Sosyal Medya

Adalet Felsefesi'nin dünden bugüne seyr-ü seferi

Antik Yunan ve Ortaçağ filozoflarının adalet ile ilgili konularda daha çok iyi, ortak iyi, erdem, ahlak, bilgi gibi kavramlara değinmesi dikkat çekicidir. Bu kavramlar modern paradigmayla değişim ve dönüşüme uğrayarak daha çok birey, özgürlük, hür irade, fayda ve insan hakları gibi kavramlar kullanılarak adalete ilişkin kuramlar geliştirilmiştir.



Siyaset, Ahlak ve Bilgi Arasında Adaletin Yeri: Platon
 
Yazıyı kaleme almaya baÅŸlamadan önce adalet konusunu hangi açılardan ve nasıl ele alabilirim diye düÅŸünmeye baÅŸladım. Adalet konusundaki tartışmalara üniversite dönemlerinden kalma az çok aÅŸinalığım vardı.
 
Çok geniÅŸ yelpazesi olan bir problemdi adalet problemi. Üstelik nereden baÅŸlanabileceÄŸine karar vermesi de bir o kadar zor. Hukuki ve anayasal açıdan mı inceleseydim yoksa teolojik perspektifle mi iÅŸlemeliydim? Bu soruları kendime sormamın nedeni, adalet temasını tek yazıda bütünüyle ele alma varsayımının imkânsızlığından kaynaklanıyordu. Bu kavramı bir yazıda ele alamazdım. Sonra bu büyük deÄŸeri kendi alanım baÄŸlamında, yani adalet problemini felsefenin bakış açısıyla ele almaya karar verdim.
 
 
Felsefi pencereden de sorunu bütünüyle yazamazdım, ancak en azından kıyısından köÅŸesinden tutabilme, kavrayabilme ihtimalim vardı. Bilahare bu düÅŸüncelerle felsefe tarihindeki filozofların ne dediklerine bakmaya baÅŸladım. Ä°lk iÅŸim Antik Yunan felsefesine bakmak oldu. Antik Yunan’ın Atina ÅŸehir devletinin ve felsefe tarihinin kuÅŸkusuz en büyük düÅŸünürlerinden olan Platon’a yöneldi araÅŸtırmalarım.
 
Çünkü Platon, düÅŸünce tarihindeki ilk yazılı halde edebi, felsefi ve diyaloÄŸa dayalı metinleri ele alan filozoftu. Sokrates, yazının insan zihnini tembelleÅŸtirdiÄŸini düÅŸündüÄŸünden dolayı hiçbir yazılı eser bırakmadı. Platon’un çalışmalarından hem kendisinin hem de hocası Sokrates’in adalet problemi hakkında ne söylediklerini öÄŸrenebilirdim. Hocasının Platon üzerindeki etkisi su götürmez. Neticede elimin altında bulunan UludaÄŸ Üniversitesi eski felsefe profesörlerinden olan rahmetli Ahmet Cevizci’nin “Platon” adlı derleme kitabını okumaya koyuldum.
 
Ä°slam dünyasındaki bilinen adıyla Eflatun’un yaÅŸamında, diyaloglarında, mektuplarında, felsefe ve düÅŸüncesinde klasik bir ayrım yapılmaktaydı. Bu ayrım onun gençlik, olgunluk ve yaÅŸlılık dönemlerine iliÅŸkin düÅŸüncelerindeki farklılıkları yansıtmaktaydı. Dolayısıyla da adalet kavramına yaklaşımı bu dönemlerde deÄŸiÅŸim ve geliÅŸim göstermekteydi. Platon gençlik dönemlerinde hocası Sokrates’in etkisi altında kaldığından dolayı adalete yönelik düÅŸünceleri hocasıyla aynı minvaldeydi.
 
