Fast Food: Yemeğin Küresel Bir Sektöre Dönüşüm Hikayesi

Follow @dusuncemektebi2
Her tarafımızın fast food restoranlarıyla kuşatıldığı, televizyonlarla sürekli propagandalar yapıldığı, tarım ve hayvan üretim sektörünün yok edildiği ve çok uluslu şirketler tarafından tekelleştirildiği düşünüldüğünde imkânsız gibi duruyor olsa da mümkün olabilir.
1900’lü yılların başlarında Henry Ford’un üretim bandı üzerinde seri bir şekilde araba üretmesiyle başlayan kapitalist yolculuk, ilk McDonald’s’ın açılmasıyla birlikte yemek sektörüne sıçramış oldu. McDonald’s’ın temel yaklaşımı, ilk restoranlarını 1937’de açan Mac ve Dick McDonald adlı iki kardeş tarafından oluşturuldu. Restoranlarını yüksek hız, büyük hacim ve düşük fiyat ilkeleri üzerine inşa etmişlerdi.
Oluşabilecek kaosun önüne geçmek için, müşterilere oldukça kısıtlı bir menü sunmaktaydılar. Kişiselleştirilmiş hizmet ve geleneksel pişirme teknikleri yerine, McDonald kardeşler gıdaların pişirilmesi ve servisi için montaj hattı prosedürlerinden faydalanıyorlardı. Eğitimli aşçılar yerine yiyeceklerin üretimini, ticari bir mutfağa ilk kez adımını atan birinin bile kolaylıkla öğrenebileceği basit ve tekrarlanabilir işlere ayırarak maliyeti düşük işçilerin çalıştırılmasını sağlamışlardı. Kızartıcı, milkshake’çi, patatesçi ve cilacı (hamburgere ekstra malzemeleri koyanlar ve onları saranlar) gibi uzmanlaşmış restoran işçilerinden faydalanmanın öncüsü oldular. İşçilerin ne yapması gerektiğini, hatta ne söylemesi gerektiğini dahi belirleyen düzenlemeler getirdiler. Bu ve benzeri yollarla McDonald kardeşler, rasyonelleşmiş hazır yiyecek fabrikasının gelişmesinde öncü oldular.
Daha sonraları Ray Kroc onların bayilik veren ortağı oldu ve McDonald’s imparatorluğunu kurmaya girişti. Kroc hamburgerden başka alternatiflerle de ilgilendiyse de karar kıldığı yine hamburger oldu. Çünkü tüm aşamalarında tek pişirme yöntemi kullanılıyordu: Kızartmak. Kroc hazır yiyecek sektörünü daha da rasyonelleştiren bir dizi gelişmenin öncülüğünü yaptı. Mesela tek tiplik standart menüler, aynı ölçekli porsiyonlar, aynı fiyatlar, her mağazada aynı kaliteden söz ettikçe, rasyonelleşme ilkelerinin vaizliğini ve amigoluğunu yaptı. 1961’de ilk kez sektöre yönelik ilk tam zamanlı eğitim merkezini açarak (Hamburger Üniversitesi) bu alanı yönetti. Çalışanlara tam olarak nasıl milkshake yapacaklarını, hamburger kızartacaklarını ve patatesleri hazırlayacaklarını anlatıyordu. Tüm ürünler için kesin pişirme süreleriyle tüm ekipmanlar için sıcaklık ayarını belirtmekteydi. Her ürünün standart pozisyonlarını sabitlemişti. Köftelerin ızgaraya kaçarlı konulacağından çevirme sürelerine kadar her şey tam olarak belirtiliyordu.
Fast Food Sektörünün Temel İlkeleri
Fast food endüstrisinin temel ilkelerinin başında hızlı üretim gelmektedir. Bunun sağlanması da “montaj hattı” sisteminin fast food endüstrisine girmesiyle başlar. Bu sistemin bariz örneği, Burger King’in hamburgerlerini pişirirken kullandığı taşıma bandıdır. Daha az bariz olanıysa, bir fast food restoranındaki işlerin büyük kısmının, işlerin basit bileşenlere ayrılarak montaj hatlarına özgü bir şekilde yapılıyor olmasıdır.
