Dücane Cündioğlu: Âşıksan, niçin aşktan vazgeçmiyorsun?
Follow @dusuncemektebi2
İmdi, söyle bakalım ey talib, fedakârlığı büyük olanlar kimler? Aşıklar mı, yoksa aşktan vazgeçenler mi?
DüÄŸmesine bastığı hâlde bilgisayarının açılmadığını gören kiÅŸi, ÅŸayet bilgisayarını söküp saatlerce hangi parçasının bozulduÄŸunu anlamaya çalışır, ve fakat bir müddet sonra, tesadüfen elektriklerin kesilmiÅŸ olduÄŸunu farkederse, hiç kuÅŸkusuz ki bu hâli, seyredenlere gülünç görünecektir.
Bunun nedeni, o kiÅŸinin zihnen gereÄŸinden az veya bedenen gereÄŸinden çok enerji harcamasıdır, Freud'a göre.
Burada akla gelen soru ÅŸu: Zihnen veya bedenen, harcanan enerjinin gereÄŸinden az veya çok olduÄŸuna kim, nasıl karar verecek?
Sıradan ve önemsiz bir sorunu çözmek için zekâyı gereÄŸinden fazla yormanın gülünç olabilmesi için, önce o sorunun kime göre sıradan ve önemsiz olduÄŸunu tayin etmek gerekmez mi?
GereÄŸinden fazla ve gereÄŸinden az. Ä°yi ama kime göre?
* * *
Hatırlıyorum da onbeÅŸ yıl önce Ernest Renan'ın "Ä°slâm ve Bilim" baÅŸlıklı konferansına yazılan reddiyeler hakkında uzun süre çalışmış, sonra da yayına hazırladığım iki ciltlik evrakı bir kenara bırakıp, Divan dergisinde, çalışmamı yaklaşık 100 sayfalık bir makaleyle özetlemiÅŸtim:
— Ernest Renan ve Reddiyeler BaÄŸlamında: Ä°slâm-Bilim Tartışmalarına Bibliyografik Bir Katkı.
Makalenin başlığına bakar mısınız?
Gülmeyin!
Muhtemelen şimdi size korku veren bu uzun başlık, o zaman bana gurur vermişti.
Ä°ÅŸsizdim. Dokuz ay boyunca, gece gündüz Renan'la yatmış, Renan'la kalkmıştım. Kahrolası hânedeki evlâd u iyâlimi de, neÅŸredilince makaleme iyi bir ücret ödenebileceÄŸi ihtimaliyle kandırıp durmuÅŸtum. Tek istediÄŸim, biraz sabredip beni rahat bırakmalarıydı. Sonunda herÅŸey düzelecekti.
O 'son' hiç gelmedi.
Aldığım ücretse iyi deÄŸil, bir sadakaydı sadece.
* * *
Beni en çok uÄŸraÅŸtıran meselelerden biri de bu konferansın Sorbonne'da veriliÅŸ tarihi ile metninin Journal des Débats'da yayımlanış tarihiydi. Çünkü uluslararası ÅŸöhrete sahip birçok akademisyen bu konuda birbirinden farklı tarihler veriyorlardı. En ciddi kaynaklar bile akılalmaz tutarsızlıklarla malûldü.
Bazıları 29 Mart 1883, bazıları 30 Mart 1883 kaydını zikrediyordu; üstelik hem konferansın, hem de gazetede neÅŸrinin tarihi olarak!
Ben de uzun tedkiklerden sonra en nihayet konferansın Mart'ın 29'unda verildiÄŸi, 30'unda ise yayımlandığı tahminini öne sürdüm. (Sonradan bu tahminimi belgeleriyle doÄŸrulama imkânı da buldum.)
Tabiatıyla bu analizin serimlenmesi birkaç sayfa sürmüÅŸtü. Makalemi okuyan dostlarımdan biri, "Hocam!" dedi, tebessüm ederek, "Allahını seversen, hiç bu kadar uÄŸraÅŸmaya deÄŸer miydi? 29 Mart olsa n'olur, 30 Mart olsa n'olur, alt tarafı bir gün!"