Gençlik, olgunluk ve yaÅŸlılık evrelerinde Platon, adaletin gerçekleÅŸebilmesi için “bilgi”nin, yönetimde ve iktidarda olması gerektiÄŸini ifade ediyordu. Çok bilindik sözü olan “Ya filozof kral olmalı ya da kral filozof!” ifadesi bilginin yöneteceÄŸi ve yönlendireceÄŸi politik düzene iÅŸaret etmekteydi. Adalet, bilginin devlet düzeninde, yönetimde olduÄŸu ve devletin iyi vatandaÅŸ yetiÅŸtirmek için bütün imkânları seferber ettiÄŸi politik, ahlaki veya sosyal uyumu ifade etmekteydi. Adalet teması açısından Antik Yunan’ın karakteristik bir özelliÄŸi olarak etik ve politik alanın birbirine sıkıca baÄŸlı olması dikkat çekiciydi. Bu sıkı baÄŸ OrtaçaÄŸ’da Ä°slam felsefesinde de iç içeliÄŸini korumuÅŸtur. Ta ki modern dönemlere gelene kadar… Modern aydınlanmacı siyaset teorisyenleri, filozofları Antik Yunan ve OrtaçaÄŸ felsefesindeki adalete yönelik ahlaki-politik alandaki birliÄŸini bozmuÅŸlardır. Platon evrende, toplumda, bireyde adaletin var olduÄŸunu vurgulamıştır. Bu olguların arasında kopmaz bir iliÅŸki vardır. Sözgelimi “Evrendeki düzen, bizi birey ruhundaki düzen olarak ahlaki adalete, ruhtaki düzen de toplumdaki düzenin karşılığı olarak politik adalete götürür.” Eflatun’da adalet, görüldüÄŸü gibi bizzat düzen ve uyumu oluÅŸturur. Yahut düzen ve uyum adaleti…
 
Konunun bu kısmında zihnimde ÅŸöyle bir soru belirdi: Bireydeki ve toplumdaki düzen ne anlama gelmektedir? Bu uyum nasıl oluÅŸmaktadır? Böylesine büyük ve sistematik bir filozof 2400 sene öncesinden bireydeki ve toplumdaki uyumun nasıl oluÅŸabileceÄŸine yönelik adalet teorisi ortaya koymuÅŸtur. Platon’un, bireydeki adalete iliÅŸkin fikirlerinde, beden ve ruh gibi iki parçadan oluÅŸan insan tasviriyle hareket etmesi olasıdır. Çünkü insanda asıl ve asil olan ruh olmakla birlikte ruhun hapsolduÄŸu beden ise asıl ve asil olmayan yani arızi özelliÄŸe sahiptir. Platon’da olduÄŸu gibi Antik Yunan’da ve OrtaçaÄŸ’da, ruhun beden karşısındaki ebediliÄŸi, ölümsüzlüÄŸü ve yok oluÅŸu tartışmaları felsefi, düÅŸünsel, metafiziksel ya da teolojik bahislerin mihenk taşını oluÅŸturmuÅŸtur.
 
Fakat 17-19. yüzyıllarda Avrupa’daki  “entelijansiya” tarafından ortaya konan Siyantizm (bilimcilik) yaklaşımı ile beraber ruhun ölümlülüÄŸü ya da ölümsüzlüÄŸü gibi teolojik, felsefi ve metafiziksel tartışmalar bir kenara bırakılmıştır. Eflatun’un felsefe ve metafizik anlayışında, ruhun ölümsüz olmasından dolayı insandaki adalet, bireyin ruhundaki düzen ile ilgili olmak durumundadır. Öyle ki Platon’a göre ruhta üç parça bulunmaktadır. Bu parçalar ruhun düÅŸünen, öfkelenen ve arzulayan kısımlarını kategorize eder.  Åžehvet, yani ruhun arzulayan boyutu, zaruri ve keyfi fizyolojik gereksinimlerin olduÄŸu yerdir. Ruhun öfkelenen bölümü duygularımızın olduÄŸu bölüm olmakla birlikte en üst kısımda ise ruhun düÅŸünen kısmı yer almaktadır.
 
