Günümüz kadın hakları diye öne atılan kurtarıcıların kurtarılma ihtiyacı
Follow @dusuncemektebi2
Hakkı savunma biçiminiz o hakkı savunan ya da fiili olarak savunmayan diğerleri için psikolojik bir şiddete dönüşüyorsa ve o hak o kimselere zorla dayatılıyorsa, hak savununuz bir reklama ya da kitleleri mobilize eden bir araca dönüşmüşse, mazlumken ve hak iddia ederken, bu hak talebine dayanarak bir zalime dönüşmüşseniz burada çok ciddi bir sorun var demektir.
1999 yılında kadınlara yönelik ÅŸiddete karşı toplumlarda bir farkındalık yaratmak amacıyla BirleÅŸmiÅŸ Milletler Genel Kurulu kararıyla ilan edilen 25 Kasım Kadına Åžiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü (International Day for the Elimination of Violence against Women) vatandaÅŸlar ve çeÅŸitli sivil toplum örgütleri tarafından geçtiÄŸimiz günlerde pek çok platformda kutlandı. Kadınların haklarının korunması, kadına yönelik ÅŸiddetin engellenmesi, kadınların özel ve kamusal hayatlarında barışçı, huzur dolu bir ortamda yaÅŸayabilmeleri için yapılan bu giriÅŸimler elbette farkındalık yaratma açısından önemli. Ancak ilginç olan ÅŸu ki bu kadar sert protestolara raÄŸmen kadına ÅŸiddet gün geçtikçe artıyor yahut zaten eskiden beri var olan kadına ÅŸiddetin kamusal alandaki görünürlüÄŸü yükseliyor. Belki de meselenin haklar temelinde tanımlanmasından kaynaklı sorunlar söz konusu.
Simgesel bir oyunun kuralı
Ünlü Fransız düÅŸünür Jean Baudrillard bir keresinde haklar için, bir yerde haktan bahsediliyorsa bu, orada o hakkın kalmadığı anlamına gelir demiÅŸti. Baudrillard’ın hak istemenin ne kadar saçma olduÄŸu hususundaki sözlerine kulak verelim. Åžöyle söylüyor Baudrillard:
“KötülüÄŸü dile getirmeyi bilmiyoruz artık. BildiÄŸimiz tek ÅŸey insan hakları söylemini bağıra bağıra tekrarlamak: dindar, zayıf, gereksiz, ikiyüzlü, iyiliÄŸin doÄŸal çekimine olan aydınlıkçı inanca ve insan iliÅŸkilerinin idealliÄŸine dayanan bir söylem (oysa kötülüÄŸe kötülükle karşılık vermekten baÅŸka çıkar yol yoktur)… YaÅŸama hakkı tüm dindar ruhları titretir, öyle ki sonunda ölme hakkı olmaya varır ve tüm bunların saçmalığı da burada açığa çıkar. Çünkü sonuçta ölmek –ya da yaÅŸamak (mutlu ya da mutsuz) bir yazgı, bir kaçınılmazlıktır, yoksa bir hak deÄŸildir. Neden erkek ya da kadın olma ‘hakkı’ istenmesin? Neden Aslan ya da Kova ya da Yengeç burcu olma hakkı istenmesin? Peki böyle bir hak varsa, erkek ya da kadın olmak ne demektir? Heyecan verici olan ÅŸey, yaÅŸamın sizi erkek ya da kadın yapmış olması ve sizin de kabullenmenizdir. Bu simgesel bir oyunun kuralıdır ve bu kuralı ihlal etmenin hiçbir anlamı yoktur. Satranç atını düz çizgi üzerinde ilerletme hakkı isteyebilirim, ama bunun ne anlamı olabilir? Bu tür iÅŸlerde hak aptalca bir ÅŸeydir.”
