Sosyal Medya

Abdurrahman Arslan: Modernizm Müslüman zihin üzerinde bir egemenlik kurdu

Araştırmacı-Yazar Abdurrahman Arslan ile modernizm konu alan söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz.



-Modern dünyada Müslümanların durumuna iliÅŸkin ciddi eserler verdiniz. Konuya dair üç eser kaleme aldınız. Nehri Geçerken, Yeni Bir Anlam Arayışı ve Modern Dünyada Müslümanlar isimli eserleriniz var. Burada birtakım tespitlerde bulunuyorsunuz, çok önemli iddialarınız var. ÖrneÄŸin günümüzün hakim unsurlarının evrensel olduÄŸunu iddia ettiÄŸi zihniyet biçiminin, batıda modern hayat olarak doÄŸan algının aslında Protestanlığın bir sonucu olduÄŸunu söylüyorsunuz. O zaman ÅŸuradan baÅŸlayalım istiyorum. Size göre modernizm nedir ve modernizmin doÄŸuÅŸunu nasıl Protestanlıkla iliÅŸkilendiriyorsunuz?
 
Nihayetinde modernizm dediÄŸimiz hadise batının kendi tarihi içinden çıkardığı bir ÅŸey. Genellikle yanlış bir ÅŸekilde sanki modernizm dinden bağımsız olarak ortaya çıkmış gibi bir intiba vardır. Özellikle Müslüman kesimde bu çok yaygın bir düÅŸüncedir. Oysa bu alabildiÄŸine yanıltıcı bir düÅŸüncedir. Çünkü modernliÄŸi aslında bizzat var eden Hristiyanlığın rahmidir ve bu yeni bir anlayışı olarak ortaya çıkmıştır. Onu da Protestanlık olarak ifade edebiliriz. Çünkü Protestanlık bildiÄŸimiz anlamda Katoliklikten farklı bir Hristiyanlık yorumu olarak ortaya çıkmıştır. Ve bu da tabi ki modernizmi meÅŸrulaÅŸtıran, ona dini bir meÅŸruiyet kazandıran yeni bir din anlayışı olarak ortaya çıkıyor. Zira modernlik toplumun tarihsel geleneÄŸi ve inancı olmadan kendi kendisini kuramaz. Biz de sanıyorum Kemalizm’in en büyük baÅŸarısızlığının nedeni budur. Dini reddederek toplumu modernleÅŸtirmek istemiÅŸtir. Oysa din olmadan, toplumun geleneÄŸi olmadan bir toplumu modernleÅŸtirmek mümkün deÄŸildir. Çünkü modernizm mutlaka din ve gelenekle bir sentez kurmak ister. Kendini inÅŸa edebilmek için bunlarla sentez kurarak bu iÅŸi baÅŸarmaya çalışır.
 
Modernizmi formüle döküp anlatmak mümkün deÄŸil. Dolayısıyla hem yanlış anlaşılmalara sebebiyet veren ve hem de iÅŸin epey bir kısmının eksik kaldığı bir tanım getirmek durumunda kalıyoruz. Gönül ister ki Müslümanlar modernliÄŸi tüm boyutlarıyla ele alsınlar. Mesela toplum kavramı olarak, akıl kavramı olarak, iktisat kavramı olarak ele alsınlar. Ä°ÅŸte kapitalizm nedir? Modernizmin iktisadi görüÅŸüdür benim anladığım, gördüÄŸüm kadarıyla. Mesela Marks modernliÄŸi kapitalizme baÄŸlı olarak açıklamaya çalışmıştır. Weber ise rasyonelizme baÄŸlı olarak açıklamaya çalışır modernizmi. Böyle birtakım mordernliÄŸi açıklama modelleri var.
 
