Sosyal Medya

Doğu Akdeniz'de Türkiye-Libya mutabakatının izdüşümleri

Libya-Türkiye ilişkileri bölgedeki pek çok ülke ile olan ilişkilerden farklıdır ve son mutabakat da bu farkı yansıtmaktadır. Nitekim bu mutabakat, Türkiye’nin Libya ile birlikte Akdeniz’deki varlığını güçlendirip hareket alanını da genişletirken bölgesel dengelere de yeniden şekil verecektir.



Yunanistan DışiÅŸleri Bakanlığı, Atina’daki Türkiye Büyükelçisi Burak Özügergin’i davet edip, Ä°stanbul’da imzalanan Türkiye-Libya Mutabakatının içeriÄŸi hakkında bilgi talep etmiÅŸ ve mutabakat muhtırasını protesto etmiÅŸtir. Bu hadisenin sadece Türk-Yunan iliÅŸkileri baÄŸlamında okunması mümkün deÄŸildir. Bir tarafında AB, diÄŸer tarafında da DoÄŸu Akdeniz’de Türkiye’yi kuÅŸatmak isteyen diÄŸer güçler de yer almaktadır. AB’nin desteÄŸi ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında varılan mutabakatlar ile kurulmak istenen elektrik enerji hattı ve ayrıca Avrupa’nın enerji koridoru olarak benimsenen East MED doÄŸalgaz boru hattı projeleri bugünkü sorunun arkasında yatan en önemli âmillerdir. Oysa Türk kıta sahanlığından geçmesi planlanan ikinci proje, hem Türkiye’nin ve hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bölgedeki egemenlik haklarını ihlâl etmektedir. Ä°ÅŸin içinde Ä°srail’in ve Mısır’ın olması bu kavgayı bir kat daha büyütmektedir. Türkiye’nin 2013’ten beri meseleyi BM ile müzakereye açması ve DoÄŸu Akdeniz’de petrol arama faaliyetleri ile bu giriÅŸimlere verdiÄŸi cevap, Ä°stanbul Mutabakatı ile yeni bir aÅŸamaya gelmiÅŸtir.
 
Libya’daki Trablus hükümeti ile mutabakat yapılırken, tabii olarak daha önce Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Alan ilânı ile fiili durum oluÅŸturan Yunanistan ile de karşı karşıya gelinmiÅŸtir. Bu yüzden henüz bir mutabakat metni olsa bile Türkiye ile Libya arasındaki Münhasır Bölge Mutabakatı Akdeniz’de dengeleri deÄŸiÅŸtirecek tarihi bir geliÅŸmedir. Yunanistan ve tabii olarak AB’nin Türkiye’ye bakışlarını yeniden deÄŸerlendirmelerini zorunlu kılacaktır.
 
Tabii ki, meselenin kolay olmayacağı da kesindir. Türkiye’nin önünde sabırla ve ısrarla takip etmesi gereken uzun bir yol vardır. Mutabakat, BM’nin tanıdığı Trablus hükümeti ile yapılmıştır. Bu yüzden hukuki bir metin olarak kabul edilse de siyasi olarak çok tartışılacaktır. Zira hâlâ Libya topraklarının büyük bir bölümünü kontrol eden Hafter de bu siyasi dengelerin bir tarafında yer almaktadır.
 
Türkiye-Libya Mutabakatı; Libya’nın yeniden kurulmasında ve Trablus hükümetinin ülkenin tamamına egemenliÄŸini yaymasında Türkiye’ye zımnen yeni yükümlülükler getirmektedir. Bu yüzden meselenin sabırla takip edilmesi, hem diplomaside hem de sahada varlık gösterip dünyaya karşı mesaj verilme zorunluluÄŸu bulunmaktadır. BaÅŸka bir deyiÅŸle bu mutabakat en az Türkiye’nin BoÄŸazlar üzerindeki hâkimiyetini tesis eden Montrö AnlaÅŸması kadar önemlidir. Zira bu mutabakat, Türkiye’nin Akdeniz’deki hareketliliÄŸini kısıtlayan Yunanistan-Güney Kıbrıs, Ä°srail ve hatta Mısır’ın sarıldıkları Seville haritasını yırtmaktadır. Türkiye’nin bundan sonraki ısrarı da onu tamamen hükümsüz kılacaktır.
 