McDonald’s’ta yemek yemek diğer şeylerin yanı sıra Çağdaş Yaşam tarzı ile uyumlu işaretlerden biri olmuştur. Ray Kroc’un ilk McDonald’s restoranının yıkılması için planlar yapıldığında, şirket merkezine yüzlerce mektup atılmıştı. Bu mektuplardan birinde şöyle diyordu: “Lütfen orayı yıkmayın! Çağdaş kültürün en önemli mirasını yok etmek, dünya halklarının şirketinize duyduğu inancı da yok etmektir.” Nihayetinde restoran yeniden inşa edilip müzeye dönüştürülmüştü. Başka bir örnekte, KFC’nin Malezya’daki popülerliği üzerine konuşan yerel bir restoran sahibi şöyle diyordu: “Buradaki insanlar Batılı, özellikle de Amerikalı olan ne varsa onu seviyor. Amerika ile ilişkilenmek istiyorlar.” McDonald’s’ın modeli neden bu kadar karşı konulmaz hale gelmiştir? Buradaki odak noktası bu modelin ve genel anlamda McDonald’s’ın başarıya ulaşmasının çekirdeğinde yatan dört boyuttur. Kısaca McDonald’s başarılı olmuştur çünkü müşterilere, işçilere ve yöneticilere verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik ve denetim sunmaktadır.
Fast food restoranlarının altında yatan fikir, birbirinin tıpatıp aynısı olan restoranlar üretmektir. Genelde dışarıdan bakıldığında hepsi aynı görünüşe sahiptir, içleri benzer şekilde tasarlanmıştır, yemeklerin çoğu aynıdır, işçiler aynı biçimde hareket edip etkileşime geçerler. Fast food restoranlarında satılan gıdaların da oldukça öngörülebilir ve tek tip olduğunu söylemeye gerek yoktur. Tek tipliğin sağlanabilmesi için çalışanlar kurallara göre hareket etmektedir. İçindeki tüm malzemeleri görsel bir şekilde aktaran dosyalar, mutfak malzemelerinin, sosların ve garnitürlerin nasıl kullanılacağını tarif etmektedir. Mutfaklarındaki bir dizi renkli resim, her yemeğin hazırlanış biçimini göstermektedir. Basit yemeklerden oluşan kısa bir menü öngörülebilirliğin sağlanmasına katkı sunmaktadır. Hamburgerler, kızartılmış tavuklar, pizzalar, patates kızartmaları, meşrubatlar, milkshakeler ve benzeri ürünlerin tamamını tek tip tarzla hazırlayıp servis etmesi görece kolaydır. Bu ürünlerdeki öngörülebilirliği mümkün kılan şey, tek tip hammaddelerin kullanılması, yemeklerin servisindeki benzerlikler ve birbirinin aynısı paketlerdir. Hamburger Üniversitesi’nden bir eğitmenin söylediği gibi, “McDonald’s, turşu dilimlerinin kalınlığına varıncaya dek her şey için standartlara sahiptir.”
Verimliliğin arttırılması ile ilgili yöntemlerden biri ürünlerin basitleştirilmesidir. Örneğin, sofistike tariflerle yapılan karmaşık yemekler fast food restoranlarının normu değildir. Sektörün temel unsuru, görece az malzeme gerektiren ve hazırlanması, servis edilmesi, yemesi kolay yemeklerdir. Aslında hazır yiyecek restoranları çoğunlukla elle yenen yemekler verir. Bu şekilde bulaşık yıkama gibi verimliliği azaltan bir uygulamadan kaçınılmış olmaktadır. McDonaldlaşmış (George Ritzer’in deyimiyle1) bir dünyada verimliliği arttırmanın nihai mekanizması, müşterileri çalıştırmaktır. Aynı zamanda üreten müşteriler, üretici tüketim sürecinin parçası olarak görülebilir. Müşteriler bir fast food restoranına girdiklerinde, kendilerini restoran içinde sistemin istediği tarzda hareket ettiren bir taşıma sisteminin içinde bulurlar. Tüketiciler sıraya gireceklerini, tezgâha gideceklerini, sipariş verip ödeme yapacaklarını, boş bir masaya yemeklerini götüreceklerini, yedikten sonra çöplerini toplayıp onları kovalara boşaltacaklarını ve arabaya döneceklerini bilirler.