-Siz aynı zamanda modernizmin içinde bir tarih eleÅŸtirisi de getiriyorsunuz. Özellikle son iki üç asrı tarihin doÄŸal seyri içinde deÄŸil de suni birtakım geliÅŸimlerle ifade edildiÄŸini söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
 
Biliyorsunuz modernlikle birlikte yeni bir tarih algısı ortaya çıkmıştır. Çünkü aÅŸağı yukarı o zaman kadar Hristiyanlık da dahil olmak üzere insanlar geçmiÅŸ zamanı ve geleceÄŸi inandıklarını dinin – o hangi din olursa olsun penceresinden deÄŸerlendiriyorlardı. Buna karşın modernizm tüm bunları alt üst ederek yeni bir tarih algısı getirdi. Ä°ÅŸte kendi içinde daima mükemmele doÄŸru akan bir zaman ve tarih algısıdır bu. HerÅŸey giderek daha mükemmel olacak daha iyi olacak ve bir gün tabiri caizse yeryüzünde bir cennet kurulacak. Bu aslında tarih anlayışımızla içkindir. Bugün biz Müslümanların da tarih deÄŸerlendirmesinde çoÄŸu zaman bu anlayışı sürdürüyoruz. Bu tabi insanoÄŸlunun başına ilk defa gelen bir olaydır. Ve tarihi böyle olunca yeniden okuduk. Birtakım insanları geri kalmış, birtakım insanları da ilerlemiÅŸ toplumlar olarak tanımladık. Ä°ÅŸte sosyoloji çıktı endüstri toplumunun deÄŸiÅŸimini anlatıyordu, böyle olmayan yani endüstrileÅŸmemiÅŸ daha ilkel bir toplumun hikayesini anlattı. Buradaki önemli bir nokta ise ÅŸu; tüm bunların hepsi “evrensellik” etiketi altında sunuldu. Yani bütün toplumlar için geçerli ve meÅŸru bir bilgi olarak ortaya çıkarıldı. Aslına bakarsanız bu evrensellik kavramının kendi içinde emperyalizm taşıdığını çoÄŸu zaman fark edemedik. En azından yakın zamana kadar. Evrensellik kisvesi altında gelen aynı zamanda da batının lehine, batı gibi olmayı esas alan bir anlayış doÄŸdu.
 
-Son zamanlarda siyasiler, entelektüeller, yazarlar tarafından çokça dillendirilen “insanlığın ortak deÄŸerleri” diye bir tanım var. Bunu söylediÄŸiniz ÅŸeyin içine koyabilir miyiz?
 
Aynı, aynı. Tam da öyle. Ä°nsanlığın ortak deÄŸeri. Tamam da o nedir? Bu soruyu sormamız lazım. EÄŸer sözü geçen ÅŸey bugün modernlikle beraber ortaya koyulan ÅŸeyse bunların hiçbiri insanlığın ortak deÄŸeri deÄŸil. Batının kendi deÄŸerleridir. Batının ürettiÄŸidir, kendi anlamı içinde zenginleÅŸtirdiÄŸi deÄŸerlerdir. DiÄŸer insanların hiçbir zaman buna katkısı olmadı. Katkısının olmasına da müsaade edilmedi. Onlar zaten geri insanlardı. Onların nasıl katkısı olabilirdi ki. Ä°yi bir noktaya temas ettiniz. Bu haliyle bu son dönemlerde zihin karıştıran en tuzak kavramlardan biri.
 
 
-Sözünü ettiÄŸiniz bu akım Müslüman bireye nasıl yansıyor. ÖrneÄŸin ÅŸöyle bir yorum yapılıyor. Buna katılır mısınız bilmiyorum. Deniyor ki, tamamen kiÅŸisel dindarlığa sıkıştırılmış bir Ä°slam anlayışına doÄŸru evirilen Müslüman bir toplum doÄŸdu. Bu tespit modernizmin bir dayatması olarak kabul edilebilir mi?
 
Elbette. Zaten modernizm dine karşı deÄŸildi. Cemaat halinde yaÅŸanan bir dini bireysel bazda yaÅŸanan bir din anlayışı haline dönüÅŸtürdü. Protestanlık biraz bunu ifade eder. Çünkü modernizm için cemaatsel iliÅŸkiler kabul edilebilir iliÅŸkiler deÄŸildi. Cemaatin yerine yaklaşık 1850 yıllarından itibaren toplum dediÄŸimiz yeni bir kavram ortaya çıkacaktır. Cemaat iliÅŸkileri biliyorsunuz nihayetinde meÅŸruiyetini, deÄŸerlerini dinden alır. Oysa modernlik bu deÄŸerlerin, toplumsal iliÅŸkilerin derinliklerinde dinin olmasını istemez. Bu yüzden de cemaatsel iliÅŸkileri, cemaatsel deÄŸerleri red ederek ortaya çıkıyor. Bu haliyle de bu din cemaat eliyle de yaÅŸanmayacaksa dindar birey bireye dönüÅŸtürdü. Ne oldu peki? Burada dini mabetle, kiÅŸinin vicdan meselesi yaparak bir de özel alanda aileye ait kılarak dini toplumsal alandan geri çekti. Yani toplumsal alanın, bizim bu kamusal dediÄŸimiz alanın tanzimindeki asli unsuru ortadan kaldırdı. Onun yerine kendi kurallarını yerleÅŸtirdi. Onlar da tabi akıl temelinde, aklın süzgecinden geçmiÅŸ kurallardı.
 
