Dücane Cündioğlu: Sonunda bir ah kopar dilinden
Follow @dusuncemektebi2
Bir şehri tanımak, biraz da o şehrin ölülerini tanımak demektir. Ölülerini, yani kabristanlarını...
Sözgelimi Ä°stanbul. Ä°stanbul'da ilim-irfan hayatının tarihi, aslâ mezarlıklarına müracaat edilmeden yazılamaz.
Meselâ Edirnekapı Mezarlığı. Tam ortada Mehmed Akif Ersoy, bir tarafında Babanzade Ahmed Naim, diÄŸer tarafında Süleyman Nazif, hemen yanıbaşında da Muallim Cevdet... Yine birkaç adım aÅŸağıda Yusuf Akçura, biraz daha ilerisinde de Hasan Basri Çantay...
Fatih Camii haziresinde Ahmed Cevdet Paşa, ve keza yanısıra Ahmed Midhat Efendi...
CaÄŸaloÄŸlu'nda, hadi Sultan türbelerini zikretmeyelim ama Åžeyh Bedreddin'in veya Said Halim PaÅŸa'nın ya da Ziya Gökalp'in mezarını görmek isterseniz, başınızı biraz kaldırıp etrafınıza bakmalısınız.
Peki Süleymaniye'nin veya diÄŸer camilerin hazirelerinde kimler yatıyor dersiniz?
Ya Eyüp Mezarlığı'nda yatanlar?
Hani nerede Karacaahmed'in veya Beylerbeyi Mezarlığı'nın sakinleri? Cemil Meriç nerede meselâ?
Bu arada, eğer Elmalılı Hamdi Yazır'ı ziyaret etmek isterseniz, biraz kenara kayacaksınız. Sahra-yı Cedid Mezarlığına...
Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar neredeler diye mi soruyorsunuz, o takdirde yönünüzü BoÄŸaz'a çevireceksiniz. AÅŸiyan'a... (Hasbelkader orada Tevfik Fikret'in evi de korunmuÅŸ durumda. Belki bir de Burgaz'da Sait Faik hatırlanacaktır. Peki ya diÄŸerleri?..)
Kısacası, bir zamanlar ÅŸehrin ilim-irfan hayatını etkilemiÅŸ isimlerin çoÄŸu, ÅŸimdi bu mezarlıklarda medfun bir hâlde düÅŸünce ve sanat ehlinin ilgisini bekliyorlar.
Evlerine sahip çıkamıyoruz, bari mezarlarına sahip çıkalım. Mezarlarına ve bilhassa mezar taÅŸlarına...
Her mezar taşı bir bilgi hazinesidir okumasını bilene!
Sahip çıkmak, muhafaza etmek, ihtimam göstermek...
Nerede?
Bu iÅŸlerin sorumluları, mezarları tanıtıyoruz diye hazırladıkları uyduruk plaketleri o canım mezar taÅŸlarının üzerine hem de kocaman demir çivilerle çaktılar da kimsenin sesi çıkmadı. Uyardık ama dinleyen de olmadı. (Eyüp Mezarlığı bu katliamın örnekleriyle doludur. Dileyen, Tunuslu Hayreddin PaÅŸa kabristanından seyre baÅŸlasın!)
Yıllardır, Ä°stanbul'da ve Bursa'da muhakkak bir 'Mezar TaÅŸları Müzesi' kurulmalı diye yazdım durdum, kulak asan çıkmadı; ne Ä°stanbul Büyük Åžehir Belediyesi'nden, ne diÄŸer ilçe Belediyelerinden, ne de Kültür Bakanlığı'ndan...
Bunun asıl sebebi, sanırım biraz da benim ÅŸu 'tabii senatörler' adını verdiÄŸim bir sıra daniÅŸmendin o ruhsuz, o cansız, o uyuÅŸuk tabiatlarının on-on beÅŸ yıl içinde ÅŸiÅŸine ÅŸiÅŸine artık iyice takallus etmesi!
En nihayet, sade bir ah kopar dilden.
(Ä°ÅŸte altı üstü hepsi bu kadar!)
* * *
Acaba bu iÅŸler Batı'da çok mu farklı?
Aslında oralarda da benzer sorunlar var. Çünkü devlet (belediyeler) bu iÅŸlere pek doÄŸrudan karışmıyor. Mezarların bakımını üstlenenler daha çok özel kiÅŸiler, yani ilgili düÅŸünür veya sanatçının yakınları ve sevenleri. Vakıflar.