Bu âni uyarı karşısında öyle afalladım ki, ne yalan söyleyeyim, kendimi tam bir aptal gibi hissettim. Haklıydı çünkü. Bütün ihtilâf 29 Mart'la 30 Mart arasındaydı. Eni konu bir gün! KesinleÅŸtirmek için bu denli uÄŸraÅŸmasaydım, Tarih ilmi ne kaybedecekti sanki! Alt tarafı 'bir' gün için haftalarımı, aylarımı vermeye deÄŸer miydi?
Sözün özü, zekâmı ve bedenimi gereÄŸinden fazla yormuÅŸ görünüyordum. Ä°lk bakışta beni gülünç duruma düÅŸüren de iÅŸbu "fazlalık"tı.
* * *
ÅžaÅŸkınlığım geçince, bu kadarcık basit bir gerçeÄŸi niçin göremediÄŸimi düÅŸündüm. Hakikaten, alt tarafı, hepsi hepsi 'bir' gündü. O 'bir' günü niçin bu kadar ciddiye almış, niçin sayfalarca kendimi kaptırıp gitmiÅŸtim?
Konu, Ä°slâm'ın Bilim, Felsefe ve Sanat'la arasında bulunduÄŸu iddia edilen mesafeye iliÅŸkindi. Bu iddianın ortaya konulduÄŸu ilk metinlerden birinin tarihini kesinleÅŸtirmeksizin yazıp çizmekten daha büyük lâubalilik mi olurdu benim için!
Muhtemelen, o zaman, doÄŸru dürüst tarihini bile kesinleÅŸtirmeyi beceremediÄŸim bir konferans hakkında devasa boyutlarda bir çalışmanın yükü altına girmeyi saçma bulmuÅŸ olmalıyım. Ä°lk bakışta gülünç görünen ayrıntılardaki o aptalca titizlik, herhâlde nazarımda, konunun benden taleb ettiÄŸi ciddiyetle mütenasib olması gerekiyordu.
Muhtemelen ve herhalde gibi zarflar kullanmamın nedeni, bu davranışın bilinçli bir tercihin mahsûlü olmaması. Dünyaya baÅŸaÅŸağı bakmanın bir bedeli vardı, ve ben de seve seve bu bedeli ödüyordum.
* * *
Gülünç duruma düÅŸmenin fazlalıkla azlıkla bir alâkası yok bu yüzden! Sana kimin güldüÄŸü önemli! Ve pek tabii ki niçin güldüÄŸü!
Halife Harun ReÅŸid, Mecnun'un çöllerde helâkına sebep olan Leyla'yı merak edince, ferman buyurup, "Getirin ÅŸu kızı da bakalım uÄŸruna çıldırılacak nesi var!" demiÅŸ.
Ne görsün, Leylâ dedikleri, kara kuru bir kızmış. Tebessüm edip, "Mecnun'u helâk eden dilber bu mu?" demekten kendini alamamış. Menkıbe bu ya, Leylâ da mukabele edip, "Ey Halife, sen bana Mecnun gibi bakmıyorsun ki!" demiÅŸ; "Sende âşık gözü yok!"
* * *
Ferhad'a acıma ey talib, daÄŸları delerken yorulmaz o! Mecnun'a da gülme sakın, divanesi olduÄŸu yâr uÄŸruna kaybettiÄŸi aklın ardından aslâ gözyaşı dökmez.
Sen asıl Yusuf'un hâlinden ibret al, âşık olmak varken hazinedar oldu. Bir de âlemlere rahmet olarak gönderilmiÅŸ Efendimizin (s.a) hâlini düÅŸünsene!
O ki Mirac'da yâriyle arasında neredeyse bir adımlık mesafe kalmışken (kabe kavseyni ev edna), yâre sarılmak yerine bizleri düÅŸündü de "Ümmetim! Ümmetim!" deyû aÄŸlamaya baÅŸladı.
Ä°mdi, söyle bakalım ey talib, fedakârlığı büyük olanlar kimler?
Aşıklar mı, yoksa aÅŸktan vazgeçenler mi?
Henüz yorum yapılmamış.