-Peki biz Müslümanlar buna hangi açıdan bakacağız?
 
ÇoÄŸu zaman kapitalizmin gözlüÄŸü ile bakıyoruz ama onu besleyen modern zihniyeti çok hesaba katmıyoruz. Ciddi bir problem bu. Dolayısıyla burada belki modern zihniyeti varlık alemine, insana, topluma, bilgiye bakma biçimleri üzerinden konuÅŸmak gerekiyor. Bu elbette ki derin bir ÅŸey.
 
Ben biraz akıl meselesiyle ilgilenmiÅŸtim bir dönem ve Gazali’de bana çok cesaret verici ÅŸeyler bulmuÅŸtum. Sık sık söylerim felsefi anlamda hocam Gazali’dir. Sosyolojik olarak da Sait Halim PaÅŸadır. Çünkü Sait Halim PaÅŸayla “biz farklı bir toplumuz, batıya benzemeyiz” teÅŸhisiyle tanışıyoruz. Ve bu tespit önemlidir. Söylediklerinin bir kısmı yanlışlanmış olabilir. Büyük bir kısmı da bugün hala geçerliliÄŸini koruyor diye düÅŸünüyorum. Gazali için de aynı ÅŸey geçerli. Mesela Gazali’nin akıl eleÅŸtirisi…Biliyorsunuz Batı’da modern akla ilk eleÅŸtiri getiren Kant’tır. Buna karşın ben Kant’ın Gazali’den haber olduÄŸunu düÅŸünerek söyleyebilirim ki bizim açımızdan en cesaret verici eleÅŸtiriyi, akılla ilgili eleÅŸtiriyi Gazali’de buluyoruz. Çünkü onun filozoflara vermiÅŸ olduÄŸu cevap bence bugün, aradan bin yıl geçmiÅŸ olmasına raÄŸmen halen geçerliliÄŸini koruyor diye düÅŸünüyorum.
 
-Peki nasıl bir yöntem izlenmeli?
 
Bence bugünün insanlarının bu konuları ayrı ayrı ele alması gerekiyor. Yani mesela Ä°slam’da akıl nedir, Ä°slam akıldan ne anlıyor, modernizm akıldan ne anlamıştır, ona ne anlam yüklemiÅŸtir, nasıl bir iÅŸlev yüklemiÅŸtir gibi soruların üzerinde durmak gerekiyor. Tüm bunlarla beraber deÄŸerlendirdiÄŸimizde ortaya bir mukayese imkanı çıkar. En basitinden Ä°slam’da aklın karşılığı kalptir [zıttı deÄŸil, eÅŸi anlamında kullanıyor]. Çünkü o tefekkürün alanı buna tekabül eder. Fakat modernizm orada doÄŸrudan doÄŸruya rasyo dediÄŸimiz aklı esas alıyor. Gerçekten de modernizm dini reddettiÄŸinde elinde kalan tek imkanı akıldır. O akılla dünyaya istediÄŸi ÅŸekli verebileceÄŸini, bütün sorunların üstesinden gelebileceÄŸine inanır.Onun için akıl çok çok daha büyük bir öneme haizdir. Hatta diyebiliriz ki onun için akıl her ÅŸeyin merkezindedir. Tabi akıl da insana ait olduÄŸu için ister istemez insan da her ÅŸeyin merkezine oturur. Ä°ÅŸte özgürlük insandan kalkarak tanımlanır. Eski insanlar insanın dini ilkeleri üzerinden hareket ederek özgürlük üzerine konuÅŸmuÅŸlardır. Oysa modernizm insandan kalkarak bir özgürlük tanımı yapmaya çalışır. Dini de bir öteki olarak karşı tarafa koymuÅŸtur, insanı esas almıştır, dolayısıyla dine de demiÅŸtir ki ”sen fazla müdahale etme, edersen bireyin özgürlüÄŸünü kısıtlamış olursun.” Laiklik iÅŸte bunun bir ifadesidir. Bireyle din arasına bir mesafe koymaya çalışmıştır.
 
