Tarihin İzzet-i Nefsi: Alya İzzetbegoviç
Follow @dusuncemektebi2
Aliya’nın hayatı İslami, insani, ahlaki ve vicdani ilkelerden taviz vermeden insan olmanın ve insan kalmanın mücadelesinin nasıl verileceğinin en güzel timsalidir. Aksiyon ve fikir adamı olan Aliya yok oluş sürecinde var oluş mücadelesini veren bilge bir lider olup, adalet yerine güce tapan bir dünyaya karşı onurlu bir direnişin ve adaletin simgesi olmuştur.
“Hiç kimse intikam peÅŸinde koÅŸmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. GeçmiÅŸi unutmayın ama onunla da yaÅŸamayın.”
20. yüzyılın “Bilge Kral”ı olarak bilinen Aliya Ä°zzetbegoviç, 8 AÄŸustos 1925 tarihinde Bosna Hersek'in kuzey batısında bulunan Bosanski Samac ilinde dünyaya geldi. Kalabalık bir aileye mensup olan Aliya, Mustafa ve Hiba çiftinin beÅŸ çocuÄŸundan biriydi. Aliya 2 yaşındayken ailesi Saraybosna'ya taşındı.
Aliya eÄŸitim hayatına Saraybosna’da baÅŸladı. Ä°lkokulu ve ortaokulu bitirdikten sonra komünistlerin etkin olduÄŸu Birinci Erkek Lisesine gitti. Bu dönemde komünizm ve ateizm akımları revaçta olup propagandası çokça yapılmaktaydı. Liseli bir genç olan Aliya henüz daha 15 yaşındayken kendisini ailesinin etkisinden kurtarıp bir arayışın içine düÅŸtü. Komünizm ve ateizm üzerine yazılan yazıları okumaya baÅŸlayan Aliya, inancında bazı tereddütler yaÅŸadı. Allah’a iman ile sosyal adalet(sizlik) kavramları arasında ikilemde kalmaya baÅŸladı. Ancak komünistlerin din hakkındaki düÅŸünceleri Aliya’nın din tasavvurundan farklıydı. Komünist propagandada Tanrı adaletsizliÄŸin yanındaydı ve din onlara göre halkı sakinleÅŸtirmek için kullanılan bir afyondu. Oysa Aliya için din bu demek deÄŸildi. Dinin emrettiÄŸi kurallar herkes için geçerliydi. Din Aliya için her zaman ahlaklı bir hayat ve sorumluluk duygusu demekti. Aliya’ya göre Tanrısız bir kâinat her zaman anlamdan yoksundu. Aliya iki yıllık bir tereddüt ve bocalama sürecinden sonra artık kendisine atalarından miras kalmış bir dine deÄŸil de ÅŸüphe ve sorgulama sonucunda yeniden tesis edilmiÅŸ bir inanca sahipti. Bu inancı hayatı boyunca hiç yitirmedi.
1943 yılında liseden mezun olduÄŸu dönemlerde Ä°slam'a muhalif olan komünizm ve ateizme karşı fikirsel mücadele veren ve komünizme psikolojik ve sözel direniÅŸ gösteren Genç Müslümanlar (Mladi Muslumani) ile temasa geçti. Genç Müslümanlar Hareketi, Ä°slam dünyasındaki sorunları yakından takip ediyordu. Ä°slam ülkelerinin, baÅŸka ülkelerden bağımsız hareket edememelerini, açlık ve sefalet içinde yaÅŸamalarını kabul edilemez buluyorlardı. Ä°slam'ın özüne sahip çıkarak Ä°slam ülkelerine nasıl bağımsızlık saÄŸlayabilecekleri üzerinde konuÅŸup tezler üretiyorlardı. Bu çalışmalarının yanında hayır ve eÄŸitim çalışmalarına öncülük ediyorlardı. Hareket, yaptığı birçok çalışmaya raÄŸmen her ne kadar resmen kurulmuÅŸ olmasa da liseli ve üniversiteli gençler arasında hızlıca yayıldı ve yaptıkları çalışmalarla yüzlerce insanın sempatisini kazandı. Genç Müslümanlar çalışmalarını 2. Dünya Savaşı süresince devam ettirdiler. SavaÅŸtan sonra Sırp komünist yönetimi kendisine muhalif olan Genç Müslümanların çalışmalarından rahatsızlık duymaya baÅŸladı. Genç Müslümanların faaliyetlerini durdurmak etkilerini kırmak amacıyla önce onlara uyarılar da bulunup vazgeçirmeye çalıştılar ancak baÅŸaramayınca haklarında tutuklama kararı çıkardılar. Aliya 3 yıl(1946-49) ağır hapis cezasına çarptırıldı. 3 yıllık mahkûmiyetinden sonra Genç Müslümanlar Hareket ile gizli de olsa baÄŸlantısını devam ettirdi. Ancak eski gücünü yetiren hareket, kalan kiÅŸilerle gizlice çalışmalara devam etse de artık fikirlerini eyleme dökebilecek organize bir yapıda deÄŸildi.