Fast food restoranlarında denetimin bir amacı, müşterilerin paralarını harcayıp hemen oradan ayrılmalarını sağlamaktır. Restoranlar, hızla boşalan masalara ihtiyaç duyarlar; böylelikle başka müşteriler de yemeklerini bu masalarda oturup yiyebilirler. Hız, pizza teslimi yapan işletmeler için çok daha önemlidir. Dominos’un sloganı “Çabuk! Hazırlayın! Çabuk!” biçimindedir ve Dominos’un hedefi pizzaları sekiz dakika içinde servise hazır hale getirmektir. Yapılan satışlar, sadece pizzanın hızlıca hazırlanmasına değil; kuryelerin pizzayı hızlı ve sıcak bir şekilde ulaştırmasına da bağlıdır. Ancak hızlı teslime yönelik bu vurgu bazı skandallara da yol açmıştır; hızlı teslim yapma baskısı, genç kuryelerin ciddi, kimi zaman ölümcül trafik kazaları yapmalarına yol açmıştır.
McÇocuklar ve McAileler
McDonald’s Müzesi’nin Disneyvari atmosferi, McDonald’s Coparation ile Walt Disney Company arasındaki birçok benzerliği de yansıtmaktadır. Aynı zamanda bu dev şirketleri kuran iki adamın izledikleri yöntemlerin benzerliğini de ortaya dökmekte. Hem Ray Kroc hem de Walt Disney Illinoislu’ydu; bir yıl arayla doğmuşlardı, gençken tanışmışlardı, I. Dünya Savaşı’nda aynı ambulans birliğinde görev yapmışlardı, ikisi de Orta Batı’dan kaçıp Güney California’ya yerleşmiş ve burada yeni Amerikan endüstrilerinin yaratılmasında merkezi bir rol oynamışlardı. Amerikancılık tipinin savunucuları olarak elde ettikleri tüm başarılara karşın, belki de bu iki adamın en önemli başarıları başka bir alandaydı. Walt Disney de, Ray Kroc da usta birer satıcıydılar. Çocuklara satış yapma sanatını mükemmelleştirdiler. Ve başarıları başka pek çok şirketi de pazarlama çabalarını çocuklara yöneltmeye iterek, Amerika’nın en genç tüketicilerini, dünyanın en büyük şirketleri tarafından hırsla incelenen, analiz edilen ve hedef alınan bir demografik grup haline getirdi.
Yeni restoran zincirinin hedef kitlesi çocuklardı. McDonald kardeşler aileleri hedeflemişlerdi; Kroc ise onların pazarlama stratejisini geliştirdi ve yeniden tanımladı. Zamanlaması mükemmeldi. Amerika bebek patlamasının ortasındaydı; II. Dünya Savaşı’ndan sonraki on yıl içinde çocuk sayısı hızla artmıştı. Kroc, çocuklar için emniyetli, temiz, her şeyiyle Amerikalı bir mekân yaratmak istiyordu. McDonald’s’ı çocuklara pazarlamak akıllıca ve pragmatik bir karardı. “TV reklamlarımızı seven ve büyükannesiyle büyükbabasını da McDonald’s’a getiren bir çocuk, bize iki müşteri daha kazandırır.” diyordu. McDonald’s kısa süre içinde reklamlarının hedef kitlesi olan yeni yürümeye başlamış çocukların zihninde çok şey ifade etmeye başladı. Restoran zinciri çocukların zihninde bir sürü hoş imaj uyandırıyordu; parlak renkler, oyun bahçesi, bir oyuncak, bir palyaço, pipetli bir içecek, hediye gibi paketlenmiş küçük küçük yiyecekler. Kroc, bir zamanlar Kızılhaç’ta birlikte görev yaptığı dostu Disney gibi, çocuklara patates kızartmalarının yanı sıra somut olmayan bir şeyler de satmayı başarmıştı.
Önceleri, Disney, McDonald’s, şeker üreticileri, oyuncakçılar, kahvaltılık tahıl üreticileri gibi sadece birkaç şirket çocuklara yönelik pazarlama yapardı. Bugün, giysi dükkânları ve restoran zincirlerinin yanı sıra telefon, petrol ve otomobil şirketleri bile çocukları hedef alıyor. Çocuklarıyla az vakit geçirdikleri için suçluluk duyan çalışan ebeveynler, çocukları için daha fazla para harcamaya başladılar. Bugün çocuklara yönelik reklamların dolaysız bir amacı var. “Amaç sadece çocukların zırlamalarını sağlamak değil.” diye açıklıyor bir pazarlamacı Selling to Kids’te, “Aynı zamanda onlara ürünü istemeleri için spesifik bir neden sağlamak.”