Modernizm üç ÅŸeye ciddi mesafe koymuÅŸtur. Üzerinde çok düÅŸünmediÄŸimiz üç unsur. Mesela devletle birey arasında bireyin özgürlüÄŸü anlamında, özgürlüÄŸünü güvence altına almak için modernizm, sivil toplum ve siyasal toplum diye bir ayrım yapar. Bunu yaparken bireyle devlet arasına bir mesafe koyar. Bireyi sivil toplumun içine koyar ve siyasal toplum dediÄŸimiz devleti de ondan ayırır, araya bir mesafe koyar. Sonra bu sivil toplumun içinde özel alan ve kamusal alan diye bir ayrım yapar. Burada da yine toplumla birey arasına bir mesafe koyar. Çünkü toplumun bireyin özgürlüÄŸünü kısıtladığını düÅŸünür; siyasal iktidarın bireyin özgürlük alanını kısıtladığı düÅŸünülür bir de kilisenin bireyin özgürlüÄŸünü kısıtladığını düÅŸünür. LaikliÄŸi de bunun için ikame eder.
 
Laiklikle kilise ile birey arasında, siyasal ve sivil toplum ayrımıyla bireyle devlet arasına, özel alan ve kamusal alanla ise bireyle toplum arasına bir mesafe koyar. Bu mesafe daraldığında batılı insan bağırır: “özgürlüÄŸüm elimden gidiyor!” Bu yüzden batılı insanın bütün mücadelesi bu mesafenin geniÅŸletilmesine yöneliktir. Bu mesafeyi geniÅŸlettikçe kendini özgür hisseder. Dikkat ederseniz burada ortaya çıkan manzaranın böyle okunabileceÄŸini görürsünüz.
 
Mesela 1980’lerde neden batıda sivil toplum tartışma gündemi oldu ÅŸundan: 1960’larda ‘refah devleti’ diye bir kavram çıktı batıda. Tabi batı ülkeleri bugünkünden çok daha fazla zengindiler. Dünyayı iyi sömürmüÅŸlerdi, sömürüyorlardı. Ä°ÅŸsizlere, herkese para verdiler. Hatta öyle verdiler ki insanlar bunları biriktirip Dünya’yı gezmeye baÅŸladı. Özellikle de genç takım. Fakat 1980’lere gelindiÄŸinde ÅŸöyle bir düÅŸünce ortaya çıktı: “Biz devletten para yardımı alıyoruz fakat devlet bu yardımla aynı zamanda bizi güdüyor. Nasıl güdüyor? Yaptığı yardımları artıracağı vaadinden bulunan falan partiye daha fazla oy veriyoruz, ya da kısacağım dediÄŸinde devlete karşı tavrımız deÄŸiÅŸiyor. Bu demektir ki yardım aracılığı ile devlet bizim özel alanımızı kontrol altına alıyor. Peki o zaman sivilite nerede kaldı?” Yani yardım kisvesi altında bizim sivilite dediÄŸimiz “özgürlük alanımız kısıtlanıyor” dediler. Böylece yeniden sivil toplum tartışması gündeme geldi. Daha önce Hegel zamanında da gündeme gelmiÅŸti ama bu ikinci defa geliÅŸinin sebebi buydu.
 
Oysa biz böyle ÅŸeyler düÅŸünmüyoruz. “Aman devlet versin” diyoruz tamam versin de yardım aynı zamanda seni güden bir unsur oluyor. Peki o zaman neyin nesi bu? O zaman niçin özel, kamusal alan, laiklik, sivil, siyasal toplum ayrışmaları ortaya çıktı? Niçin sosyal paradigmanın, sosyal teorinin temelini oluÅŸturan bu ayrışmalar ortaya çıkmıştır.
 
-Ä°slam’da bunun karşılığı nedir?
 