Hapishaneden çıktıktan sonra Halida Hanımla evlenen Aliya’nın Leyla, Sabina ve Bakir adında üç çocuÄŸu oldu. Bu dönemlerde üç yıllık tarım tahsilinin ardından Hukuk fakültesine baÅŸladı.2 yıl eÄŸitim gördükten sonra 1956'da mezun oldu. Hukukçu olmak Aliya'nın çocukluÄŸundan beri arzuladığı bir ÅŸeydi. Bu isteÄŸinin altında yatan temel sebeplerden biri komünist yönetimin hâkim olduÄŸu Yugoslavya'nın sosyal eÅŸitlik ve adalet duygusundan uzak olmasıydı. Ä°zzetbegoviç'e göre Yugoslavya Komünist Rejimi ikiyüzlüydü. Halkın açlıktan kırıldığı dönemde burjuvazi sınıfına rahat bir yaÅŸam sunulup onlara çeÅŸitli imtiyazlar veriliyordu. Oysaki adalet imparatorlara karşı halkı korumaktı. Aliya’ya göre: “Adalet ancak 'hakkaniyet fikri ile kuvvetin birliÄŸi' olarak saÄŸlanabilir... Güç ve kanun sadece adaletin vasıtalarıdır. Adaletin kendisi insanların kalplerinde mevcuttur, aksi durumda adalet yoktur.”
Aliya zaman geçtikçe kendini entelektüel faaliyetlere vermeye baÅŸladı. Ä°slam konusunda çeÅŸitli makaleler yazdı. L.S.B (çocuklarının adlarının baÅŸ harfleri) adıyla “Ä°slam’ın DiriliÅŸin Problemleri” adında makaleler dizisi yayınladı. 1969 yılında da kırk sayfadan oluÅŸan Ä°slam Deklarasyonu metnin taslağını hazırlayıp 1970’te yayınladı. Ä°slam Deklarasyonu’nun yazılış amacı Ä°slam’ın özünden uzaklaÅŸmış Müslümanlara gerçek Ä°slam’a dönüÅŸ çaÄŸrısıydı. Komünizm, kapitalizm, liberalizm, materyalizm gibi ideolojilerin etkisinde kalan ve Batı hayranı, Batının kuklası olan Müslümanlara bir sesleniÅŸti. Kur’an’da geçen, “Ey iman edenler, iman ediniz!” emrine iÅŸaret ediyordu. Ä°slam Deklarasyonunda, “Hedefimiz; Müslümanların Ä°slamlaÅŸması, sloganımız; Ä°nanmak ve mücadele etmek." diyerek amaçlarını belirtiyordu. Yine kendisi, Tarihe Tanıklığım kitabında deklarasyonla ilgili ÅŸöyle bir dipnot düÅŸecekti: “Deklarasyonun ana fikri, Müslüman kitlelerin imgelemini ancak Ä°slam'ın yeniden canlandırabileceÄŸi ve onları bir kez daha kendi tarihlerinin aktif katılımcıları olmaya muktedir kılabileceÄŸi idi. Batılı fikirler bunu yapmaya muktedir deÄŸiller.”
