŸamak, bu bizim talihimiz” diyordu.
Dostları Tanpınar’ı -fikirlerine katılmasalar da- aralarından uzaklaÅŸtırmak yerine kontrollerinde tutmayı daha akıllıca gördüler; hatta Avrupa’ya gönderdiler, milletvekili yaptılar. Zaaflarının farkındaydılar. Onu, “Kırtipil” lâkabında ifadesini bulan açık bir aÅŸağılamayla gülünüp geçilecek zavallı bir adam olarak koruyup kolladılar. En yakın dostu Sabahattin EyüboÄŸlu, Tanpınar hakkındaki tek yazısını ölümünden sonra yazmıştı.
Aslında Tanpınar başından beri hem kendi deÄŸerinin hem de en yakın dostları tarafından bile ciddiye alınmadığının farkındaydı. GünlüÄŸünde Türkçeyi, hece veznini ve Türk tarzı duyuÅŸu daha ilerilere götürmek istediÄŸini ve yapacak çok iÅŸi olduÄŸunu ifade ederek ÅŸöyle yakınmıştır: “Varsın sussunlar, varsın okumasınlar, beÄŸenmesinler, hayatlarına getirdiÄŸim ÅŸeyin farkında olmadan, satıhtan beni tanısınlar, Bursa ÅŸiirimle iktifa etsinler. Varsın en aptal ÅŸiirleri okusun(lar), gazeteler bana boykot yapsın. Ben yine iÅŸime devam edeceÄŸim.”
Ä°ÅŸine devam etti, Mahur Beste’yi, BeÅŸ Åžehir’i, Huzur’u, Sahnenin Dışındakiler’i, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü vb. yazdı, fakat hep yok sayıldı. Bu nisyan ölümünden sonra da devam etmiÅŸtir. Gerçi Ä°stanbul Üniversitesi’nin Türkoloji bölümünde ciddi bir biçimde okunuyor, tartışılıyordu. Prof. Dr. Mehmet Kaplan Tanpınar’ın Åžiir Dünyası (1963) adlı eserini ve “Bir Åžairin Romanı: Huzur” baÅŸlıklı makalesini çoktan yayımlamıştı. Talebeleri ise daha sonra makale ve mektuplarını titiz bir ÅŸekilde derleyip yayımladılar. Fakat bu önemli çalışmalar üniversite çevresinin dışına pek taÅŸmadığı için yeterince etkili olamamıştı.
Bazı aydınların dikkatlerini Tanpınar’a yöneltmeleri, Huzur’un ikinci baskısının 1969 yılında, yani elli yıl önce, Tercüman 1001 Temel Eser dizisinin ikinci kitabı olarak çıkmasından sonradır. Özellikle Selahattin Hilav’ın Yeni Ortam gazetesinde çıkan “Tanpınar Üzerine Notlar”ı ve Hilmi Yavuz’un bu yazıya cevap niteliÄŸi taşıyan “Tanpınar’ın SolculuÄŸu Efsanesi” baÅŸlıklı eleÅŸtirisi, saÄŸdan ve soldan birçok aydının bu büyük yazarı keÅŸfetmelerini saÄŸladı. Aslında çok tuhaf bir durumdu bu; sanki birisi düÄŸmeye basmış, birden herkes Tanpınarcı kesilmiÅŸti. Tanpınar üzerinde konuÅŸmak artık bir çeÅŸit modaydı.
Tanpınar’ın eserleri, o tarihten bu yana okunup tartışılıyor ve sürekli yeni baskıları yapılıyor. Ä°ki medeniyet arasında bocalayan, kiÅŸilikleri tam ortadan ikiye bölünmüÅŸ bir aydın neslinin yaÅŸadığı dramı ve büyük bir “huzur”suzluÄŸu anlatan bu roman, aynı zamanda, içinden geldiÄŸimiz ve uzunca bir süredir sırtımızda ağır bir yük gibi taşıdığımız medeniyete içeriden bir bakıştı.
Aslında Tanpınar’ın yaÅŸadığı ve anlatmaya çalıştığı huzursuzluÄŸu öteden beri bütün Türk aydınlarının yaÅŸadığı söylenebilir, farkında olsalar da olmasalar da... Huzur yazarı yıllar sonra cinin ÅŸiÅŸeden çıkmasına yol açmıştı.
Henüz yorum yapılmamış.