Sosyal Medya

A. Dilipak: Hakkı güzel söz ve hikmetle söylemek

Siyasetin maksadı, maslahat olmalı. Yani sulh etmeli. İnsanları birbirinin yüzüne bakamaz hale getiren dil ve yöntemler siyasetin gayesi ile örtüşmez. Aksine kötü örnek olur. Sonuçta “Batılın tasviri saf zihinleri idlâl ediyor”. Birinin yanlışı bir başkasının yanlışının vesilesi oluyor. Bir kez daha yazayım: Hani Firavuna bile “güzel söz ve hikmetle” Hakkı söyleyecektik.



Siyasetin de mi cinsiyeti olur? Oluyor. Artık her şeyin cinsiyeti var ama hızla her şey cinsiyetsizleştiriliyor. Burada kastım kelimenin cinsiyeti ya da siyasetçilerin erkek ya da kadın olması değil. O konuda kıstasın, fıtrat, ehliyet ve liyakat olması gerekir.
 
Cinsiyetsiz bir toplum üretilmeye çalışılıyor. Zaten cinsiyet değiştirme, hem bir moda, hem de genetik bir konu olduğuna göre, bunu çok farklı boyutları ile tartışmak gerek.
 
Sağ-Sol, Laik-İslamcı, Liberal, Milliyetçi, Demokrat, Liberal, Otoriter gibi kavramlarla ifade edilen bir cinsiyetten söz ediyorum.
 
Günümüzde “Müslüman” dediğinizde “alamet-i farikası” belli bir kimlik çıkıyor mu ortaya! Yani onun mutlaka yaptığı ve asla yapmayacağı şeylerden söz edebilir misiniz! Yani ayırt edici özellikleri belirgin bir kimlikten, kişilikten söz ediyorum. Solcu, Sağcı, Milliyetçi dediğinizde de durum farklı değil. Eskiden Hristiyan, Yahudi, Müslüman kıyafetinden, konuşmasından, yediğinden, içtiğinden belli olurdu. Artık sadece kıyafetler değil hayat tarzları da aynı. Kıyafetler “unisex”.
 
Herkes merkeze zorlanıyor. Benzeştiriliyor. Eğitim bu anlamda başımızın üzerinde Demoklesin kılıcı. Din “tek tip”leştiriliyor. Moda yeni “Üniform”amız oldu. Yasalar uluslararası sistemin “stand art”larına göre şekillendiriliyor. “Norm”alleştiriliyoruz birileri tarafından. Değilse “anorm”al olarak tanımlanıyorsunuz. Hani, çoğul, çoğulcu olacaktık! Farklı ama bir arada yaşayacaktık!?
 
CHP, Kemalizm’in suyunu çıkarttı. Artık Kemalizm de “Gökkuşağı” renkleri gibi. Her rengi var. Sağ, Sol, İslamcı, Milliyetçi, Muhafazakâr, Feminist, Modernist, ne ararsan var.
 
AK Parti ya da MHP, ne fark eder, hepsinin içinde her çeşit insan var. Zaten partiler de oy peşinde, Hepsi “Mevlanacı” oldu. “Ne olursan ol gel”. Devamı yok. Yeşil sermaye, Yeşil Komünist, Yeşil Feminist, Yeşil Kemalist! AK Parti, BÇG’nin şerrinden kurtulmak için FETÖ’ye dayamıştı sırtını. O günlerde AK Parti’nin 4’te 3’ü FETÖ’cü olmuştu. Pek az muhalif dışında o dörtte bir de zaten FETÖ’cülerin itibar etmediği, “sıradan” kabul ettikleri” dualarından başka bir imkânı olmayanlardı. Yani kabul edilmeyenler, dışlananlardı. AK Partinin oyu % 50 idi. 17/25 Aralık öncesi bunların % 40’ı F. Gülen aşığı idi. Tamam siyasi açıdan ihtida ettiler de, dini açıdan durum ne? Aslında o dini çok sevmişlerdi. Çoğu bu konuda kendi içlerinde bir sorgulama yapmadılar. Bir kısmı başka cemaatlerin içinde kendilerine yer buldu ya da bulmaya çalışıyor. Bir kısmı, kaçanlar ve cezaevindekilerin önemli bir kısmı hâlâ eski yolun yolcusu. Bu yapıdan ayrılanlar dinlerini kaybettiler. Neye inanacaklarını da bilmiyorlar artık. Agnostik hale geldiler. Kimsenin de bu işlerle ilgilendiği yok. Bu ailelerin çocuklarının durumu daha da vahim. Onların bir ideolojileri, siyasi tercihleri de yok. Soruyorum, kitap, gazete, dergi okumuyor çoğu. Televizyon da seyretmiyor. Bazen maç seyrediyorlar. Daha çok internete takılıyorlar, sohbet odalarında kendi aralarında birçok şeyi tartışıyorlar. Tartışmaların bir derinliği yok. Dini, ideolojik ve politik yapılardan uzak duruyorlar.
 
İşte kastettiğim siyasi cinsiyetsizlik tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Siyasi tercihleri yok. Daha iyi birisini seçmek diye de bir çabaları yok. Karşı oldukları birinin karşısındakini destekliyorlar. Bu da garanti değil. Korkuları umutlarına baskın olunca böyle oluyor. Kimseye güvenmiyorlar. Bu sonucu siyasiler kendileri hazırladılar. Bu söylem ve eylemleri ile bindikleri dalı kesmeye devam ediyorlar. Siyaseti itibarsızlaştırıyorlar. Halka gerçeği söylemiyorlar. Ve sürekli ötekilere karşı kışkırtıyorlar, onları suçluyorlar. Birbirlerini hain, ahlaksız, yalancılıkla, ajanlıkla suçluyorlar. Halkın aklına kalan da bu suçlamalar kalıyor. Sonuç: Tencere dibin kara, seninki benden kara!
 