Bence bunların Ä°slam’da herhangi bir meÅŸruiyeti yoktur.Ama eÄŸer devleti ulus-devlet gibi algılarsanız, mecbursunuz böyle bir ayrım yapmaya. Bunu devlet kavramı üzerinden konuÅŸmak lazım. Mesela ben bazı insan hakkı savunucularına hep kızdığım ÅŸey odur. Yani insan hakları eyvallah, kimseye zulmedilmesini istemiyoruz. Ama öbür yandan baktığımızda insan hakkı dediÄŸimiz ÅŸey beni devlet karşısında hep dilenci durumuna düÅŸürüyor. Ben devletten hep hak talep ediyorum. Bunun adı dilenciliktir. Bu devlet kimdir peki? Önce ben bunu bir tanıyayım. Kimdir ben bundan sürekli dileniyorum? Ä°slam devleti de olsa, netice de bu din bana birtakım haklar vermiÅŸse ben sürekli olarak bu hakkı niye devletten talep edeyim? Devlet benim temel haklarımı bana bir lütuf olarak vermemelidir. Ä°slam’da da böyledir. Bir de gerçekten bu devlet yapılanmasının dışından baÅŸka bir devlet yapılanması olabilir mi? Bunun üzerinde düÅŸünmemiz lazım.
 
 
-Başka yapılanmalardan kastınız nedir?
 
Ä°ktidar kavramını ele aldığımızda Fooucault’un sözünü ettiÄŸi Panopticon çok önemli bir yer tutuyor. Ama bence Foucault orada bir ÅŸeyi ya görmezden geliyor ya saklıyor, ya da o gündeminde deÄŸil. Foucault’un ‘Panopticon iktidarın kendisi midir yoksa onun bir aygıtı mıdır’ sorusunda tıkanması hayli enteresandır. Zira bence panopticon iktidarın bizzat kendisini temsil eden kilisedir. Yani panopticon iktidarın aygıtı deÄŸil ta kendisidir. Çünkü kilisenin gözetleme ve denetleme ilkesi vardır. Modern devlet, ulus-devlet anlayışı zihni arka planını bence buradan devraldı. Ne diyor ayet; “insanların özelini açığa vurmayın setredin, örtün.” Allah’ın sıfatlarından biri de Settar deÄŸil midir? Peki modern zihin ya da iktidar ne diyor? “HerÅŸeyi bileceÄŸim” Mesela Kartezyenizm de öyledir; hakikati bilme. Peki insan oÄŸlu gerçekten hakikati sonuna kadar bilebilir mi? 
 
Postmodernizm burada devreye girdi ve “bilemezsiniz” dedi. Biz Müslüman olarak dönelim kendimize. Modernizmin söylediÄŸini bırakın bir tarafa. Geçekte biz bilebilirmiyiz? Bilemeyiz. Çünkü dinler diyor ki; “size sınırlı bir bilgi verilmiÅŸtir. Cüz’i bir irade verilmiÅŸtir.” Peki niye biz bunun peÅŸindeyiz? Bunun peÅŸinde olduÄŸumuz zaman ne geliyor biliyor musunuz? Zalim bir iktidar geliyor. Suçlunun suçunu tam bilmek arzusu sizde neyi getirir mantıken? Ä°ÅŸkenceyi. EÄŸer Kartezyen mantığı hukuktan çıkarırsanız iÅŸkence yapmazsınız. Bir yere kadar öÄŸrenir bir yerden sonra dersiniz ki; “Budur, gaybı bilen Allah’tır.” Ben niye iÅŸkence yapayım ki? Çünkü ben öbür dünyaya inanıyorum. Allah’ın öbür dünyada da insanları yargılayacağına inanıyorum. Dolayısıyla ben niye ille de bu adamın suçunu kesin bir ÅŸekilde bilme arzusu taşıyayım? Çünkü zaten kesin bir ÅŸekilde bilme insanaverilmiÅŸ bir sıfat deÄŸil. Mümkün de deÄŸil. Dolayısıyla bu sınırlıdır bu sınır çerçevesinde bilebildiÄŸim unsurlar ölçüsünde ceza-i müeyyide uygularım.
 
