Sosyal Medya

Kızılderililer Nasıl Yok Edilmişti?

Amerika kıtası keşfedildiğinde oraya medeniyetten önce ölüm gitti. Vahşet, hırsızlık, soykırım gitti. Peki daha sonra medeniyet gitti mi? Hayır! Çünkü oranın yerlileri Beyaz Adam’dan çok daha medeniydiler. Hırsızlığı, insan öldürmeyi bilmiyorlardı. Huzur içinde yaşayan büyük bir aile gibiydiler. Beyaz Adam gelince onu misafirperverce ve samimiyetle ağırladılar. Yiyeceklerinden bol bol ikram ettiler. Topraklarını açtılar. Hatta altınlarının da çoğunu karşılığında hiçbir şey beklemeksizin bu yeni misafirlerle (!) paylaştılar. Fakat Beyaz Adam’ın gözü doymuyordu. Ne kadar verirlerse hep daha fazlasını istiyordu. En sonunda canlarını da istedi. Verdiler.



“Kendisinden baÅŸka, kendi türüne zarar veren bir canlı göremiyorum yeryüzünde .”
 
Ä°nsan diye bilinen bu canlının, hür olarak yaratılan hem kendi türüne, hem de Allah’ın en güzel biçimde yine insan için yaratmış olduÄŸu tüm tabiata böylesine kinli olmasına ve zulmün bu kadar nasıl rahat iÅŸlendiÄŸine anlam veremediÄŸini düÅŸünmek, yüreÄŸinde merhametini kaybetmeyenlerin ve zihninde fıtratın kodlarını bozmayanların üzerinde kafa yorması gereken bir meseledir.
 
Ä°ktidarlarını, mazlumların gözyaÅŸlarıyla güçlendiren zalimler, bunun devamı için her türlü zorbalığı mübah görmüÅŸ, hür doÄŸanlar köleliÄŸe mahkum edilmiÅŸ, zengin toprakların halkları açlığa terkedilmiÅŸ, iyi ve güzel olan her ÅŸey zalimlerin ellerine geçmiÅŸ, kendileri zafer ÅŸarkıları söylerken; yerli halkların sinelerinden acı, sefalet, hüsran ve gözyaÅŸlarıyla birlikte gökyüzüne haykırılan ağıtları yükselmiÅŸtir.
 
Ancak yeryüzüne bakan merhamet sahibi insan, böyle bozuk bir düzenin nasıl iÅŸlediÄŸini, bu çirkinliÄŸin nereden ve nasıl kaynaklandığını merak etmektedir. “Yeni dünya düzeni”(!) dedikleri ÅŸey böyle bir ÅŸey midir? Medeni olmak demek aslında vahÅŸi olmak demek midir? Bu zulümler bugünün dünyasının ürettiÄŸi ÅŸey midir? Yoksa bunlar geçmiÅŸten tevarüs eden bir miras mıdır? Veya eskiler temizdi de ÅŸimdikiler mi kirlendi?
 
Bu soruları uzatmak mümkündür. Ancak bizler biliyoruz ki her zulmün temeli de bir zulme dayanır. Yani bugünün zulmü dünün devamıdır ve bunun asıl temeli ta uzaklara ÅŸeytanın lanetlendiÄŸi döneme kadar uzanır. O gün bu gündür ÅŸeytan ve yandaÅŸları zulümde oldukça maharetli ve tecrübelidirler. Yani bugünün zalimleri dünkü ustalarının çıraklarıdır ve büyüdükçe ustalaÅŸanlardır.
 
Tüm bunları anlamlandırabilmenin ve saÄŸlam bir temel üzerine oturtup meseleyi doÄŸru okumanın ve doÄŸru tespitlerde bulunmanın en kestirme yolu geçmiÅŸi anlamaktan geçmektedir. GeçmiÅŸini bilmeyenlerin bugüne dair saÄŸlam bir fikri olamaz.
 
Sizlere bahsedeceÄŸim kitap tamda bu düÅŸünceleri körükleyecek, düÅŸünmeye itecek ve geçmiÅŸin izlerinin peÅŸinden, bugünlerde de nasıl koÅŸulduÄŸu açıkça görülecektir. Sizlere tanıtmaya çalışacağım kitap, Åžule Yayınlarından 2015 yılında çıkan ve elimde üçüncü baskısı olan “Kızıl Derililer Nasıl Yok Edildi?” isimli kitaptır.
 
