Kemal Sayar: Mutlu değiliz hiçbirimiz
Follow @dusuncemektebi2
Kişisel hayat artık esaslı bir mücadele alanıdır. Mücadeleyi kazanmak için, başkalarının onay ve hayranlığına onulmaz bir ihtiyaç duyarız.
Ä°stanbul varoÅŸlarından birisine bir derneÄŸin davetlisi olarak konuÅŸma yapmaya gidiyorum. Buraya ilk kez geliyorum. Sokaklar bitiÅŸik nizam evlerle çevrelenmiÅŸ, elektrik kabloları sokakların çevresinde ha düÅŸtü ha düÅŸecek bir lakaytlıkta uzanıyor. Günün bu saatinde, psikiyatri hocasının mutluluk hakkındaki vaazını dinlemeye mahallede oturan yetmiÅŸ kadın ve bir erkek gelmiÅŸ. Ä°stanbul’un içindeki bu tuhaf ‘gecekondu gezegeni’ beni irkiltiyor. Neredeyse hiç aÄŸaç yok ve yamru yumru apartmanların bittiÄŸi yerde hemen caddeler baÅŸlıyor. Çocukların top sektirebilecekleri bir aralık yok. Ä°nsanların bir araya gelip dertleÅŸecekleri bir agora, altında serinleyecekleri bir söÄŸüt gölgesi yok. Salona bakıyorum ve soruyorum: ‘Ä°çinizde kaçınız mutlusunuz?’ Bir bilemediniz iki mahcup el kalkıyor. O sırada tuhaf bir ÅŸey oluyor, havada bu beklenmedik soruyla birlikte bir titreÅŸim geziniyor ve ön sıralarda oturan birkaç kadın birden aÄŸlamaya baÅŸlıyor. Hanidir bu sorunun kendilerine tevdi edilmesini bekliyorlarmış da az sonra uzun bir terapi seansına baÅŸlayıp bütün hayat hikayelerini ortaya sereceklermiÅŸ gibi. Hüngür hüngür aÄŸlayan kadınlar. Mutsuz kadınlar. Kendi mutsuzlukları üzerine hiç fikirleri sorulmamış kadınlar. ‘Bir dokun bin ah iÅŸit kase-i faÄŸfurdan’ misali, sözlerin en ufak dokunuÅŸuyla içlerine kabaran gönül kırıklığını faÅŸ etmeye hazır mutsuzlar. Mutluluk, bugün dünyanın önemli meselelerinden birisi.
Mutlu olmak zorunda mıyız?
Mutluluk hakkında yanlış bildiÄŸimiz ÅŸeylerden biri, insanların doÄŸal olarak mutlu olduÄŸu düÅŸüncesi. Sanki mutlu olmak için hiçbir ÅŸey yapmamıza gerek yok, mutlu olmak bizim için bir var oluÅŸ biçimi ve doÄŸuÅŸtan yanımızda getirdiÄŸimiz bir hediye, hatta bir hak. Bizi mutsuz edebilecek olay ve durumların ise bu doÄŸal akışı bozduÄŸuna inanırız. Oysa gerçek böyle deÄŸil. Her on yetiÅŸkinden birinin intihar teÅŸebbüsünde bulunması, her beÅŸ kiÅŸiden birinin majör depresyona yakalanması, gerçekte mutluluÄŸun varlığımızın dokunulmaz bir parçası olmadığının en önemli göstergeleri. Russ Harris, The Happiness Trap/ Mutluluk Tuzağı adlı kitabında mutlulukla ilgili mitolojiyi sigaya çekiyor. Yazara göre, Batı dünyasından yayılan ve bizim sorgusuz sualsiz kabul ettiÄŸimiz, “Mutlu deÄŸilsen ve olamıyorsan, normal bir insan deÄŸilsin” düsturu baÅŸtan aÅŸağı hatalı. Bu durumda, mutlu olamamak bir zayıflık göstergesi, hatta hemen her durumda aceleyle yapıştırılmış bir hastalık etiketi haline gelir. Acı çekmek ve olumsuz düÅŸüncelere sahip olmak, artık günümüzde anomalinin en kolay yakalanabilir göstergeleri haline gelmiÅŸtir. Bugün rıza ve kabulleniÅŸi esas alan bazı terapi yöntemleri, her daim mutlu olamamanın normal bir durum olduÄŸunu ve olumsuz düÅŸünmenin her zaman bir hastalık göstergesi olmadığını savunur. Yeri geldiÄŸinde olumsuz düÅŸünebilmek, aslında varlığımızı sürdürmek için elzemdir. Düzelme imkânı olmayan ve bize acı çektiren olayları yok saymak ve böylece hayali bir mutluluk yaratmak yerine, bu olayları kabullenmek insanı daha huzurlu kılar.