Ä°slam Deklarasyonu 1983 yılı “Saraybosna Bosna” davasına kadar ciddi bir ilgi uyandırmadı. Deklarasyon, tamamen Ä°slam ülkelerine yöneltilmiÅŸ bir yazıyken Saraybosna davasında Ä°slami radikalizm ve devlet karşıtı eylemler bahanesiyle Aliya yeniden tutuklandı. Tutuklamasından sonra yaklaşık 100 gün soruÅŸturması devam etti. Bu dönemde Bosnalı birçok Müslüman bu acılı süreçten geçti ve hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkemede diktatör rejimin ortaya attıkları iddialarının hiçbir delili yoktu. Ä°slam Deklarasyonu’nun neye yönelik olduÄŸu herkesçe aÅŸikârdı. Ancak düzmece iddialar, kanunsuz ve adaletsiz kararlar, baskı ve zulümler neticesinde yalancı ÅŸahitliÄŸe zorlanmış kiÅŸilerin ÅŸahitlikleriyle halka kapalı bir duruÅŸma ile hüküm verdiler. Mahkeme kararıyla Aliya 14 yıllık hapis cezası aldı. Aliya mahkemede son söz olarak ÅŸunları söyledi: "Yugoslavya'yı seviyorum, ancak onun yönetimini deÄŸil.(…) Bütün sevgimi özgürlüÄŸe veriyorum ve geriye yetkililere bir ÅŸey kalmıyor." “DüÅŸünce suçu”ndan dolayı ceza alan Aliya yönetimin bu derece sert davranmasını Tarihe Tanıklığım kitabında ÅŸöyle deÄŸerlendirecekti: "Rejimin bu denli sert davranmasının hiçbir rasyonel açıklaması yoktur. Bu, çöküÅŸe geçmiÅŸ olan bir yönetimin umutsuz bir hamlesi miydi? Güçlü rejimler insanlara söyledikleri sözler nedeniyle mahkûm etmezler; zayıf olanlar korkarlar ve varoluÅŸ süreçlerini uzatabilme çabası için de ÅŸiddete baÅŸvururlar."
Aliya Kasım 1983’te 14 yıllık hapse çarptırıldıktan sonra Foça’ya, katillerin bulunduÄŸu bölüme gönderildi. Bu günler Aliya için zor günlerdi; kendini kitap okumaya ve yazmaya verdi. ÖzgürlüÄŸe kaçışım kitabını bu yıllarda yazdı. Yaşı ilerlemiÅŸ olmasına raÄŸmen umudunu hiç yetirmeyip idealleri uÄŸruna her türlü cefaya katlanmayı göze aldı. Aliya hapishanedeyken de özgürlüÄŸü için mücadeleye devam etti. Bu sırada çocukları ve onu tanıyanlar tüm hukuksal sürecin gayr-ı meÅŸru olduÄŸunu savunup Aliya’nın serbest kalması için destek verdiler. Bütün bu çabalar ve genel af sebebiyle ceza indirimine gidildi 14 yıllık hapis cezasını 5 yıl 8 ay kadar içerde yattı. Ä°zzetbegoviç bu yılları, "çekirgelerin yediÄŸi yıllar" diye adlandırdı. Hapishaneden çıktıktan sonra seçim döneminde kendisine sıkça sorulacak soruların başında, “EÄŸer seçimlerde muzaffer olursanız bu dönemle ilgili kendisine ve arkadaÅŸlarına yapılanlardan dolayı komünistlere karşı bir misillemede bulunacak mısınız?” sorusuydu. Aliya, her defasında bir misilleme olmayacağını belirti. Ve gerçekten de yaÅŸadığı sürece hiçbir zaman nefret ve intikam duygularıyla hareket etmedi ve daima adil kalmaya çalıştı.