 
Kitabın yazarı Bartolome de Las Casas, yerli halka Hristiyanlığı aşılamak için Amerika’ya gitmiÅŸ bir papazdır. Kristof Kolomb’un yakın arkadaÅŸlarından birisinin oÄŸludur. 1522’de Dominiken tarikatına girmiÅŸ, ömrünü Kızılderililerin haklarını korumaya adamış ve onların lehinde yasalar çıkartacak kadar da baÅŸarılı olmuÅŸtur. Yazdığı eserlerde, Kızılderililerle Ä°spanyolların nasıl karşılaÅŸtıkları ve Ä°spanyolların yaptığı vahÅŸeti, tüyler ürpertici bir ÅŸekilde anlatmaktadır. Kitap özellikle, Ä°spanyolların yerli halka yaptıkları zulmü en ince ayrıntılarına kadar gözler önüne sermektedir. Yazdıklarını yayınladığı yıllarda resmi tarihçilerin saldırılarına maruz kalan Las Casas, yaÅŸayan pek çok ÅŸahit göstererek anlattıklarının doÄŸruluÄŸunu ispat etmiÅŸtir.
 
 
Kitabın sunuÅŸ bölümünde Kristof Kolomb’un ayrı bir seyir defterinden de bahseder ve orada tuttuÄŸu günlüÄŸünden bir alıntı yaparak ÅŸöyle der:
“..Kristof Kolomb, seyahatleri boyunca bir seyir günlüÄŸü tutmuÅŸtu.”
 
Bu günlük çok ÅŸey açıklıyordu. Ä°spanyalıları baÅŸka dünyalardan gelmiÅŸ yaratıklar gibi gören Kızılderililer, sığ kıyıda, denizde yürüyerek teknelere yaklaÅŸmış, ilk karşılaÅŸtıkları yabancılara çeÅŸitli hediyeler sunmuÅŸlardı. Kolomb, Arawakların barışçı ve yumuÅŸak huylu insanlar olduÄŸunu yazıyor ve ‘silah taşımıyorlardı’ diyor. ‘Silahın ne olduÄŸunu da bilmiyorlar. Onlara bir kılıç gösterdim, keskin tarafından tuttular ve ellerini yaraladılar.’ Sonraki aylar boyunca Kolomb, günlüÄŸünde yerli Amerikalılardan saygılı bir hayranlıkla söz ediyor: ‘Bu yerliler, dünyanın en iyi, en nazik insanları’ diye yazıyor. “KötülüÄŸün ne olduÄŸunu bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. KomÅŸularını, kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar.”
 
Ä°spanya’daki patronlarından birine yazdığı bir mektupta da Kolomb, yerlileri tanıtmak için ÅŸöyle diyor: “Son derece sade, dürüst ve aşırı düzeyde eli açık insanlar. Herhangi birinden, sahip olduÄŸu herhangi bir ÅŸey istenince, hemen veriyorlar. BaÅŸkalarına olan sevgileri, kendi özlerine olandan çok daha fazla.”
 
Ama bu övgüleri sıralayan Kolomb, günlüÄŸün bir yerinde de ÅŸöyle diyor:
 
“Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eÄŸdirebiliriz ve her istediÄŸimizi yaptırabiliriz.” diyor Kolomb. Aslında sevgi dolu savaÅŸ bilmeyen ve çok cömert olan bu yerli halka nasıl zulüm edileceÄŸini bir çırpıda aÄŸzından çıkarıveriyor.
 
Bundan sonra yerlilerin yok edilme siyaseti devreye girecek ve orada bulunan halk çok çirkin bir ÅŸekilde Kolomb’un başını çektiÄŸi Avrupalılar tarafından katledilecektir.
 
 
Kendisi de bir Papaz olan yazar Bartelome de Las Casas, yerliler hakkında diyor ki: “maddi varlık sahibi olma arzuları olmadığından gurur, hırs ve açgözlülüÄŸü olmayan; sinirli ve kavgacı olmayan; nefret, intikam ve ihtiras bilmeyen bir halktı. Bizde zenginlik ve tatlı bir hayat içinde yetiÅŸtirilen Prens ve soylu çocukları bile onların köylülerinden daha narin deÄŸildir.” Yine yazara göre bu insanlar ihtiyaçtan fazlasını biriktirmeyi bilmeyen bir toplumdu.
 