 
Bireydeki adalet, ruhun en üstünde yer alan düÅŸüncenin, aklın, öfkelenen yanımızı ve iÅŸtihamızı kontrol altında tutmasıyla meydana gelir. Çünkü insandaki uyumu saÄŸlayacak olan düÅŸünen akıldır. Bireydeki adalet ancak bu ÅŸekilde saÄŸlanabilir. Peki, sosyal adalet..?
 
Toplumsal adalette Platon çok katı ve geçirgen olmayan bir sistem kurar. Ona göre toplumun bir bölümü ekonomik ve iktisadi alışveriÅŸi saÄŸlayacak zanaatkârlar sınıfını oluÅŸturmalıdır. Bu sınıfın özelliÄŸi ve erdemi ölçülü olmalarında yatar. Sosyal yapı içindeki diÄŸer sınıf ise ülkenin güvenliÄŸini saÄŸlayacak koruyuculardır. Koruyucular cesur olmak zorundadır. Çünkü onların erdemi cesarettir. Toplumun en üstünde olan sınıf ise (tıpkı ruh anlayışında olduÄŸu gibi) yönetici sınıfıdır. Yöneticinin erdemi bilgeliktir. Toplumda en bilge filozof olduÄŸuna göre yönetici filozof olmalıdır. Sosyal ve politik adalet filozofun üstlendiÄŸi yönetimle gerçekleÅŸir. Neden?  Çünkü filozof, toplumun neye ihtiyacı olduÄŸunu, iyi, güzel ve doÄŸru olanı bilir. Filozof kendi gibi toplumdaki yurttaÅŸları da erdemli, karakterli bireyler yapmak için vatandaÅŸlara olanak saÄŸlar. YurttaÅŸları yetiÅŸtirir. Sosyal yapı içerisinde her birey kendisine biçilen göreviyle uÄŸraşıp diÄŸer yurttaÅŸların ya da sınıfların iÅŸine karışmadığı sürece iyi ve adil yaÅŸam meydana gelir. Devletin görevi bütün bu unsurları saÄŸlamaya çalışmaktır. Yasalar, kanunlar ve hukukun bütünü, erdemli insanların yetiÅŸmesi için düzenlenir. Bireydeki ve toplumdaki adaletin teÅŸekkülü Eflatun açısından bu ÅŸekilde cereyan etmektedir. Fakat böyle bir toplum tasarımı yukarıda da ifade ettiÄŸim gibi katı ve geçirgen olmayan sisteme tekabül etmektedir.
 
Platon’un adalet teorisindeki gibi bir toplum modeli geçmiÅŸte veya ÅŸimdi ortaya çıkmış mı sormak gerekir. Herhalde böyle bir toplum prototipi tarihte ortaya çıkmamıştır. Lakin Platon’daki adalet felsefesinde etik, politika ve epistemoloji alanlarının birlikte ele alındığını, iç içe geçtiÄŸini söyleyebiliriz.
 
DiÄŸer yandan düÅŸünce tarihinde adalet üzerine felsefi ve sistematik teori ortaya atan yalnızca Platon deÄŸildir. Onun ehemmiyeti metodolojik bir adalet düÅŸüncesini yazılı olarak ele almasından kaynaklanır. Bilgi merkezli adalet anlayışını sistematize etmekle birlikte öÄŸrencisi Aristoteles M.Ö. 3. yüzyılda hocasının adalet felsefesini geliÅŸtirerek merkeze “ölçülülük” ve “ortak iyi” kavramlarını alıp yeni bir adalet teorisi oluÅŸturacaktır.
 
Uzun bir zaman sonra 10. yüzyıl Ä°slam dünyasında Farabi adalet probleminde benzerlikleri Aristoteles etkisinin yoÄŸun olarak hissedildiÄŸi “Erdemli Åžehir” adlı eserini kaleme alacaktır. Aristoteles ve benzeri filozoflar, adalet hakkında tartışmadan önce onur, erdem ve iyi yaÅŸamın doÄŸası hakkında düÅŸünmemiz gerektiÄŸini ifade ederler.
 