1990’lı yılların başında Yugoslavya'daki kriz doruk noktasına ulaÅŸtı. Krizin temel sebeplerinin başında yetersiz sosyalist ekonomi ve gün geçtikçe artan Sırp hegemonyası vardı. DiÄŸer taraftan Slovenya ve Hırvatistan'ın Yugoslavya'dan ayrılmak ve bağımsızlık talepleri artmasıyla birlikte ülkede çok partili sisteme geçiÅŸ talepleri yükseldi. Bu dönemde Hırvatistan Demokratik BirliÄŸi (HDZ) kuruldu. Bu süreci gözlemleyen Aliya, hapishanedeyken kurmayı düÅŸündüÄŸü bir Müslüman partisi kurmaya karar verdi.1989 yılında Demokratik Eylem Partisi olarak adlandırılacak SDA (Stranka Demokratske Akcije) partisini kurma çalışmalarına baÅŸladı ve nihayet Kasım 1990 yıllı seçimlerinden zaferle çıktı. Partinin kurulmasına tepki olsa da ÅŸartlar artık deÄŸiÅŸtiÄŸi ve yönetimin artık büyük politik bir süreci daha yürütecek kadar güçlü olmadığından müdahale giriÅŸiminde bulunmadı. SDA, Bosna'da komünist sistemin var olmasından beri ilk defa içinde komünist düÅŸünceyi barındırmayan bir parti olma özelliÄŸini de taşıyordu. Parti baÅŸkanlığına Aliya getirildi. Partinin amacı Yugoslavya'daki tüm Müslümanları bir araya toplamak ve adaletle yönetilen, halkların eÅŸit statüye sahip olduÄŸu bir Yugoslavya inÅŸa etmekti. Aliya hiç kimsenin dininden, ulusundan ya da politik görüÅŸünden ötürü zulme uÄŸramayacağı bir Yugoslavya düÅŸlüyordu. Ve Aliya gazetecilere verdiÄŸi bir röportajında ÅŸunları söylüyordu: “Kazanacağız; çünkü öteki dine, öteki ulusa ve politik duruÅŸa saygılıyız.”
Partinin kuruluÅŸundan sonra Aliya çeÅŸitli ülkeleri ziyaret etti ve seçim için mitingler düzenledi. Velika KladuÅŸa mitinginde Hırvatistan ve Slovenya olmadan BoÅŸnaklar olarak asla "Büyük Sırbistan" içerisinde kalmayacaklarını dile getirdi ve ilk defa burada, gerekirse Müslümanların Bosna'yı silahlarıyla savunacaklarını söyledi. Seçimler 18 Kasım 1990’da yapıldı. SDA, Bosna-Hersek Cumhuriyeti Parlamentosu'ndaki 240 sandalyeden 86’sını aldı ve Meclis BaÅŸkanlığının 7 üyesinden üçü SDA adayıydı.
Seçimlerden hemen sonra Yugoslavya’nın geleceÄŸi hakkında görüÅŸmelere baÅŸlandı. Ancak yapılan bütün görüÅŸmeler sonuçsuz kaldı. SDA, Yugoslavya'nın toprak bütünlüÄŸünü savunmakla birlikte Sırp hegemonyasına son verilmesini ve Yugoslavya'nın yeniden inÅŸa edilmesini öneriyordu. Sunulan tüm önerilere raÄŸmen ortak bir paydada buluÅŸulamadı ve ülke savaÅŸa sürükleniyordu. Aliya savaşın çıkmaması ve ülkenin bölünmemesi için sürekli çabalıyordu. Krize bir çözüm bulmak adına Türkiye, Ä°ran ve ABD baÅŸta olmak üzere pek çok ülkeyi ziyaret etti.