Hani derler ya, imam ne yaparsa cemaat ne yapmaz ki! Eğer halk, siyasilerin birbirilerine karşı sözlerini ciddiye alıp, kendi mahallelisine karşı böyle davransa mahallede kan gövdeyi götürür. O zamanda okumuyor, dinlemiyor işte. Pek az bir grup militanca bu durumu savunuyor. Çünkü dayandıkları parti kaybederse kendi itibar, statü ve menfaatlerini kaybetmeleri söz konusu. O zaman canhıraş bir şekilde karşı tarafa saldırıyorlar ve içlerinden yükselen itiraza karşı tepki veriyorlar. Tarafların medyaları ve sosyal medyaları da troller üzerinden taraftarları kışkırtıyor, onlara hedef gösteriyor. Bu anlamda sosyal medyada aslında din ahlak, hukuk kurallarını hiçe sayan ahlaksız bir savaş sürdürülüyor.
 
Bakın, bir fil hikâyesi anlatılır. Beyaz adam Afrika’da fili nasıl avlar ve onu hayvanat bahçesinde demir parmaklıların arkasına hapseder.
 
Fil çok güçlü. Yaralarsan tedavisi neredeyse imkânsız. Uyutmak da kolay değil. O zaman nasıl avlayacaksınız fili. Şöyle bir senaryosu var bu işin. Filler su içmek için genellikle aynı yolu izliyor. O yolun kenarına bir çukur kazıp üzerini örtüyorsunuz. Filler oradan geçerken, seçtiğin fil tam tuzağın yanına gelince havaya bir el ateş ediyorsunuz. Panikleyip kaçmak isteyen fil çukura düşüyor. Diğerleri oradan uzaklaşıyor. Fillerin diz eklemlerinin hareket kabiliyeti sınırlı olduğu için daracık çukurdan kurtulamıyor. Siyah bir adam, siyah elbiseler giymiş geliyor, başlıyor fili dövmeye, file su da vermiyor, yiyecek de. Bir gün sonra yine aynı durum. Sonra beyaz elbiseler giymiş beyaz bir adam geliyor. Başlıyor siyah adamı döver gibi yapmaya. Siyah adam kaçıp gidiyor. Beyaz adam file kova ile su veriyor, sonra yiyecek. Fili çıkarmak için başlıyor çukuru kazmaya. Beyaz adam geldiği yoldan giderken fil de kurtarıcısının ayak izlerinden ilerliyor. Vadide kendilerini bekleyen TIR’ın konteynerine bindiğinde TIR’ın şoför makamında oturan o kendini döven siyah derili oturmaktadır.
 
BÇG ya da FETÖ, PYD ve DAEŞ fark etmiyor. Sağ ya da sol da fark etmiyor birileri için. Bu şekilde bizi terbiye etmeye çalışıyorlar. Aslında kurtarıcı zannettiğimiz bizi tuzakta döven siyahinin patronudur. Bunların kadrolarında şeyh de var fahişe de. Bunların erkek ya da kadın oldukları bile bazen gerçek olmayabilir.
 
Siyasetin maksadı, maslahat olmalı. Yani sulh etmeli. İnsanları birbirinin yüzüne bakamaz hale getiren dil ve yöntemler siyasetin gayesi ile örtüşmez. Aksine kötü örnek olur. Sonuçta “Batılın tasviri saf zihinleri idlâl ediyor”. Birinin yanlışı bir başkasının yanlışının vesilesi oluyor. Bir kez daha yazayım: Hani Firavuna bile “güzel söz ve hikmetle” Hakkı söyleyecektik. Ayağımıza taş atsalar yoluma diken dökseler, arkamızdan küfretseler de Taif’e giden peygamber gibi olacaktık. “Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsinler” diyecektik. İnsanları yanlıştan kurtarmaya çalışacaktık! Halimiz ortada. 
 
MS 847 yılında yaşanan bir Papa Joan olayı vardır. Papa 4. Leon’dan sonra Papa olan Joan aslında kadındı. Kendini John Anglicus olarak tanıttı. 8. Joan adı ile Papa seçildi. Gerçek anlaşılınca da idam edildi. Bu yaygın bir örnek olmasa da, İnsanları “Allah’la aldatmaya çalışan”, “Biz ıslah edicileriz diyen bozguncular”, “Melek maskeli Şeytanlar”ın sayısı az değildir. Özellikle dünyanın birçok bölgesinde, servet iktidar, silah ve güçle sarhoş olup, insanlara karşı İlahlık ve Rablik taslayarak, onlar üzerine kendi heva ve heveslerine göre, otoritesine güvenerek “hüküm koyma” ve insanları Firavun örneğinde olduğu gibi “terbiye etmek” isteyen “Tanrı kral” olmaya özenenleri görmek isterseniz, tarihe de bakabilirsiniz, Bugün kendini dünyanın jandarması ilan eden ya da onunla yarışan, onun himayesinde onun izinde “Tanrıcık” olma yolunda, bazen demokrasi makyajı bazen muteber ne varsa  kendini ona benzeten ya da ona nispet eden, VIP konumdaki “beyaz” efendileri “!?” görebilirsiniz.
 
Selam ve dua ile.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.