Mutluluk üzerine bir diÄŸer yanlış inanç, iyi bir hayat geçirmemiz için tüm olumsuz duygulardan kurtulmamız gerektiÄŸini söylemektedir. Takıntılı bir ÅŸekilde mutluluÄŸu yakalamamız ve bizi aÅŸağıya çekebilecek tüm düÅŸünce ve deneyimleri terk etmemiz gerektiÄŸini zannederiz. Oysa gerçek bambaÅŸkadır; hayatımızı anlamlı kılabilecek tüm durum ve olaylar, bize olumlu olduÄŸu kadar olumsuz duygular da yaÅŸatır. Bu ikisinin aynı kaynaktan çıktığı gerçeÄŸini göremediÄŸimizde, mutlu olmak adına olumsuz duyguları feda ederiz. Böylece bize olumlu duyguları ve gerçek mutluluÄŸu tattırabilecek olan durum ve deneyimleri toptan terk etmiÅŸ oluruz. VaroluÅŸçu yazar Paul Tillich, bu duruma, ‘yokluktan kaçmak için varlığı inkar etmek’ diyor. Gerçekte hayatımıza anlam katan, bizi derinden mutlu edebilecek ne varsa, bizi aynı zamanda endiÅŸelendirebilir, kızdırabilir hatta üzebilir.
MutluluÄŸu yakalamak için yapmamız gerektiÄŸini sandığımız bir diÄŸer ÅŸey, duygu ve düÅŸüncelerimizi kontrol etmek. Son yıllarda sayıları giderek artan, alt yapısı çoÄŸu zaman belirsiz “yaÅŸam koçları” bize bunu dikte eder. KiÅŸisel yardım ve kiÅŸisel geliÅŸim teknikleri sayesinde neredeyse her zaman ne hissedeceÄŸimizi ya da ne düÅŸüneceÄŸimizi belirlemeye çalışırız. Oysa hayat ele avuca sığmayacak kadar belirsizliklerle dolu, önden kestirilmesi çok zor ve karmaşık. Ä°çinde kontrol edilmesi güç pek çok dinamik aynı anda iÅŸliyor. Hayatın üzerinde tam bir denetim kuramayız, ne hissedeceÄŸimizi, ne düÅŸüneceÄŸimizi her zaman belirleyemeyiz. Mekanik bir yaÅŸantı için programlı deÄŸiliz, hayatı tam manasıyla denetleyebileceÄŸimiz yanılsaması, bizde baÅŸarısızlık duyguları uyandıracak ve bizi endiÅŸelendirecektir. Kısacası mutlu olmaya çalışırken kendimizi ağır bir endiÅŸenin kucağında bulabiliriz. YaÅŸam koçları bize kendimize ne kadar hakim olabilirsek o kadar baÅŸarı kazanacağımızı müjdeler. Koçlara göre iÅŸin sırrı kendimizi ne kadar düzenleyebildiÄŸimizdedir. Tuhaf olan ÅŸu ki, seçimler dünyasında hayatımızı yönetmek üzere yine otoriteye bel baÄŸlamış ve bir koçtan medet ummuÅŸuzdur! Bu tuhaf oyunda, koçlar koyunlara hizmet eder.