1991’de Slovenya’da savaÅŸ patlak verdi ve arkasından Slovenya Yugoslavya’dan ayrıldı. Hırvatistan ile JNA arasında çatışmalar baÅŸladı. Bölünmeler artık baÅŸ göstermiÅŸti. Bu geliÅŸmelerden sonra Aliya, artık parçalanmış bir Yugoslavya’nın içinde kalmak istemediklerini, çünkü buranın artık Büyük Sırbistan’a dönüÅŸtüÄŸünü ifade etti. Bunun üzerine Aliya, Bosna-Hersek‘in özerklik istediÄŸini açıkladı ve bağımsızlık için referanduma gidildi. Kullanılan oyların %99’u ayrılmasından yana çıktı. Ancak bu sadece kâğıt üzerinde olup Bosna'nın asıl kaderini savaÅŸ belirleyecekti. Aliya için savaÅŸ kötüydü ancak kölelik daha kötüydü. Boyun eÄŸmekle başını dik tutmak, özgür olmakla köle olmak arasında bir tercih yapmaları gerekiyordu. Aliya, “Allah adına yemin ederim ki asla köle olmayacağız.” diyerek onurlu bir duruÅŸ sergiledi. Aliya’nın bu izzetli duruÅŸundan dolayı çeÅŸitli yaptırımlar uygulayıp Bosna ve Müslümanları yok etmekle tehdit edenlere karşı Aliya ÅŸöyle cevap veriyordu: “Bize boyun eÄŸdirmeye çalışanlara izin vermeyin, izin vermeyin çünkü biz kimsenin karşısında boyun eÄŸmeyiz; bizleri haklarımızdan mahrum bırakmaya çalışanlara da izin vermeyin; zira biz bu hakları yeniden kazanacağız. Ne hayatı baÅŸkalarının sevdiÄŸinden daha fazla seviyoruz ne de ölümden, baÅŸkalarından daha fazla korkuyoruz ve yaralarımız bizim canımızı da aynı derece yakıyor.”
Dünya tarihinde eÅŸine az rastlanacak olan savaÅŸ 1992’de baÅŸladı. SavaÅŸ döneminde BM Güvenlik Konseyi kararıyla Yugoslavya’ya silah ambargosu uygulandı. Bu karar 40 yıldır silah stoklayan ve Avrupa’nın en iyi dördüncü ordusuna sahip olan Sırp ordusuna büyük bir yardım olup yeni oluÅŸan ve silah sıkıntısı çeken genç BoÅŸnak ordusunu çaresiz bırakmak için atılmış bir adımdı. Hırvatistan ve Slovenya’ya silah desteÄŸi veren Avrupa ve Büyük Åžeytan ABD, Bosna söz konusu olunca yüzlerini baÅŸka yöne çevirip Bosna’yı ve Aliya’yı yalnızlığa terk etmiÅŸlerdi. Yeterli silahı olmayan BoÅŸnak halkına karşı, tüm dünyanın gözü önünde Avrupa’nın göbeÄŸinde eÅŸi görülmemiÅŸ bir insanlık suçu iÅŸlendi. Sırp güçleri, sivillere karşı büyük katliamlar gerçekleÅŸtirdi, aklın tahayyül edemeyeceÄŸi iÅŸkenceler yapıldı, kadınlara tecavüz edildi, çocuklar boÄŸazlandı, insanlar evlerinden sürüldü, Müslümanların varlığına iliÅŸkin her türlü izi silmek için tarihi miraslar yok edildi, ülke genelinde toplama kampları kuruldu. 1995 yılının Temmuz ayında, BM koruması altında olan Srebrenica’da Sırp komutan, Bosna Kasabı lakaplı Ratko Mladic komutasındaki güçlerin ÅŸehre girmesinin ardından 8 binden fazla BoÅŸnak erkeÄŸin katledildiÄŸi bir soykırım gerçekleÅŸti. 200 bine yakın insanın hayatını kaybettiÄŸi, bir milyondan fazla insanın evini terk ettiÄŸi, soykırım ve katliamların gerçekleÅŸtiÄŸi savaÅŸta sözde Ä°nsan Hakları savunucusu Batı ve BirleÅŸmiÅŸ Milletler üç maymunu oynayıp zulme göz yumdular.
1992-95 yılları arasında süren savaÅŸ bir insanlık dramıydı. Ä°nsan olmanın ve insan kalmanın savaşıydı. SavaÅŸ bittikten sonra Aliya : “Olumsuzluklarımızla birlikte, benim için önemli olan ÅŸunu söyleyebilirim: Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve baÅŸarılı olduk. Ancak, bunu onlardan dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı deÄŸil, onlara hiçbir ÅŸey borçlu deÄŸiliz. Ä°nsan olmak ve insan kalmak Allah'a ve kendimize karşı sorumluluÄŸumuzdur.”
