Sosyal Medya

NATO'nun 70. Yılı: Devam mı, Tamam mı?

70. Yaşını kutlayan NATO’nun Londra’daki Zirve toplantısı aynı zamanda İttifakın miadının dolup dolmadığıyla ilgili yoklamalara ve tahlillere sahne oluyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “beyin ölümünden” bahsettiği NATO için Londra toplantısı bir cenaze merasimine mi sahne olacak yoksa kendisine yüklenecek yeni ve taze bir misyonla yeni bir hayatiyet bulma ihtimali mi ortaya çıkacak?



Macron’un bu çıkışlarının en önemli iki sebebinden biri Türkiye’nin Barış Pınarı Operasyonuna muhalefeti ve ittifakın buna seyirci kalıyor olması, diğeri de aslında Trump’ın ABD’nin NATO’ya olan katkısının gereğinden fazla olması ve NATO’nun 2,1 milyar doları bulan bütçesine ittifak üyesi diğer ülkelerin de katkıda bulunmalarını istemeleri. Macron, Trump’ın bu talebine karşı ayak diremek için resmen çamura yatıyor. Oysa bu talebi Almanya neticede haklı bularak karşılayacağını açıkladı.
 
Böyle bir talebe karşı Macron’un öne sürdüğü gerekçelerin hepsi gerçekten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle “kendi beyin ölümünün işareti” gibi okunabilir, çünkü Türkiye’nin Barış Pınarı Operasyonu konusunda NATO’dan beklediği tavır, kendi sirkatini itiraftan farksız. Bir üye ülkenin güvenliğini açıkça tehdit eden ve bütün kriterlere göre terör örgütü sayılan PYD-PKK’ya alenen sahip çıkmak suretiyle NATO’nun da ittifak ettiği bütün değerleri yok saymakla yetinmiyor, kendisine katılmayan NATO’nun “beyin ölümünden” bahsedebiliyor. Üstelik Trump’ın haklı olarak dediği gibi NATO’ya en fazla Fransa’nın ihtiyacı vardır.
 
Aslında bu yaklaşım gerçekten de NATO’nun ciddi anlamda sorununa dönüşmüştür ve bu toplantıda bence bir şekilde belli bir karara bağlanması gerekiyor: NATO’yu bütün üyelerin ortak değerleri ve yararlarını gözeten bir ittifak olarak görmek ve ona katkıda bulunmak yerine kendi gizli ajandasına hizmet edecek, her türlü suiistimal edilecek bir imkan olarak görmek. Böyle bir yaklaşımla değil bu çapta bir ittifak, bir suç örgütünün bile sürdürülebilmesi mümkün değil.
 
Fransa’nın hiçbir katkıda bulunmadan NATO’yu sömürme isteği tipik bir hal almış durumda. Akdeniz’de de NATO’nun bütün imkanlarının kendi özel amaçları için kullanılmasını istiyor. Daha 2011’de Libya’daki kriz başladığı anda hemen Libya’ya NATO imkanlarıyla il koymayı ilk düşünen de o olmuştu. Gelişen zaman içinde Fransa’nın Libya’da aradığı şeyin petrolden başka bir şey olmadığı bir kez daha görüldü. Orada ortaya çıkan halk iradesine karşı darbe teşebbüsünde bulunan eski general Hafter’e verdiği destek onu Hafter’in işlediği bütün insanlık suçlarının ortağı yapıyor ama AB ve NATO kalkanı onu nasıl olsa korunaklı kılıyor, ama nereye kadar?
 
Şimdi Türkiye’nin Libya ile imzalamış olduğu “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” anlaşmasına karşı Yunanistan ile birlikte NATO’yu harekete geçirmeye çalışıyorlar. Tabi NATO’nun bu anlaşmayla ilgili yapabileceği bir şey yok. Hazır bir araya gelmişken oradan bir ortak tavır, bir kınama beyanı çıkartabilirlerse bunu belli ki kar sayacaklar ama daha ötede yapabilecekleri bir şey yok.
 
Türkiye hem NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip hem İttifaka karşı sorumluluklarını titizlikle yerine getiren ve bütçesine en fazla katkı yapan ilk 8 üye arasında. Bölgesel ve küresel anlamda barış ve istikrarı destelemek üzere çeşitli bölgelerde NATO harekat ve misyonlarına önemli katkı sağlayan ilk 5 ülke arasında.
 
Bu yüksek katılımıyla ittifaka yaptığı katkılardan doğan hakkını da artık yedirmeyen, onların gereğini talep eden ve ittifakın geleceğinde de söz sahibi olmak isteyen bir ülke Türkiye. Bu ittifaktaki ülkelerin Türkiye’nin en önemli tehdit algılarından biri olan terörizm tehdidini Türkiye ile aynı hassasiyetle algılamıyor ve dayanışmada bulunmuyor olması, bırakınız algılamayı ve dayanışmayı bu tehdidin kaynağı, desteği haline geliyor olması aslında Türkiye açısından da NATO’nun ciddi bir hastalık içinde olduğun işaretleri.
 
Türkiye’nin mevcut alış-veriş dengeleri içinde NATO’ya borcu yok bilakis NATO’dan yüklü miktarda alacağı var.
 
İttifakın kurallarına karşı bir kusuru yok, aksine sürekli olarak kendisine karşı işlenen kusurlar var.
 
Belki eskiden olsa Türkiye alacaklarını tahsil gücünden yoksun ve kendisine yapılan yanlışlara da göz yummak durumunda kalıyordu. Ama Türkiye şu anda ne haklarını çiğnetmeye ne de kendisine karşı işlenen kusurlara göz yumma noktasında değil.
 
NATO’nun geleceğinin ne olacağı, fişinin mi çekileceği yoksa devam mı edeceği hususunda Türkiye’nin tavrı da, sözü de çok önemli olacaktır. Ama karar her ne olursa olsun bundan sonraki dünyanın şekillenmesinde belirleyici bir etkisi olacaktır.
 
 
Yasin Aktay / Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.