MutsuzluÄŸun tırmanmasında sosyal dokunun tahrip olmasının da önemli payı var. Fedakarlığın öldüÄŸü, kendimizden baÅŸka bir ÅŸey uÄŸruna yaÅŸama yükümlülüklerinin kaderimizi tayin ettiÄŸi günler geride kalmıştır artık. Ehrenreich ve English’i izlersek, ‘Eski koruma ve bağımlılık hiyerarÅŸileri artık yok, yalnızca özgürce son verilen özgür sözleÅŸmeler var. Uzun zaman önce üretim iliÅŸkilerini içine alarak geniÅŸleyen piyasa ÅŸimdi bütün iliÅŸkileri içerecek ÅŸekilde geniÅŸlemiÅŸtir’. Böyle bir iklimde dünyayı deÄŸiÅŸtirmenin düÅŸünü pek az insan kuruyor. KiÅŸisel baÅŸarıyı varoluÅŸun esas amacı haline getiren hazcı bir bireycilik her yerde kol geziyor. Zygmunt Bauman’ın YaÅŸam Sanatı adlı kitabında söylediÄŸi gibi: ‘Dünyanın yönetilme biçimiyle ilgili kaygının yerini, kendi kendini yönetme kaygısı aldı. Bizi üzen ve kaygılandıran ÅŸey, bütün sakinleriyle beraber dünyanın hali deÄŸil; dünyadaki zorbalıkların, saçmalık ve adaletsizliklerin, kaygılı bireyin iç huzurunu ve psikolojik dengesini bozan ruhsal sıkıntılar ve duygusal sarsılmalar ÅŸeklinde yeniden dolaşıma girmesinin ürünü olan ÅŸeylerdir’. Christopher Lasch’in Narsisizm Kültürü adlı ÅŸaheserinde tartıştığı üzere ‘yeni narsistler’ dünya ahvalini sadece kiÅŸisel sorunların prizmasından geçirerek algılar ve bu kiÅŸilere “suçluluk duygusundan ziyade endiÅŸe musallat olur”. KiÅŸisel hayat artık esaslı bir mücadele alanıdır ve mücadeleyi kazanmak için, baÅŸkalarının onay ve hayranlığına onulmaz bir ihtiyaç duyarız.
Dünya mutsuzluk istatistikleri
Dünyada mutsuzluk istatistikleri tırmanıyor. Ä°nsan hayatın neden sorusuna cevap bulmadan nasıla sorusuna cevap yetiÅŸtiremiyor. Ä°stanbul varoÅŸunda aÄŸlayan kadınlar anlayışsız kocalardan, ağır hayat ÅŸartlarından, komÅŸuluÄŸun bitmesinden, ÅŸehri idare edenlerin rahatça gezebilecekleri parklar inÅŸa etmemesinden, yalnızlıktan, tekinsizlikten, hayatın maddileÅŸmesinden ve buna benzer onlarca sebepten dolayı mutsuz.
Yabancı bir terapistin bir yerlerde bir gözlemini okumuÅŸtum. Yolu hasta olarak yoÄŸun bakıma düÅŸenlerin, ömrün sonraki dönemlerinde hayattaki öncelikler sırasını daha iyi yapabildiÄŸini yazıyordu. Hayatın biteyazdığı bir anda ‘bu hayatı nasıl yaÅŸasam daha iyi olurdu?’ sorusunu sorabilmek. Bu yakıcı soruyla daha anlamlı bir hayata baÅŸlayabilmek. Çünkü anlamın boy verdiÄŸi yerde mutluluk da usul usul, parmaklarının ucuna basarak gelecektir. Mutluluk, siz onu hiç aramadığınız bir anda omuzlarınıza konan bir kelebektir.
Henüz yorum yapılmamış.