Aliya tüm dünyanın kendisine ve ülkesine sırtını dönmesine ve savaşın ilke tanımayan acımasızlığına raÄŸmen ilkelerinden hiç taviz vermedi. Bu ilkelerin başında adaletten yoksun olan dünyayı utandıran adalet ilkesi geliyordu. Aliya tarihin en ahlaksız saldırısına raÄŸmen öfke ve intikam duygularına zincir vurarak en zor ÅŸartlarda bile adil ve ahlaklı olunabileceÄŸini tüm dünyaya göstermiÅŸti. Tüm dünya onlardan intikam ve kısas beklerken onlar Ä°slam’ın emirlerinin gereÄŸini yerine getirerek adaletli ve ahlaklı kalmayı baÅŸardılar. Aliya: “Biz dünyaya iki ÅŸok yaÅŸattık. Birinci ÅŸok; düÅŸman ordusu karşısında kısıtlı imkân ve donanıma sahip olan Bosna-Herseklilerin teslim olmaması ve güçlü direniÅŸidir ki ne dünya ne de düÅŸman bu karşılığı beklemiyordu. Ä°kincisi ÅŸok ise Bosna -Hersek ordusunun intikam duygusuyla ve kısas mantığıyla hareket etmemesi olmuÅŸtur. Kendilerinin maruz kaldığı katliamlara ve yıkımlara giriÅŸmemiÅŸlerdi.”
Bosna'daki Müslümanları yok etmek için her ÅŸeyi mübah görenlere karşı Aliya duruÅŸundan, kullandığı dilden, inandığı ÅŸeylerden hiç taviz vermedi. Etnik temizlik amacıyla hiçbir ilke tanımadan toplu katliamlar yapan bir orduya karşın Aliya her zaman halkına ve ordusuna telkinde bulunup nefretin esiri olmamaları ve intikam almamaları hususunda sürekli onlarla konuÅŸuyordu. Aliya acılı halkına bir konuÅŸmasında ÅŸöyle sesleniyordu: “Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor. Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaÅŸamaya mecburuz, size asla intikam peÅŸinden koÅŸun demiyorum, ama yapılanları da asla unutmayın! Kısacası; geleceÄŸimizi geçmiÅŸimizde aramayacağız. Kin ve intikam peÅŸinde koÅŸmayacağız.”
Savaşın en karanlık döneminde Hırvat ve Sırp orduların yakım-yıkımlarına ve kitlesel kıyımlarına karşı Bosna ordusu yakıp yıkmamış ve Kur’an’ın emrettiÄŸi gibi savaÅŸ kurallarına baÄŸlı kalmışlardı. Aliya sürekli ordusuna itidalli olmayı, sivilleri öldürmemeyi, Katolik ve Ortodoks kiliselerini yıkmamayı ve kanunlara uymalarını söylüyordu. Tüm bu uyarılara raÄŸmen savaÅŸ psikolojisinin vermiÅŸ olduÄŸu acıyla münferit olarak bir savaÅŸ suçu iÅŸlendi. Hersek köyü Grabovitsa’da BoÅŸnak ordusuna baÄŸlı bazı askerlerin yirmi yedi tane Hırvat sivili öldürdüÄŸü haberi Aliya’ya geldiÄŸinde, Aliya hemen bir soruÅŸturma açıp suçlu olan askerleri cezalandırılmasını istemiÅŸ, ardından kamuoyuna açıklamada bulunmuÅŸtur. Aliya intikamın kitlesel anlamda bir amaç haline gelmesinin önüne geçmek istiyordu. Ä°slam adalet diniydi halkının intikam duygusuna yenik düÅŸmesinden korkan Aliya her daim ÅŸunu savunuyordu: “Ä°slam nizamının oluÅŸturulması adına verilen mücadelede, suç iÅŸlemek dışında her ÅŸey mübahtır. Kontrolsüz ve aşırı ÅŸiddet uygulayarak Ä°slam’ın ve bu mücadelenin güzel adını kirletmeye gerek yoktur. Ä°slam toplumu, adaletin kendisinin temellerinden biri olduÄŸunu bir kez daha belirtmelidir. Kur’an düÅŸmanlarımızı sevmemizi emretmemiÅŸtir, fakat onlara karşı adil ve bağışlayıcı olmamızı emretmiÅŸtir. Uygulanan ÅŸiddet bu esaslara uygun olmak zorundadır.”