Israr dememin bir sebebi vardır. Maalesef tarih okumayan siyasiler, kendini strateji uzmanı sanan kimi çenebazlar, meselenin bir devlet ve hatta Türkiye’nin bekâ meselesi olduÄŸunu göremeyen sırça konaklılar konuyu görmezden gelecek veya hafife alacaklardır. Hatta AB ve Yunanistan ile yeni bir problem yaratılıyor tezine sarılacaklardır. Bu yüzden ısrar diyorum. Onlara raÄŸmen, Türkiye tarihi derinlik hattını asla terk etmemelidir.
 
Nitekim Akdeniz’de bu kavga bir ilk deÄŸildir. Tarihte aynı sebeplerden kaynaklanmasa da benzeri pek çok hadise yaÅŸanmıştır. Ancak geçmiÅŸte, Libya’nın Osmanlı egemenliÄŸinde olması Akdeniz’deki sorunların daha kolay atlatılmasına imkân vermiÅŸtir. Bugün Libya egemen bir devlettir. Akdeniz’de Türkiye’nin komÅŸusu olduÄŸu kadar, pek çok kere belirttiÄŸim gibi, Türkiye’nin Afrika kıtasındaki tarihi derinliÄŸini temsil etmektedir.
 
Biraz gerilere gidip tarihi bir olayı hatırlayalım:
 
1860’larda Girit’te kimi uluslararası güçlerin teÅŸviki ile Müslümanlara karşı Rumların baÅŸlattıkları katliamlar kısa zamanda karşılıklı çatışmalara dönüÅŸmüÅŸtü. Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin daha fazla müdahil olmaması için Hariciye Nazırı Âlî PaÅŸa’yı adaya göndermek ve yeni düzenlemeler yapmak zorunda kalmış; kanlı katliam ancak bu ÅŸekilde durdurulabilmiÅŸti. Ancak bu düzenlemedeki kimi yetersizlikler; ama daha da önemlisi takipsizlik, sorunun 20 yıl sonra daha kanlı bir ÅŸekilde patlamasına neden olmuÅŸtur. 1896 yılında Yunanistan’ın desteklediÄŸi Rumların Girit’te baÅŸlattıkları isyan, 1897 yılında Akdeniz’de büyük bir göç dalgasını baÅŸlatmıştır. Can, ırz ve mal güvenlikleri tehlikeye giren binlerce Giritli Müslüman Türk, Anadolu’ya ve Libya’ya doÄŸru kaçmak zorunda kalmışlardır.
 
Osmanlı Devleti hazırlıksız yakalandığı bu büyük göç dalgasını ilk aÅŸamada idarede zorlanacak; ama sonunda düzenli iskan projeleri ile Girit’ten kaçan Müslümanlara yeni yurtlar bulacaktır. Bu yurtlardan biri de Libya toprakları olacaktır. Binlerce Müslüman Türk Libya’nın Bingazi kenti etrafına yönlendirilecek ve özellikle Bingazi-Derne arasında kurulan köy ve kasabalara yerleÅŸtirilecektir. Bugün, Libya’da aile adı Giritli olanlar bu göçmenlerin torunlarıdır. Trablusgarp’ın Ä°talyanlar tarafından iÅŸgali sonrasında Ä°zmir’e yerleÅŸenler ile Çanakkale’de vatan savunmasına koÅŸan Libyalılardan söz etmiyorum bile. Sözün özü, Libya-Türkiye iliÅŸkileri bölgedeki pek çok ülke ile olan iliÅŸkilerden farklıdır ve son mutabakat da bu farkı yansıtmaktadır. Nitekim bu mutabakat, Türkiye’nin Libya ile birlikte Akdeniz’deki varlığını güçlendirip hareket alanını da geniÅŸletirken bölgesel dengelere de yeniden ÅŸekil verecektir.
 
Hülasa, asıl kavga yeni baÅŸlamıştır.
 
 
 
Zekeriya KurÅŸun / YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.