Gerçekten de Baudrillard’ın söylediÄŸi gibi hak isteme meselesi Batı’da “beyaz eÅŸya sahibi olma hakkı”na kadar dayandı. Ä°talya’da bir milletvekili bu konuda mecliste önerge bile verdi. Ve keskin üslubuyla ÅŸöyle devam ediyor Baudrillard: “Çernobil, Ermenistan’daki deprem ve atom denizaltısının batması ile birlikte SSCB’nin insan hakları yolunda dev (Helsinki ya da baÅŸka bir yerdekinden hayli daha büyük) bir adım attığına kuÅŸku yok: Felaket hakkı. Esas temel hak: Kaza hakkı, suç hakkı, yanlışlık yapabilme hakkı, kötülük hakkı ve en kötü olma hakkıdır, yoksa yalnızca en iyi olma hakkı deÄŸil: Mutluluk hakkından çok daha fazla, sizi adına yaraşır bir insan yapan budur iÅŸte. Hak karşı konulmaz biçimde bu uÄŸursuz eÄŸilimi izler ve böylece bir ÅŸey kendiliÄŸinden iyi gittiÄŸinde her tür hak gereksiz hale gelir; ve eÄŸer hak talebi dayatılıyorsa, istenen ÅŸey kaybedilmiÅŸ demektir: Su, hava, yer hakkı tüm bu öÄŸelerin adım adım yok olduÄŸunun teyit edilmesidir. Cevap hakkı diyalog yokluÄŸunu gösterir vs. (Jean Baudrillard, KötülüÄŸün Åžeffaflığı, Ayrıntı Yayınları, s.93-94)
Ä°nsan haklarının ideoloji olduÄŸunu düÅŸünen Baudrillard, insan haklarının kutsanmasında budalalığın önlenemeyen yükseliÅŸini görür. Kadına ÅŸiddete karşı protestolar yükselirken, herkesin kadın haklarından söz ettiÄŸi bir ortamda kadına ÅŸiddetin de bu kadar yükselmesini herhalde Baudrillard hiç de garip bulmaz ve bize gülümserdi. Ben, insan hakları konusuna Baudrillard kadar radikal bakmasam da onun bir ideoloji olduÄŸu konusunda Baudrillard’la hemfikirim. Meselenin hakları sürekli olarak bağırıp çağırmakla hallolacağını düÅŸünmüyorum. Hatta protesto adındaki bu bağırış çağırış, kadınların eÅŸlerine ya da çocuklarına yaptığı veya kimi zaman kaynanaların gelinlerine yaptığı psikolojik ÅŸiddeti bana çok daha fazla çaÄŸrıştırıyor. Bazen kafamda ÅŸöyle bir hayal kurarım. Bu protestoyu kadınlar deÄŸil de erkekler yapsaydı, yani “Kadına ÅŸiddete hayır” diye sadece erkekler yürüseydi belki daha anlamlı bir giriÅŸim olurdu. Ya da sessizlik ve tevekkül içindekiler, kimi zaman yüksek sesle bağıranlardan çok daha fazla ÅŸey anlatır.
Baudrillard insan haklarını ne kadar eleÅŸtirse de yine de elimizde haklardan, insan haklarından daha faydalı ve kullanışlı bir aparat yok. Felsefi bakımdan eleÅŸtirebiliriz belki ama uygulamaya geçince iÅŸler deÄŸiÅŸiyor. Her ne kadar insan hakları iddiasının bir ülkenin iç iÅŸlerine karışmanın aracı olduÄŸunu düÅŸünenler olsa da –özellikle Marksistler insan haklarını savunan liberal söyleme karşı böyle düÅŸünmüÅŸ ve ondan önce Marx insan haklarının ısrarla aslında burjuva haklarını maskelemek üzere ortaya atıldığını ileri sürmüÅŸ- söz gelimi cezaevinde acımasız iÅŸkencelere maruz kalan bir mâhkumu bu iÅŸin faili olan devlete karşı savunmanın daha iyi bir yolu yok gibi görünüyor. Ya da aile içinde ÅŸiddete uÄŸrayan bir çocuÄŸa akrabaları, komÅŸular ya da devlet sahip çıkmıyorsa insan hakları aktivistlerinden baÅŸka onu kim düÅŸünebilir?
Yasayla adalet de aynı değildir
Bütün bunlara raÄŸmen bir hakkı savunurkenki hareket tarzımız çok önemlidir. Hakkınızı ifade etme tarzınız, üslubunuz sizi haksız çıkarabilir veya bir hakkı savunurken baÅŸka bir hakkı ihlal ediyorsanız (söz gelimi vuku bulup bulmadığı tartışmalı olsa da kadın haklarını savunurken öttürdüÄŸünüz düdükler ezanı protestoya dönüÅŸüyorsa ve kiÅŸilerin yasal olarak da tanınmış inanç özgürlüÄŸüne meydan okuyorsanız) ya da hakkı savunma biçiminiz o hakkı savunan ya da fiili olarak savunmayan diÄŸerleri için psikolojik bir ÅŸiddete dönüÅŸüyorsa ve o hak o kimselere zorla dayatılıyorsa, hak savununuz bir reklama ya da kitleleri mobilize eden bir araca dönüÅŸmüÅŸse, mazlumken ve hak iddia ederken, bu hak talebine dayanarak bir zalime dönüÅŸmüÅŸseniz (önceden kurban ve mazlum olan Yahudilerin, yani Ä°sraillilerin komÅŸu halklarına karşı katil olmak istemesi veya PKK gibi bir halkın kurtarıcılığına soyunan örgütlerin vahÅŸi infazları) burada çok ciddi bir sorun var demektir. Unutmamak gerekir ki dünyadaki pek çok terör giriÅŸimi de eninde sonunda bir hak ya da hak ihlali iddiasına dayanır. Hiçbir cinayet kusursuz deÄŸildir üstelik yasayla adalet de aynı deÄŸildir. Ä°nsan hakları yasasının yaratıcısı olan ve onu tüm dünyaya ihraç eden Batı, kendisine sığınan mültecilere, azınlıkta kalan Müslümanlara olan tavrıyla insan haklarının hurda deposu gibi.