Çünkü adil olmanın kökeninde ahlak ve iyi yaÅŸamın kendisi bulunmaktadır. Ancak bir devletin bünyesinde yaÅŸayan yurttaÅŸlar bahsedilen ahlaki deÄŸerleri benimseyip uygulayabildikleri takdirde ve doÄŸalarına uygun iÅŸlerle meÅŸgul olduÄŸunda adil bir yapı oluÅŸabilir. DiÄŸer bir deyiÅŸle ortak iyiye karşı sorumluluk duyup katkıda bulunduÄŸu ölçüde adil birey, toplum ve devletten bahsedebiliriz. Platon, Aristoteles ve Farabi gibi ehemmiyeti yüksek olan filozoflar adalete iliÅŸkin açıklama yaptıklarında ÅŸu kavramları sıklıkla kullandığını görürüz: Ä°yi, ahlak, erdem, ölçülü olma, ortak iyi, toplum…
 
Adalet konusunda modern döneme geldiÄŸimizde ise paradigma deÄŸiÅŸikliÄŸinden dolayı ciddi deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸümler görürüz.
 
Adalet’in Modernizasyonu
 
Antik ÇaÄŸ ve OrtaçaÄŸ’da ve 15-16. yüzyıllar arasında temelleri atılan adalete yönelik kullanılan kavramlar, 17.yüzyılda tarihsel sahneye adımını atan modern paradigma ile birlikte bir kenara bırakılacaktır. Özellikle 17. yüzyılın modern Avrupa’sında John Locke gibi liberal devlet anlayışını savunan filozoflar adalete yönelik izahlarını dini ve ahlaki deÄŸerleri dışlayarak ya da bir kenara atarak yapmışlardır.
 
Sözgelimi liberal ve seküler anlayışa göre devlet, dini ve ahlaki referansla yurttaÅŸlarını yargılama hakkına sahip deÄŸildir. Devletin bireyler üzerinde sürekli baskı ve tahakküm kurmasına birey hayatına sistematik müdahaleye izin verilmesine engel olunmalıdır. Liberal düÅŸünceye göre devletin misyonu yurttaÅŸların güvenliÄŸini, refah düzeyini yükselterek bireylerin özgürlük alanlarını geniÅŸletmek olmalıdır.
 
Sınırlı ve minimal devlet anlayışı söz konusudur. Adalet böylelikle liberal düÅŸünceye göre sosyal yapıda kiÅŸilerin kendi istek ve arzularına göre tercihte bulunabilme özgürlüÄŸüne denk gelir. Devletin yöneticilerinin insan tercihlerine iliÅŸkin müdahale hakkı yoktur. Çünkü böylesi bir sosyal yapıda adil olmak gönüllü olarak yapılan eylemlere saygılı olmaktır.
 
Misal olarak liberal ve seküler devlet yapılanmasında iki yurttaÅŸ özgür iradelerine, tercihlerine dayanarak anlaÅŸma yapıyorsa bu anlaÅŸmaya devlet müdahil olmamalıdır. Devletin bu anlaÅŸmada yegâne sorumluluÄŸu yasal güvence altına alma, muhafaza etme yükümlülüÄŸüdür. Adil toplum devletin kudretinin en aza indirildiÄŸi ve vatandaÅŸların seçme, tercih etme özgürlüklerinin sınırlanmadığı toplumsal yapıya iÅŸaret eder.
 