Buna raÄŸmen Avrupalıların zorbalıkları, iÄŸrençlikleri öylesine artıyordu ki, yerliler bu insanların gerçek yüzlerini yeni fark ediyorlar, hemen tedbir almaya koyuluyorlardı. Bazıları karılarını, bazıları yiyeceklerini saklıyorlar, bazıları da ormana saklanmaya baÅŸlamışlardı. Artık katliam ve kan dökme öylesine haddi aşıyordu ki köylere baskınlar yaparak çoluk-çocuk, kadın, hamile, lohusa demeden karınlarını deÅŸiyor, parçalara ayırıyorlardı. Dahası, Hristiyan görünümlü bu vahÅŸilerin kimin tek bıçak darbesiyle bir yerliyi ortadan ikiye ayıracağı veya bir mızrak darbesiyle başını keseceÄŸi konusunda iddiaya giriyorlardı. Anne sütü emen bebeklerin ayaklarından tutup kafalarını kayalara çarpıyorlar, bazıları ise onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan da gülerek ÅŸakalaşıyorlardı. Çocuklar suya düÅŸtüÄŸünde: “ Kımıl kımıl oynuyorsun, seni komik ÅŸey seni” diyerek daha da iÄŸrençleÅŸiyorlardı. Ä°sa ve On Ä°ki Havariyi kutsamak adına daraÄŸaçları kurup ayakları neredeyse yere deÄŸecek ÅŸekilde baÅŸta kabile reisleri olmak üzere on üç kiÅŸilik gruplar halinde yerlileri ateÅŸe veriyor, diri diri yakıyorlardı. Bazılarını da, bütün vücutlarına saman yapıştırılarak ateÅŸe veriliyorlar, çocukların annelerini ve önlerine çıkan herkesi kılıçtan geçiriyorlardı. SaÄŸ bıraktıklarının ellerini kesiyorlar ve bir mektup vererek ormana kaçanlara haber salıyorlardı. Böylece onların da gelmesini saÄŸlıyorlardı. Ayrıca kestikleri ve parçalara ayırdıkları yerlilerin uzuvlarının da bulunduÄŸu kasap dükkanlarında, vahÅŸi köpekleri için yerlilerin parçalanmış vücutlarının bulunduÄŸu yazılar asılıydı. Tüm bu zulümler kitabın daha baÅŸlarında geçmektedir. Öyle ki yazar kendi gördüÄŸü ve baÅŸkalarından duyduÄŸu kadarıyla neredeyse on ila elli milyon yerlinin bu ÅŸekilde katledildiÄŸini beyan etmektedir. Papaz olan yazar, bunca zulümden tiksinmiÅŸ olduÄŸundan yerlilerin ara sıra öldürdüÄŸü Hristiyanları duydukça sevinmekte ve ”cehenneme gittiler” demektedir.
 
Yazar anlattıkları katliamların belki de yarısı olduÄŸunu ifade ederken, başından geçen bir olayı ÅŸöyle aktarıyor: Bir gün evleri ateÅŸe veren, saÄŸ kalanları gemilere doldurup köle olarak satan bir kaptanı bu kötülüÄŸünden dolayı kınadığımda bana ÅŸöyle cevap verdi:” Haydi canım sende! Beni yollayanlar savaÅŸla yakalayamadığım yerlileri barışla yakalamam için emir verdiler.” “Aslında kendisinin de anne ve babasının olmadığını yerli halka anlatarak onlara yaklaÅŸtığını halkın ise ona güvendiklerini kendisi bana anlatmıştı.“ diyor kitabın yazarı.
 
 
Başında da ifade etmeye çalıştığım gibi zulüm yeni bir ÅŸey deÄŸildir ve Avrupa’nın tarihi kapkara lekelerle doludur. Bugün, özellikle Diyar-ı Ä°slam’da mazlum halklara karşı yürütülen, orantısız güç kullanarak katledilen ve adına “medeniyet ve barış(!)” dedikleri bu zulüm tekniÄŸi ne kadar da birbirlerine benzemektedir.
 
SavaÅŸları çıkaranların ÅŸeytanın çocukları olduklarını bizler çok iyi biliyoruz. Yine bizler biliyoruzki kökü, feryat ve figan üzere atılmış olan, temelleri kan ve gözyaÅŸlarıyla birlikte gasp edilmiÅŸ haklar üzerine inÅŸa edilen her “medeniyet” yaÅŸadığı sürece zulüm yaymaya devam edecektir.
 
“Allah güzel bir misal getirdi: Güzel bir sözü/ameli, kökü yerde sabit, dalları gökte olan güzel bir aÄŸaca benzetti. Rabbinin izniyle her zaman güzel yemiÅŸ verir. Kötü bir sözün/amelin misali ise, gövdesi yerden koparılmış o yüzden ayakta durma imkanı olmayan bir kötü aÄŸaca benzer. (Ä°brahim s. 24-16)
 
Kökü zulüm olanın meyvesi de zulüm olur. O yüzden kökü kurutmadan dalları budamak bir sonuç vermez. Zira daha da güçlenir.
 
Ä°mam Åžafi güzel demiÅŸ: Hak ile batıl arasında geçen savaÅŸa katılmadıktan sonra nerede olursan ol, ne fark eder?
 
Yazar: Bartolomé de Las Casas,
 
Çev: Meryem Ural / Åžule Yay. 3. Baskı, Ekim 2015

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.