Bugünlerde ailenin çözülmesi üzerine çok şey yazılıp çizilmektedir ve fast food restoranları bu çözülmenin önemli sorumlularından biri sayılabilir. Diğer taraftan, ailenin gerileyişi hazır yiyecek restoranlarına hazır müşteri yaratmaktadır. Kadının çalışma dünyasına girmesi, boşanmaların artması sonucu artan tek ebeveynli aileler ve yalnız yaşayan insanların sayısının artması nedeniyle fast fooda yönelim artmış durumdadır. Aslında evde yenen yemekler artık, hazır yiyecek restoranlarında yenen yemeklerden farklı değildir. Aileler uzun zaman önce birlikte kahvaltı yapmayı ve öğle yemeği yemeyi bıraktılar. Bugün ailelerin akşam yemekleri hep aynı rutini takip etmektedir. Evde bile yenen yemekler, muhtemelen eskisi gibi değildir. Dahası yerken bir şey yapmamak verimsiz sayıldığından, aileler genelde yemek yerken televizyon izlemekte, oyun oynamakta veya mesajlaşıp tweet atmaktadır. Hatta birbirlerinden ayrılıp, ellerinde tabaklarıyla kendi bilgisayarlarına yönelmektedirler.
Mcİşçiler
Fast food sanayii pek çok açıdan Amerikan kapitalizminin 21. yüzyıl başındaki en iyi ve en kötü yönlerini –daimi bir yeni ürün ve yenileştirme faaliyeti ile zengin ve fakir arasındaki gittikçe açılan uçurumu- barındırmaktadır. Restoran mutfağındaki sanayileşme, fast food zincirlerinin düşük ücretli ve vasıfsız işgücünden yararlanabilmesine olanak sağlamakta. Sadece bir avuç işçi şirket basamaklarında yükselmeyi başarmaktayken büyük çoğunluk tam gün istihdam olanağından yoksun, hiçbir yan ödeme ve sosyal yardım alamadan, becerilerini çok az geliştirebilmekte, çalışma ortamı üzerinde çok az kontrole sahip, birkaç ay içinde işi bırakmakta ve işten işe sürüklenmektedir. Aynı zamanda her gün aynı şeyleri söylemek, sürekli aynı işi yapmak da işçilerin hayatlarını monotonlaştırmakta ve onların işten ayrılmasına neden olmaktadır. Bu da personel devir oranının artmasına yol açar ve rasyonelleşmiş bu sistemlerin irrasyonel sonuçlarından biridir. Yüksek personel değişim oranı, yetkin personellerin işten çıkmasına, sürekli yeni gelen işçilerin eğitilmesi ve işi öğrenmesi için zaman ve para harcanmasına sebep olmaktadır. Fakat fast food sektörü, elde ettiği kârın yanında bu kayıpları pek de dert etmemektedir.
Fast food endüstrisi; küçük, istikrarlı, iyi maaş alan ve iyi eğitimli bir çalışan grubu kurmak yerine yarı zamanlı çalışacak ve düşük ücrete razı olacak vasıfsız işçiler çalıştırır. Ergenlik çağındaki gençler bu iş için ideal; çünkü yetişkinlerden daha az para alarak çalışmalarının yanı sıra genç ve deneyimsiz olmaları onları denetim altına almayı kolaylaştırmaktadır.
Mezbahalardaki çalışma koşulları da insanlık dışı. Upton Sinclair, “Orman” adlı kitabında bir dizi dehşet verici şey anlatır; ciddi sırt ve omuz yaralanmaları, kesikler, kopan organlar, tehlikeli kimyasallara maruz kalma ve bir adamın kazayla bir tekneye düşerek domuz yağına dönüşmesi… Olaydan sonra fabrika çalışmaya devam etmiş ve domuz yağı hiçbir şeyden haberi olmayan tüketicilere satılmış. Devirici, bıçakçı, prangacı, ön ayakçı, eklem düşürücü, karın ayıklayıcı, üst/alt kalça yarıcı, öldürme zinciri besleyici… Modern bir mezbahadaki pozisyonların adları bu mesleğe has vahşeti kısmen yansıtıyor. Mezbahacılık artık dünyadaki en tehlikeli mesleklerden biri. Bir mezbahada yaralanma oranı bir fabrikadakinden yaklaşık üç kat daha yüksek. Amerika’da mezbahalarda genelde göçmenler çalıştırılıyor. Hiçbir güvenceleri olmayan bu işçilerin devir oranları da çok yüksek. Yaralandıklarında tazminat talep etmemeleri karşılığında iyileşmeleri için daha kolay görevlerde çalıştırılıyorlar. Ağır yaralanmış olan işçilerinse bir süreliğine memleketlerine gitmelerine izin veriliyor. Yaralanmış bir işçi eski kapasitesinde çalışamıyorsa maaşı azaltılıyor, daha zorlu görevlere veriliyor ve böylelikle işten soğutulup ayrılması sağlanıyor.