Roma'da veya Paris'te Panteon'lar hep devletin himayesini yansıttı ve hâlen de öyledir. Keza Londra'da da Westminster Abbey veya St. Paul Katedralleri bir tür Panteon görevi yapıyorlar. Meselâ ilkinde Darwin, ikincisinde Turner yatıyor.
Londra'nın acemisiyim. Nitekim dün de ilk gün Marx'ın Highgate'teki mezarına gittiÄŸimi yazmıştım. Marx'ın ciddi takipçilerinin, bu tür iÅŸleri fuzuli addettiklerini, bu nedenle de mezar bakımına biraz soÄŸuk baktıklarını sanıyorum. Muhtemelen 'burjuva âdeti' filan diyorlardır. (Gerçi insan Lenin'in mozolesini hatırlamadan edemiyor ya, neyse!)
Dikkat çekici olan, Marx'ın mezarına kadınların raÄŸbetiydi. Sanırım genelde de ziyaretçilerinin çoÄŸu kadın. (Ah ÅŸu vefa!)
Wittgenstein'ın mezarına ev sahipliÄŸi yapmasaydı, Cambridge'e gider miydim pek emin deÄŸilim. Mezar taşı, bir derviÅŸinki kadar sadeydi. Göze görünmemek için saklanıyordu âdeta. Anlaşılan, hâlâ âşık-ı sâdıkları var. Çiçeklerden belli.
Berlin'de Hegel ile Fichte'nin mezarları yanyanadır. Yosun tutmuÅŸ taÅŸları da fevkalâde mütevazidir. Oysa aynı mezarlıkta, birkaç adım ileride yatan Brecht'le eÅŸi Helena Weigel'ın mezarları gayet canlı, gayet bakımlıdır. Çünkü mezarlık, zaten yıllarca yaÅŸamış oldukları evlerinin hemen yanındadır. (Mezar taşının üzerine küçük küçük çakıl taÅŸları koyanları mı istersiniz, yoksa Brecht'e selam çakmak kabilinden taşın üzerinde purolarını söndürenleri mi?)
Alexander ve Wilhelm Humboldt kardeÅŸler, malikânelerinin haziresinde (aile mezarlığında) medfun oldukları için biraz gözden uzaktalar. Ama isteyenler için aynı mesafe ancak bir taÅŸ atımı kadar!
* * *
Paris'in yüreÄŸi ne kadar Panteon'da atıyorsa, kalbi de bir o kadar Père-la-Chaise'de çarpar.
Voltaire'lerin, Rousseau'ların, Hugo'ların, Zola'ların hatıraları o kasvetli Panteon'un mermerleri altında ezilirken, Père-la-Chaise'de Honoré de Balzac bütün haÅŸmetiyle ziyaretçilerine BeÅŸerî Komedya'yı anlatır durur hâlâ.
Molière ve La Fontaine gibi edebiyatçıların, Saint-Simon ve Auguste Comte gibi düÅŸünürlerin, Chopin ve Edith Piaf gibi sanatçıların mezarlarını bulmak için biraz zahmet çekeceksiniz. Yılmaz Güney ile Ahmet Kaya'nın mezarları da orada. (Güney'in mezarı ne kadar ruhsuz yapılmışsa, Kaya'nınki de o kadar sevimlidir.)
Van Gogh'un mezarını ziyaret etmek isteyenler ÅŸehrin biraz dışına çıkmak zorunda. Auvers-sur-Oise tarafına. Mezarı, tabancasını göÄŸsüne sıktığı tarlanın hemen karşısındadır. Ölmeden önce yaptığı son tabloda resmettiÄŸi tarlanın karşısında. Hem de kardeÅŸiyle koyun koyuna. (Sırf estamplarından etkilendiÄŸi HiroÅŸige Utakawa'nın hatırına, Van Gogh'un mezarı hemen her mevsim Japon ziyaretçilerle dolup taÅŸar. Gösterdikleri hürmet hakikaten görülmeye deÄŸer.)
Prag'da Kafka'nın mezarını deÄŸil ama mezarlığını görebilmiÅŸtim. Bu nedenle hep kitap arasına konulmuÅŸ kuru bir yaprakla hatırlarım o ziyareti.
Yazıyı Floransa'yla noktalayalım. Machiavelli, Galileo ile Michelangelo'nun mezarına, Dante'ninse makamına evsahipliği yapan Santa Croce Kilisesi'yle.
Sırasıyla siyaset, bilim, sanat ve edebiyat, hepsi de bir çatının altında. Yanyana.
Bir kültür senfonisi.
* * *
Sözün özü, ey talib, hurafelerinin kıymetini bil!
Kendini yani.
Henüz yorum yapılmamış.