Buna mukabil panopticon iddiasındaysanız kesin olarak bilmek isteyeceksiniz. Kontrolünüzün dışında her hangi bir ÅŸey olmasına müsaade etmeyeceksiniz, edemezsiniz. Bacon ne diyordu? “Tabiatı sıkın o size sırlarını verecekti.” Bu da onun gibi bir ÅŸey. Yani batı düÅŸüncesine musallat olan ciddi çıkmaz sokaklardan biridir. Bu farkların üzerinde tahlil yapıp ayırdına varabilirsek belki o zaman paradigmanın dışına çıkmanın en azından kırıntılarını bulabiliriz diye düÅŸünüyorum. Ama derinliÄŸine bir bakış atfetmezsek o zaman panopticon düÅŸüncesini olduÄŸu gibi kabul etmek durumunda kalırız. Peki bu kader midir? Hayır deÄŸildir. Batı bunu kendi tarihinden alıp getirdi. Peki ÅŸunu söyleyebilir miyiz; Ä°slam dünyası kavramlar geliÅŸtiremedi. Mesela birileri çıktı islamofobia diye bir isim koydu ve bunu Ä°slamcılar da kabul etti. Hatta “islamcı” tanımı bile belki böyle. Biz bunu kanıksadık, kabul ettik. Kendimize ait bir tanım ortaya koyamadık. Bunu neye baÄŸlıyorsunuz? Bu tanımları kabul ettiÄŸimizde bugünkü gibi düÅŸünmüyorduk. Biz bugün baÅŸka bir ÅŸey düÅŸünüyoruz. Acaba kendimize ait olan bir ÅŸey nasıl inÅŸa ederiz? Paradigmanın dışına nasıl çıkabiliriz? Çıktığımızda da nasıl bir paradigma inÅŸa edebiliriz. O gün bu sorun yoktu. Koyulan isimleri özümsedik. Ä°slamcılığın çıkmaz sokaklarından biri de budur bence. 
 
ModernliÄŸin ürettiÄŸini Ä°slam’da görünüÅŸ olarak benzerini bulup yeni bir anoloji yaparak onu kendi dünyasına aktarma.Bunu Ä°slam’ın haricindeki birçok kültürde de görüyoruz. Ä°slamcılığın yaptığı en büyük yanlışlıklardan biri bu. O gün bu yanlış deÄŸildi, çünkü bilmiyorlardı. Ama bugün bizler yüz küsür seneden fazladır bu tecrübeyi yaşıyoruz, ÅŸimdi “paradigmanın dışına çıkmak” dediÄŸimiz bir ÅŸeyi konuÅŸuyoruz. Dolayısıyla bu artık konuÅŸulması gereken bir ÅŸey haline gelmiÅŸtir. Ama anolojiler yaparak deÄŸil. Dedik ya iÅŸte panopticon ulus-devleti ifade eder. Biz bunu artık biliyoruz. O gün Ä°slam devleti adına ulus-devleti ithal ettiÄŸimizde hiç kimse bunu bilmiyordu. Evet batıdan öÄŸrendik doÄŸru. Otuz yıl önce Müslümanlar bilim için “modern bir put” diyemiyorlardı. Ä°slamcıların tarihine bakıyoruz ilerleme kavramı üzerine bile ciddi anlamda çalışmamışlar. Netice itibariyle bu zamana kadar bu tanımlamaları özümsemenin özrü vardı dolayısıyla masumdu demek mümkün. O gün öyleydi, suçlamıyorum. Ama bu bilgi zihinlerimize girdikten sonra bunu sürdürmek masum olamaz diye düÅŸünüyorum. Bugün onun sırrına erdik. DeÅŸifre oldu.
 
-Modernizm akımı bize nasıl yansıdı peki?
 
Modernizm Müslüman zihin üzerinde bir egemenlik kurdu.Teknolojisiyle, silah aygıtıyla… Biz kültürel olarak fikri yönden kaybetmedik. Tüm toplumlar aÅŸağı yukarı böyle. Teknolojik olarak kaybettik. Modernizmin iktisadi gücü, teknolojisi, askeri aygıtı bunu saÄŸladı. Dolayısıyla modernizm bizim zihnimizde kültürünü de beraberinde getirdiÄŸi bir hegemonya kurdu. Fakat ÅŸimdi modernizmin büyüsünü postmodernizm bozdu. Onun iÅŸte hakikat anlayışını, doÄŸruluk anlayışını, iÅŸte çevre sorunlarıyla beraber doÄŸan teknoloji kullanımı meselesi bir büyü gibi bozuldu, rafa kaldırıldı. Müslüman zihin bence bundan faydalanabilir. Bu zihin üzerindeki o basınç dağılınca, parçalanınca biz buradan daha iyi ÅŸeyler düÅŸünebiliriz diyorum; ama postmodernizmin tuzağına düÅŸmezsek eÄŸer. Çünkü artık bilime olan inanç sıfırlandı.
 