McDonaldlaşmış Üretim
Fast food sektörünün talepleri, ona hizmet veren diğer sektörleri doymak bilmez taleplerle başa çıkabilmek için McDonaldlaşmaya zorlamaktadır. Patates yetiştirme ve işleme, hayvan otlatma, tavuk besleme ve mezbahacılıkla et işleme alanları faaliyetlerini McDonaldlaştırmak zorunda kalmış, böylelikle verimde büyük atılımlar gerçekleştirmişlerdir.
Günümüzde fast food zincirleri, dünya tarımının kontrolünü ele geçirmiş olan geniş bir gıda sanayii kompleksinin zirvesinde durmaktadır. 1980’ler boyunca Cargill, ConAgra ve IBP gibi dev çok uluslu şirketlerin ürün pazarlarını bir bir hâkimiyetleri altına almalarına izin verilmiştir. Çiftçiler ve hayvancılar bağımsızlıklarını kaybederek ticari tarım devlerinin işçileri haline gelip topraklarından atılmaktadır. Aile çiftlikleri, çiftliğe adımını atmayan dev şirket sahiplerinin eline geçmekte, kırsal topluluklar orta sınıflarını kaybederek küçük bir varlıklı elit ile çok sayıda fakir işçi şeklinde iki toplumsal katmana ayrılmaktadır.
Fast food endüstrisi için üretilen hayvanlar fast foodlara uyum sağlaması için değiştirilip dönüştürülmektedir. Örneğin, McNugget üretimini kolaylaştırmak için yeni bir tavuk cinsi geliştirildi. Bu türün göğsü alışılmadık ölçüde büyüktü. Tavuk içerdiği için daha sağlıklı gibi görünen bu menülerin Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre tavuk etinden daha çok sığır etine benzer yağ profili içerdiği ve yağ içeriğinin klasik bir menüden iki kat fazla olduğu gösterildi.
Tavukların genetiklerinin değiştirilmesi yanında üretimlerinin denetimli bir şekilde sağlanması için de yöntemler geliştirilmiştir. Tavuk çiftliklerinde bir işçi 50,000’den fazla tavuk yetiştirmektedir. Tavukları bu şekilde yetiştirmek, işin tüm unsurları üzerinde tam bir denetim kurulmasını sağlar. Örneğin, tavukların boyutu ve ağırlığı, serbestçe dolaşan tavuklara göre daha öngörülebilirdir. Tavuk hasadının bu şekilde yapılması, büyük alanlarda gezinen tavukları yakalamaktan çok daha verimli ve etkindir. Ancak tavukları kalabalık alanlara kapatmak, şiddet, hatta yamyamlık gibi öngörülemeyen sonuçlar da doğurmaktadır. Çiftçiler bu tür irrasyonel “muzırlıklarla” çeşitli biçimlerle mücadele etmektedir. Bunların arasında tavuklar olgunlaştıkça ışıkları karartmak ve birbirlerine zarar vermesinler diye tavukların gagalarını koparmak da vardır.
Fast food zincirlerinin muazzam satın alma güçleri ve tek tip ürün talepleri, sığırların yetiştirilme, kesilme ve işlenerek kıymaya dönüştürülme süreçlerinde köklü değişikliklere yol açmıştır. Hayvanların beslenmesinde mısıra ağırlık verilmesi sonucu –ki mısır sığırlar için uygun bir besin değildir- etlerinin bakteri taşıma oranları artmıştır. Bu hayvanlardan daha fazla et elde edilebilmesi için hareket etmeleri önlenmiş ve çeşitli kimyasallarla hızlıca kilo almaları sağlanmıştır. Biraz önce de bahsettiğimiz gibi modern mezbahaların gelişimi ve hız faktörünün olaya dahil olmasıyla iş kazalarının oranı artmıştır.