Peki ÅŸiddet için ne söylenebilir? Åžiddet bütün toplumların, uygarlığın hatta modern uygarlığın da bir gerçeÄŸi. Kimi zaman sosyolojide hatta antropolojide, bir olgu olarak ÅŸu söylenmiÅŸtir: Åžiddeti yeryüzünden tamamen silme giriÅŸiminin kendisi daha büyük ÅŸiddetle mümkündür. Bütün dünyada, ülkemizin bütününde mahallemizin ya da ailemizin tamamında ÅŸiddeti yok etmeye kalkmak daha büyük ÅŸiddeti davet edecektir. Herkesin başına bir polis dikmeye kalkmak ÅŸiddetin dik alasıdır veya kameralarla insanların her hareketini izlemek suretiyle panoptikonu etkin hale getirmek ya da ÅŸiddeti eleÅŸtirirken psikolojik ÅŸiddet yaratmak. Sormamız gereken sorulardan birisi ÅŸudur: Åžiddeti protestomuz baÅŸka herhangi bir kimseyi rahatsız ediyor mu? Bu kontekste insan hakları örgütlerinin ve sivil toplum kuruluÅŸlarının sokak protestoları yerine daha etkili, insanları daha az rahatsız eden giriÅŸimleri düÅŸünmeleri artık zorunludur. Åžiddet gösteren erkekleri eleÅŸtirdiÄŸimiz kadar, bu erkeklerin kadınlar tarafından da yetiÅŸtirildiÄŸini, kadınların kadınlara olan ÅŸiddetini, annelerin çocuklara uyguladıkları ÅŸiddeti, kadınların erkeklere karşı psikolojik ÅŸiddetini ve ÅŸiddetin sosyolojik nedenlerini de sorgulamalıyız.
Kurtarıcıların kurtarılma ihtiyacı
Ä°ÅŸin bir de çok baÅŸka bir boyutu daha var. Dünyadaki solun bir kısmı, kapitalizmde iÅŸçilerin artık devrim yapmayacağına kanaat getirdikten sonra Karl Marx’ın teorisinin devrim kısmından vazgeçtiler. Kapitalist toplumlarda iÅŸçi sınıfı devrimci deÄŸil dediler. Kimileri de sınıf kavramını ÅŸüpheli buldu. Sınıfın, yani Marx’ın dediÄŸi anlamda, “kendisi için sınıf”ın sosyolojik çerçevesini çizmek, bu konudaki teorik, felsefî ve uygulamalı araÅŸtırmalara bakınca da bir hayli zordu. Ä°ÅŸçi sınıfı Ä°ngiltere’de ve dünyanın bazı yerlerinde zenginleÅŸmiÅŸti. Bu durum onları Marx’ın devrimci iÅŸçi sınıfına atfettiÄŸi devrimci ruhu baÅŸka yerlerde aramaya yöneltti. Mesela C. Wright Mills gibi bir düÅŸünür, bu devrimci ruhu iÅŸçilerde deÄŸil, aydınlarda arıyordu. BaÅŸka bir Marksist düÅŸünür Herbert Marcuse ise aynı misyonu öÄŸrencilere yükledi. Ä°ÅŸçi sınıfından hayır yoktu ama öÄŸrenciler büyük bir kitleydi ve iÅŸçi sınıfının yapamadığını yapabilirdi. Devrim misyonu yalnızca aydınlara ve iÅŸçilere deÄŸil, sonrasında zencilere ve baÅŸka marjinal gruplara da yüklenmiÅŸtir. Bugün bu yaklaşım tarzı varlığını, çeÅŸitli ideolojik topluluklar ve medya üzerinde gücünü kaybetmeden sürdürüyor. Bugün benzer bir devrimci misyonu feministlere, LGBTÄ° aktivistlerine, çevrecilere ve diÄŸer gruplara yükleyerek sol onu canlı tutmaya çalışıyor. Bu misyonun toplumun kurtarıcılığına soyunmuÅŸ olan belli bir gruba yüklenmesinin tartışmalı olduÄŸu bugün çok açıkken sol bu misyon yükleme iÅŸini bize hissettirmeden, onu tartışmamıza fırsat vermeden daha doÄŸru bir deyiÅŸle bize hiç çaktırmadan gerçekleÅŸtiriyor. Hâlbuki kurtarıcıların da kurtarılmaya ihtiyacı olabilir. Kurtarıcıların doÄŸru yolda gittiÄŸini nereden bileceÄŸiz? Bununla birlikte maÄŸdurların ve madunların savunusuna karşı çıkmak için kalpsiz, vicdansız ve alçak olmak gerekir. Tartışmamız zor çünkü bu ÅŸekilde suçlanmak istemeyiz. Ancak en azından madunların haklarının savunuluÅŸ tarzını ve metodunu tekrar gözden geçirebiliriz. Herhangi bir misyon yüklenmeden ihtiyacı olanlara nasıl yardım edebiliriz ve bunun için nasıl örgütlenebilirizi tekrar düÅŸünmeye deÄŸer.
Doç. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa UludaÄŸ Üniversitesi
Kaynak: Star Açık GörüÅŸ
Henüz yorum yapılmamış.