-Metodolojik bir sorundan söz ediyoruz aslında. Kendimize ait olan fakat yitirdiÄŸimiz metodolojimizi yeniden kazanırsak eÄŸer, kendi paradigmamızı da oluÅŸturabiliriz diyebilir miyiz?
 
Evet. Burada bence “usule” dönmemiz lazım. Çünkü batıdaki tüm metotlar iflas etti. Hermeneutik nedir iÅŸte bilimsel metodun iflasıyla beraber doÄŸan bir ÅŸeydir. Hermeneutik kilisenin kullandığı bir metottu. Nihayetinde bugün sosyal bilimlerde, hatta hayatın her alanında bir hermeneutik varsa, yani yoruma dayanan bir ÅŸey varsa bu dediÄŸimizi doÄŸrular niteliktedir. Bunu mesela Nilüfer Göle’nin yazdığı kitaplarda, Modern Mahrem’de açıkça gözüyoruz. Ä°nsanlarla konuÅŸuyor ve yorumluyor. Bu bildiÄŸimiz anlamda klasik bir metot deÄŸil. Klasik metodoloji yok orada zaten. Hermeneutik bir yöntem var. Bu haliyle burada batının yöntemsel anlamda getirdiklerinde bir çıkmaz var, o da kendi içinde dağıldı. Ve zaten o bize ait de deÄŸildi. O zaman biz yeniden bilgiyi üretme anlamında kendi usullerimize dönelim. Zira o usulün bize daha saÄŸlıklı bilgi olanağı saÄŸlayacağını, modernizmin ulaÅŸmadığı bir bilgi olarak ulaÅŸacağını düÅŸünüyorum. Bu haliyle de o bizim zihnimizi yeniden inÅŸa edecektir. Çünkü bizim bu zihniyetimizin yeniden inÅŸa edilmesi gerekiyor. Modernizm zihinlerimizi inÅŸa ettiBiz dünyaya Müslümanca bakmıyoruz. Müslümanız, fakat modernler gibi bakıyoruz, seküler bakıyoruz. Baktığımızda da tabii olarak onlar gibi anlam çıkarıyoruz. Bu dünyayı çok meÅŸru görüyoruz, hayatın kaçınılmazı olarak telakki ediyoruz, ÅŸu olmazsa hayatımız yürümez diyoruz bir sürü ÅŸey söylüyoruz. Ama sahiden böyle midir yani?!
 
-Yani bir kurgu dünyası var ve bir de reel bir dünyanın varlığından söz ediyorsunuz. Modernizmin bize altın tepsi içinde servis ettiÄŸi kurgu dünyasına ikna olmuÅŸ durumda mıyız?
 
Yani benim kanaatime göre modern toplum tekessür toplumudur. Çoklukla övünen bir toplum. Guenon’un ifade ettiÄŸi “niceliÄŸin egemenliÄŸi” noktasındayız. Modern dönem bir bakıma budur evet. NiceliÄŸin egemenliÄŸi. Fakat postmodernizmle beraber bu deÄŸiÅŸiyor. Bence modernizmin yarattığı toplum Kur’an’ın dediÄŸi tekessür toplumudur. Ne kadar lüks ev sahibiysek, ne kadar çok arabanın sahibiysek bunlarla övünüyoruz. Peki, bunların hangisi sahici ihtiyaçtır, hangisi deÄŸildir bunu ayırt edemiyoruz. Ä°nsanın ihtiyaçları vardır tamam. Ä°nsan ihtiyaçları olan bir varlıktır. Fakat modernizm o kadar çok suni ihtiyaç oluÅŸturdu bunların miktarını o kadar çoÄŸalttı ki artık sahici ihtiyacımız nedir bunu çözemiyoruz. Yani bunu aldığımızda hayatımızı devam ettiririz ama bunu almasak da olur diyemiyoruz. Ä°ÅŸte bu tekessür toplumudur bence.
 