Fast Food Endüstrisinin Sağlık Etkileri
Mezbahalarda günlük kesilen hayvan sayısının yüksek olması tüm işlerin çok hızlı yapılmasını gerektirmektedir. Bu da hijyene ayrılan sürenin kısalması ve hatta yok olması demek. Bu da E.coli 0157:H7, Listeria monocytogenes, Staphylococcus aureus, Clostridium perfringens gibi bakterilerin kolayca yayılmasına sebep olmakta. Bu bakteriler, kıymalara genelde dışkı yoluyla bulaşıyor. Özellikle E.coli 0157:H7 oldukça dayanıklı ve hastalık yapma yeteneği yüksek bir bakteri türü. Beş mikroorganizmanın bulaşması hastalık oluşturması için yeterli. Minicik bir pişmemiş hamburger eti zerresi kişiyi öldürmeye yetecek kadar mikroorganizma içerebilir.
Et endüstrisinin bu uygulamaları, E.coli 0157:H7 gibi ölümcül patojenlerin, agresif bir biçimde çocuklara pazarlanan hamburgerlerdeki ete girmesini de kolaylaştırmaktadır. Bozuk kıymanın satışını engelleme yolundaki çabalar, et endüstrisinin lobicileri tarafından sürekli engellenmektedir. Ayrıca 2000’li yılların başlarında, hayvanlarda görülen Deli Dana Hastalığındaki artış gündeme taşındı. Amerika’da hastalığın insanlardaki karşılığı vCJD hastalığı yüzünden ölen insanlar oldu. Fakat hastalığın mikroorganizma bulaşmış bir insanda yaklaşık on yıl sonra belirti veriyor olması nasıl bir salgınla karşı karşıya kalındığını anlamayı zorlaştırıyor. Fast food tüketiminin hala artıyor olması ileride oluşabilecek bir salgın ihtimalini de arttırıyor.
Fast food sektörü, insanları yemeklerini tüketmeye ikna etmek için hazırlanmış reklamlara milyar dolarlar harcamaktadır. Reklamlarla gösterilen işlenmiş gıdaların bağımlılık yapıcı bir niteliği vardır. FDA’dan eski bir yetkiliye göre, sektörün ürettiği gıdalar “yoğun enerjili, son derece uyarıcı ve kolay sindirilmektedir. Bunları her köşe başına koyup herkesin ulaşabileceği hale getirmiş, herhangi bir yer ve zamanda yemek yeme eylemini topluma kabul ettirmişlerdir. Kendimizi her on beş dakikada bir uyardığımız bir yemek karnavalı yaratmışlardır.” Tipik bir McDonald’s’ın menüsü ve yanında bir milkshake’in içerdiği enerji 2000 kaloriye ulaşmaktadır. Tavsiye edilen günlük kalori miktarı kadınlar için 2000’in altında, erkekler için ise 2500’ün hemen üstündedir. Dolayısıyla tipik bir Mcdonald’s öğünü ile büyük bir milkshake kadınların günlük kalori miktarını tamamen, erkeklerinse büyük miktarda karşılamaktadır.
Fast food menülerinin bu kadar yüksek kalorilerde olması yani yüksek miktarda yağ, kolesterol, şeker ve tuz içermesi birçok hastalığa davetiye çıkarmaktadır. Üstüne üstlük fast food sektörünün çocukları hedef alması, yüksek tuz, şeker ve yağa bağımlı nesiller oluşmasına neden olmaktadır.
Türkiye Çerçevesinde Fast Food
Türkiye’de hızlı hazır yiyecek anlayışı daha eskilere dayansa da McDonald’s’ın ülkeye girmesiyle bağlamı küreselleşmiş, ilerleyişi hızlanmıştır. İlk defa Taksim’de açılan restoran, dünyadaki McDonald’s şubeleri arasında satış ve ciroda ilk ona girmiştir. Türkiye’de ev dışı tüketim harcamaları 2015 yılında dünya ortalamasının üç katı üzerinde %11’lik artışla 55 milyar liraya ulaşmıştır. Türkiye şu anda dünyayı çok büyük bir süratle tüketim hızında geçmektedir. Ülkemizdeki fast food pazarı şu anda yaklaşık 2.4 milyar dolardır.