Devlette ideolojinin, dinin ve manevi yönelimlerin var olmadığı, bireylerin ahlaki tercihlerinin engellenmediÄŸi, kiÅŸisel tercihlere saygı duyulduÄŸu bir sosyoloji hedeflenir. Bu anlayışa bireysel hürriyetlerin adaleti de diyebiliriz. OrtaçaÄŸ Hristiyan Avrupa’sının, Katolik kilisesinin ve papanın dünya devleti anlayışına tepki olarak liberal, minimal ve seküler devlet anlayışı… Katolik kilisesinin despot ve hegemonik tutumuna karşılık özgürlükleri geniÅŸleten, fakat ahlaki, dini ve manevi hiçbir kaygısı olmayan adil devlet veya toplum yapılanması…
 
Bilahare 19. yüzyılda vuku bulan pozitivist düÅŸünce, 20. yüzyılın ilk çeyreÄŸinde ise bu akımın devamı niteliÄŸinde olan “Viyana Çevresi” tarafından radikal siyantizm, materyalizm ve ampirizm savunusu, adalet de dahil olmak üzere birçok meselenin fenomenler dünyasına ait olduÄŸunu düÅŸündü.
 
Öyle ki metafiziksel, ahlaki, dini ve sanatsal olan her ÅŸey Viyana Çevresi düÅŸünürlerine göre boÅŸ ve anlamsızdır. Bu konular hakkında konuÅŸulamaz. Çünkü bunlar, duyularımıza hitap eden ya da deneylenip test edilebilen olgulara sahip deÄŸillerdi. Adalet kavramı somut, test edilebilir ve doÄŸrulanabilir olmadığından boÅŸ ve anlamsız bir kavramdan ibarettir.
 
Ortaya çıkan radikal pozitivist düÅŸünce ve materyalist yaklaşım hakikatin bütününü yalnızca bu dünyada var olan nesne ve olgulara indirgedi. Herhalde Platon 20. yüzyılın ilk çeyreÄŸinde yaÅŸasaydı Viyana Çevresi düÅŸünürlerinin büyük gazabına uÄŸrardı.
 
Bütün bu düÅŸünceler ile birlikte tarihi biraz geriye sararak 18. yüzyıl modern Avrupa aydınlanmasının en önemli filozoflarından biri olan Kant’ın adalet problemine nasıl baktığına göz atalım.
 
Birey’in OluÅŸturduÄŸu Ahlak Yasasından Adalete: Immanuel Kant
 
Batı düÅŸünce tarihi açısından ehemmiyeti yüksek olan Kant’ın etiÄŸe ve adalete yönelik fikirleri ne liberal anlayışla ne de pozitif yaklaşımla tam olarak uyuÅŸur.
 
 
Kendisinden önceki filozoflar, bilginler ve din adamları ahlak yasasının var olduÄŸunu, erdemli ve adil olabilmek için mevcut ahlaki yasaya uymak gerektiÄŸini salık vermiÅŸlerdir. DiÄŸer bir ifadeyle Antik ÇaÄŸ’da tabiat kanunlarına, Ä°slam’da Kuran-ı Kerim’e, Hristiyanlıkta Ä°ncil’e, Yahudilikte Tevrat’a ve diÄŸer dinlerdeki kutsal olan yasalara uygun davranarak iyi ve adil yaÅŸam sürdürülebilirdi. Kutsal metinler ve tabiat kanunları bünyesinde ahlaki normları barındırmaktaydı.
 
Kant’ın ahlak teorisinde ise hariçten ve yukarıdan gelen ahlaki kurallar bulunmamaktadır. Her birey Kant’a göre kendi ahlaki yasasını oluÅŸturup evrenselleÅŸtirebilme kuvvesine sahiptir. Sözgelimi bir kiÅŸi doÄŸru söylemeyi ilke edinmiÅŸ ve içselleÅŸtirmiÅŸ olsun. KiÅŸi doÄŸru söylemeyi ahlak yasası haline getirerek dünyadaki bütün insanlar için geçerli olmasını istediÄŸi ahlaki ilke meydana getirir.
 