-Yani yapmış olduÄŸumuz bu tespitlerin ardında nedirin yanıtını aramamak gibi bir problem yatıyor. Mesela sosyal bilimler nedir gibi bir sorunun Ä°slam dünyasında bir karşılığı yok deÄŸil mi?
 
Hiç yok. Ben sosyoloji okudum. Ä°ki yıl felsefe öÄŸrenimi gördüm. Ä°ki yıl kadar psikoloji okudum. Yurt dışında da iki yıla yakın siyaset bilimi okudum. Hayır, yok bir karşılığı. Sosyoloji toplumun iÅŸleyiÅŸ yasalarını bulacağım derken ben bir Müslüman olarak bunu nasıl kabul edebilirim? Yasa bulmak demek ne demektir? Ä°nsan iradesini yok saymak demektir. Peki, benim o zaman Allah’a karşı sorumluluÄŸum ne oldu? Mademki ben toplumun yasalarına uymak durumunda olan bir varlıksam, dinin ne anlamı var? Ä°radem ne iÅŸe yaracak? Zaten yasa var ve ben buna mecburum…
 
O zaman birey de olamayız. Osmanlı’nın ifadesiyle güruh oluruz ancak. Zaten modernizm de birey birey deyip güruh haline getirmedi mi? Bu kadar reklamla hayatını tanzim eden insanın güruh olmadığı söylenebilir mi? Ama siz çıkıp söylerseniz herkes sizi döver sokakta. Dolayısıyla da böyle bir sosyal bilim olamaz. Bence Müslümanların en temel sosyal bilimi fıkıhtır. SosyoloÄŸu da fakihtir. Ama bunu iÅŸleyecek ne bir alt yapım var benim. Ne de Ä°slami bir eÄŸitimden geldim. Sadece söyleyip yerimde kalıyorum. Benim kanaatime göre, sosyolojiyi iyi kötü bilen biri olarak, okuduÄŸum için söylüyorum övünmek için söylemiyorum- Müslüman bir toplumun sosyolojisi fıkıhtır; SosyoloÄŸu da fakihtir. O zaman fıkıh nedir, fakihin görevi nedir fıkıh ne yapar, fıkıh gerçekten yasa mı tespit eder, toplumu geleceÄŸe doÄŸru yönlendirme endiÅŸesi mi taşır? Çünkü sosyolojinin bir öngörüsü vardır. Sosyoloji bilgiyi toplar ulus-devlete verir. Ulus-devletin ajanıdır sosyoloji aslında. Sosyal antropoloji de küreselleÅŸmenin ajanıdır. Batının metropollerine bilgiyi gönderir; ilkel toplumlar, geliÅŸmiÅŸ toplumlar diye kategorizasyon yaparak.
 
Aslında sosyoloji ile sosyal antropolojinin metodolojik olarak büyük bir farkı yok ama birinin iddiasıyla ötekinin iddiası büyük bir paradoks içeriyor. Tabi. Ben bunu meÅŸru mu kabul edeceÄŸim ÅŸimdi. Mesela Ä°bn Haldun’a bakın. Bedeviler ve hadariler olarak ayrım yapıyor. Yani coÄŸrafya ya da iklime göre ayrı ayrı ele almaya çalışıyor. Ama tüm bunlar etkileyici olmakla beraber belirleyici parametreler olamaz. Belirleyici dersek iradeyi dışlamış oluruz. Akıl da bu böyle. Salt akıl bize doÄŸruyu gösterecekse peygamber niye geldi ki? Yani batının dediÄŸi anlamda bir aklı biz kabul edemeyiz. Akıl bize her zaman doÄŸruyu söylemez. Genellikle nefsin isteklerine doÄŸru kanalize eder. Bu yüzden iÅŸte tarihte insanların sapma öykülerini okuyoruz. Sonra bir peygamber geliyor ve onlara hakikati anlatıyor. Akıl doÄŸruya götürecektiyse bizim peygambere ihtiyacımız yoktu.
 
Hocam çok teÅŸekkür ederiz.
 
 
 
Kaynak: magrib.org / Hüseyin Yahya Åžekerci

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.