Fast food sektörünün Türkiye’de yayılması küresel sebeplerle benzer biçimde hızlı nüfus artışı ve artan kentleşme, kadınların çalışma hayatına girmesi ve buna bağlı olarak aile gelir düzeylerinin yükselmesi, çalışma yaşamındaki ağır tempo, dışarıda yeme alışkanlığının yerleşmesi, reklamların etkisi gibi sebepler nedeniyledir. Türkiye’de Batılı tarzda gelişen fast food sektörünün yanında, geleneksel yiyeceklerin fast food mantığı ile harmanlanması sonucu oluşturulmuş bir sektör de oluşmuştur. Bu ürünlere lahmacun, döner, tost, börek, kokoreç, çiğ köfte ve midye örnek verilebilir. Geleneksel fast food sektörü ülke genelinde yaygın olsa da daha çok tek tek restoran üzerinden işlemektedir. Fakat bu sektör Türkiye’de Batılı tarzda fast food sektörüne göre daha hızlı ilerleyiş göstermektedir. Ayrıca bu geleneksel fast food sektörünün ürünlerinden döner, küresel çapa ulaşmış ve özellikle Avrupa’da hızlı bir ilerleyiş göstermiştir.
Peki, yiyecekler üzerinden uygulanan emperyalizm sadece fast food sektörü üzerinden mi uygulanmaktadır? Tabi ki hayır. Gelişmekte olan ülkeler üzerine uygulanan tarımda tek tip üretimin yaygınlaştırılması, yerli tohum kullanımının engellenmesi sonucu sürekli dışarıya bağımlı bir tarım sektörünün oluşturulması da emperyalizmin uygulamaları arasında. Örneğin Türkiye’de ana besin maddeleri olan tahıllar ve baklagillerin üretimi zamanla azalmışken ithalata yönelik endüstriyel ürünler olan fındık, pamuk, şeker pancarı gibi ürünlerin üretilmesi arttırılmıştır. Bu şekilde ülke beslenmek için dışa bağımlı hale getirilmiştir. Yakın zamanda da Cargill ve glikoz şurubunun sektöre hâkimiyeti ile şeker pancarı üretimi ve işlenmesine de darbe vurulmuştur. Aynı şekilde Marshall yardımı ile Türkiye’ye verilen süt tozları, görece daha ucuza yapılan et ve tavuk ithalatı ile fiyatlar düşürülüp yerli üreticinin hayvancılıktan çekilmesine yol açılmıştır.
Amerika’nın Türkiye’ye görece ucuz soya yağı satması ve yine görece yüksek fiyatlarla zeytinyağını satın alması, ülke piyasasından zeytinyağının çekilmesine ve margarinin yerleşmesine neden olmuştur. Aynı zamanlarda Amerika’da margarinin yol açtığı sağlık problemlerinin ortaya çıkması ve halkın margarinden uzaklaşması ile oluşan soya yağı fazlalığını göz ardı etmemek gerekir. Tabi ki ülkemizde de gerekli propagandalar yapılmış; zeytinyağının “zararları” ve margarinin “faydaları” gündem edilmiştir.
Tamamıyla çevrildiğimiz bu gıda emperyalizminden kurtulmak mümkün müdür? Her tarafımızın fast food restoranlarıyla kuşatıldığı, televizyonlarla sürekli propagandalar yapıldığı, tarım ve hayvan üretim sektörünün yok edildiği ve çok uluslu şirketler tarafından tekelleştirildiği düşünüldüğünde imkânsız gibi duruyor olsa da mümkün olabilir. Öncelikle değişimin kendimizi değiştirmekle başlayacağının farkında olmalıyız. Belki fast food restoranlarını ortadan kaldıramayız ama yememek bizim elimizde. Etrafımızı çevreleyen hamburgerlerden kurtulup kültürümüzün bize sunduğu, dinimizin öğütlediği daha sade ve ihtiyaca yönelik olan beslenme biçimine geri dönebiliriz. Yapılan propagandalara karşı tepkimizi ortaya koyarak gelecek nesillerin bu tuzaklara yakalanmasının önüne geçebiliriz. Ülkelere karşı uygulanan gıda emperyalizminin önüne geçmek için de halkların kendi çiftçi ve hayvan üreticisine, topraklarına ve tohumlarına sahip çıkması gerekmektedir.
Müellif: Sümeyye Zehra Efe Kaynak: Erdemli Duruş Web Sitesi
Henüz yorum yapılmamış.