İbrahim Tenekeci'nin kaleminden: Modernite ve ölüm düşüncesi
Follow @dusuncemektebi2
Erol Göka Hocamız, perşembe günü, ölümle ilgili alışık olmadığımız muhtevada bir yazı kaleme aldı. Sadece zihnimizi değil, kalbimizi de çalıştıran bir yazı. Altını çizdiğim cümlelerden biri: “Modernite, ölümü ortadan kaldırılması gereken bireysel bir suça dönüştürmüştür.”
Mesleği gereği çok fazla ölüm anına şahitlik eden bir doktor arkadaşımla görüşmüş, ona meraklı sorular sormuştum. Söylediği, özetle, şuydu: “İnsan vücuduyla ilgili neredeyse her şeyi biliyoruz, fakat ölüm anında neler yaşanıyor, nasıl oluyor, onu bilemiyoruz.”
Yani ölüm sırrını koruyor.
Önemli kararlar öncesinde, mutlaka bir kabristana gider, tenhaya çekilip saatlerce otururum. Son yıllarda favori mekânım Hasdal Mezarlığı.
Ölüm düşüncesi, hırs ateşini söndürür, dünyaya düşkünlüğü azaltır. Öleceğiz yahu! Ya hû!
Nihayetinde, bey de ölür, abdal da. Mezarlıklarda herkes aynıdır. Hırslar dinmiş, ihtiraslar sönmüş, düşmanlıklar noktalanmış. Evler, arabalar, türlü eşyalar, banka hesapları; bütün bu oyuncaklar insanların elinden alınmış. Evet, oyun bitti. Rüya sona erdi.
Yazmıştık, yine yazalım: Ölüm, biriktirdiğimiz şeylerin altında kalmak olmalı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde Hitit dönemine ait bir tarla tapusu sergileniyor. O tarla, kim bilir kaç yüz kez el değiştirdi? Sahiplerinin mezarları nerede?
Hepsi kayıp. Bunu şunun için hatırlatıyorum: Bu dünyada kalıcı olan tek şey ölümdür.
Bir atalar sözü yahut yasal uyarı: İki elimiz yanımıza gelecek!
İnsanın dünyadaki hükmü bir buçuk nesil sürüyor. Çocuklar tam, torunlar yarım. Sonra her şey unutuluyor. Artık geride kalıyorsunuz. “Bütün ölmüşlerimiz” ifadesinin küçük bir parçası haline geliyorsunuz.
'Hayat, ölecek olanların ölenlere ağlamasından ibarettir.' Bunu kim söylemişti, nerede okumuştum, çıkaramadım. Durumumuz işte budur, böyledir.
Yaşamak, ölüme doğru yürümektir. Dünyaya, gitmek için geldik.
Garip ama gerçek: Ölümlü olduğumuzu biliyor, buna rağmen hiç ölmeyecekmiş gibi davranıyoruz.
Tam burada, Hüsrev Hatemi Hocamızın çocukluğuna ait bir hatırasını paylaşmak isterim: Feriköy Mezarlığı hüzünlüydü. Çünkü Karacaahmet ve diğer eski mezarlıklarda bol miktarda Arap alfabesiyle yazılmış mezar taşı bulunduğundan, ölüm pek yakın görünmezdi bize. Ölüm eski insanlara mahsus gibiydi Karacaahmet'te. Feriköy Mezarlığı'nda ise hemen bütünü latin alfabesiyle olan acıklı kitabeleri okur, hüzünlenirdik. (Tapu Sicil Muhafızının Anıları, Dergâh Yayınları, Kasım 2014, sayfa 16)
Dedim ya, Hasdal Mezarlığı.
Modern dünyada, hepimiz savaş düzeninde yaşıyoruz. Hayat zor, insan daha da zor. Sözgelimi herkes iyi olduğunu söylüyor. O halde bunca kötülük neyin nesi? Herkes haklı olduğunu düşünüyor. O halde bu kadar haksızlık nereden kaynaklanıyor? Sorular ve sorunlar.
Belki de sıkıntı şuradan başlıyor: Kendimizi, nerede bulunuyorsak, işte oranın sahibi sanıyoruz. Daima kalıcıymış gibi. Mısır'daki zulümleri, Irak ve Suriye'deki katliamları, Doğu Türkistan'daki vahşeti veya günlük hayatımızdaki birçok biçimsizliği başka türlü nasıl izah edeceğiz? Hatta zengin ile fakir arasındaki uçurumu bile. Asıl soru şu: O uçurumun içinde neler var?Bir yanda ölümsüzlük abidesi gibi yükselen gökdelenler, bir yandan da durmadan irtifa kaybeden insan. Öyle haberlere şahitlik etmek zorunda kalıyoruz ki, ne yazsak, karşılamıyor.
'İnsan işte' deyip susuyoruz. Devamı da olmalı, fakat yok.
Teknoloji ölümü gözümüzün önüne getirdi. Her gün seyrettiğimiz kaza ve cinayet görüntüleri. İnfaz sahneleri. Başkalarının ölümleri ekranlardan akıp gidiyor. Kendimizi, bütün bu ölümlerin dışında tutuyoruz. Daha doğrusu, sıranın her an bize de gelebileceğini pek düşünmüyoruz. Sanki ölüm, başkalarına mahsus bir olay.
Modern hayatın ağır şartları altında, ölüye ağlamaz, diriye gülmez insanlar haline geldik. Sürekli bir gerilim, gerginlik, rekabet. Süleyman Çobanoğlu ne güzel söylemişti: 'Birileri gülseydi, azıcık ısınsaydık.'
Öte yandan, bizlere sürekli dayatılan sağlıklı yaşam reçeteleri, uzun ömür formülleri. Yanı başımızda çocuklar varil bombalarıyla yok edilirken, biz burada köy yumurtasının faydalarından bahsediyoruz. Dünya, işte böyle bir yer. İnsan, işte böyle bir şey.
Yazımızı Hasan Basri Hazretleri'nin bir sözüyle bitirelim: 'Dünya sana kalsa da, sen dünyaya kalmayacaksın.'
Bitti mi gerçekten?
Dememiz o ki, ölümlü olduğunu unutan insan, hesap gününü hiç hatırlar mı?
Henüz yorum yapılmamış.