Dışarıdan ya da gökten inme kanunlardan ziyade bireyin oluÅŸturduÄŸu deruni yasaya iÅŸaret eder Kant. Öyle bir davranışta bulunmalısın ve ilke edinmelisin ki dünyada var olan bütün insanlar için geçerli olsun. Bu parola onun etik ve adalet anlayışını temsil etmektedir. Birey’in baÅŸkalarının akıl rehberliÄŸinde deÄŸil kendi aklından hareketle ahlak yasası belirlemesi ve ödevini yerine getirerek belirlediÄŸi normlara ne olursa olsun uygun eylemde bulunması gerekir.
 
Çünkü yasaya uygun davranmak ahlaki yaÅŸam sürmenin özgür ve adil olmanın koÅŸuludur. DiÄŸer yandan faydacı ahlak doktriniyle mücadele eden Kant toplumun faydası uÄŸruna kiÅŸi hak ve özgürlüklerinin çiÄŸnenmemesi gerektiÄŸi düÅŸüncesindedir. Bireyci ahlak ve adalet anlayışına sahip birisi olarak insan onurunu, saygısını zedeleyen her eylemin adil olmadığına vurgu yapar. Bireyin hakları, özerkliÄŸi ve onuru toplumun faydasından daha mühimdir.
 
Bir sosyal yapıda çoÄŸunluÄŸun çıkarına karşılık bireyin ve azınlıkların hak ve özgürlüklerini engellemek insana olan saygıyı zedelediÄŸinden adil deÄŸildir. Dolayısıyla Kant’a göre akıl sahibi olan insana saygı duyularak ve dünyada insan hak ve özgürlükleri muhafaza edilerek adalet saÄŸlanabilir.
 
Toparlamak gerekirse adalet meselesinde Antik ÇaÄŸ ve OrtaçaÄŸ’da ve modern dönemde önemli deÄŸiÅŸimler olduÄŸu gözlenmektedir. Lakin Sokrates sonrası Antik Yunan ve OrtaçaÄŸ filozoflarının adalet ile ilgili konularda daha çok iyi, ortak iyi, erdem, ahlak, bilgi gibi kavramlara deÄŸinmesi dikkat çekicidir. Bu kavramlar modern paradigmayla deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸüme uÄŸrayarak daha çok birey, özgürlük, hür irade, fayda ve insan hakları gibi kavramlar kullanılarak adalete iliÅŸkin kuramlar geliÅŸtirilmiÅŸtir.
 
Esasında adil olmak insanın kendisine, ötekine ve topluma yönelik sorumluluk hissetmesiyle ilintilidir, diye düÅŸünüyorum. Sorumluluk ve bilinçten yoksun toplumlar adil olmayı baÅŸarabilecek kudrette olamazlar.  Ali Åžeriati üniversitede yaptığı “Bilinç ve EÅŸekleÅŸtirme” adlı konferansında bizi insani (öz) ve sosyal bilinçten uzaklaÅŸtıran her ÅŸeyin düÅŸman niteliÄŸinde olduÄŸuna vurgu yapar. Ä°nsani ve sosyal bilinci olmayan her türlü felsefi, sanatsal, estetik, teknik ve benzeri bilginin eÅŸekleÅŸtirici yönü olduÄŸunu ifade eder. Adalet meselesindeki tartışmalara da bu açıdan bakmaya çalışmak gerekir diye düÅŸünüyorum.
 
Bundan dolayı adalete dair liberal ve liberteryen görüÅŸü kendime yakın bulduÄŸumu söyleyemem. Sosyal yapı içerisinde ahlakı, erdemi ve ortak iyi gibi kavramların merkezinde toplumun teÅŸekkülü daha isabetli düÅŸünce gibi geliyor bana.  
 
 
 
Müellif: yusuf Önalan / Erdemli DuruÅŸ Web Sitesi
 
_____________________________________________________________________________________
 
Kaynakça:
 
Platon, Fikir Mimarları Dizisi, Ahmet Cevizci
 
Adalet, Michael Sandel
 
Felsefe’nin Kısa Tarihi, Derek Johnston

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.