1995 yılında BoÅŸnaklara dayatılan Dayton Barış AnlaÅŸması’nın imzalanmasıyla ile savaÅŸ sona erdi. Adil bir savaÅŸ ile adaletsiz bir barış arasında tercih yapmak zorunda kalan Aliya, söz konusu barış anlaÅŸmasına iliÅŸkin, “Bosna trajedisi ve onun getirdikleri, ilk dereceden ahlaki bir meseledir ve ahlaki bir mesele dünyadaki herkesi ilgilendirir... Halkıma gelince belirtmeliyim ki bu adil bir barış olmayabilir; ancak savaşın sürmesinden daha adil. Bu ÅŸartlar altında böylesi bir dünyada(adil olmayan bir savaşın yürütülmesinin ve adil olmayan bir barışın empoze edilmesinin mümkün olduÄŸu bir dünya) daha iyi bir barış elde edilemezdi.” ifadelerini kullanmıştı. Aliya’ya, sizce bu savaşın kazananı kim, diye sorulduÄŸunda da Aliya, "Bizler ahlaki olarak kazananlarız. Askeri galip ise yok. Herkes hem kaybetti hem de kazandı.” demiÅŸtir.
Bosna–Hersek’te Dayton AnlaÅŸması’nın imzalanmasıyla birlikte karmaşık bir devlet yapısı da oluÅŸtu. Ülke, iki entite (Bosna Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti) ile Brçko Özerk Bölgesi'ne ayrıldı. Bosna Hersek Federasyonu da kendi içinde on kantona bölündü. Savaşın ardından yapılan ilk seçimde, Aliya bağımsız Bosna Hersek'in ilk cumhurbaÅŸkanı ve daha sonra Devlet BaÅŸkanlığı Konseyinin ilk baÅŸkanı seçildi.
Aliya 2000 yılına kadar ülkesini yönetti. Ancak yaşının ilerlemesi ve rahatsızlıklarından dolayı 6 Haziran 2000 tarihinde cumhurbaÅŸkanlık görevinden ayrıldı. Halkına uluslararası arenada tanınan, bağımsız ve egemen bir devlet bırakan Aliya, 19 Ekim 2003 tarihinde Saraybosna'da vefat etti.
Aliya’nın hayatı Ä°slami, insani, ahlaki ve vicdani ilkelerden taviz vermeden insan olmanın ve insan kalmanın mücadelesinin nasıl verileceÄŸinin en güzel timsalidir. Aksiyon ve fikir adamı olan Aliya yok oluÅŸ sürecinde var oluÅŸ mücadelesini veren bilge bir lider olup, adalet yerine güce tapan bir dünyaya karşı onurlu bir direniÅŸin ve adaletin simgesi olmuÅŸtur. Kaotik bir düzlemde Müslümanların hedef alındığı bir dünyada Ä°slam dünyasında yeni bir lider prototipini ortaya koymuÅŸtur. Aliya, tüm Müslümanlar için bir duruÅŸun ismi olmuÅŸtur. Bu duruÅŸa sahip olmak için Aliya’yı anlamak ve yaÅŸamak gerek ancak, popüler kültürün bize kazandırdığı Aliya’yı deÄŸil; mütefekkir, entelektüel, lider, direniÅŸçi ve Müslüman olan Aliya’yı tanımak, anlamak ve yaÅŸamak gerek...
Müellif: Yaprak Demir / Kaynak: Erdemli DuruÅŸ Web Sitesi
Henüz yorum yapılmamış.