Ä°brahim Tenekeci'nin kaleminden: Kibir deÄŸil, izzet
Follow @dusuncemektebi2
Ne zaman kibirden konuşsak, aklıma ilk olarak Abdülaziz Bekkine Hazretleri''nin şu sözü geliyor: "Bana kâfiri getirin, kibirliyi getirmeyin." (Nurettin Topçu''ya Armağan, Sayfa 179) Sadece bu söz bile, konunun vahametini göstermeye yetiyor. Demek ki, hem kibirden, hem de kibirli kimseden uzak durmamız gerekiyor. Ha kibrit, ha kibir. İkisi de yakıcı.
Son yıllarda ÅŸöyle bir ÅŸey oluyor: Bir yandan Türk Dil Kurumu yabancı kelimelere karşılık bulmaya çalışıyor, bir yandan da bize mahsus kelimelerin ''yabancı'' karşılıkları yaygın hale geliyor veya getiriliyor. Bir anlamda, kelimelerin ve kavramların içini boÅŸaltıyor, derinliÄŸini yok ediyorlar. Sözgelimi hırsızlık demiyorlar da yolsuzluk diyorlar. Ahlak deÄŸil etik, insan deÄŸil birey, kibir deÄŸil özgüven vs.
"Hırsızlık yapmış" demek ile "yolsuzluk yapmış" demek, belki de bundandır, toplumumuzda aynı yankıyı uyandırmıyor. "Ä°nsan eÅŸref-i mahlûkattır" diyorsunuz da, aynı ÅŸeyi birey için söyleyemiyorsunuz. Diliniz varmıyor.
***
Tekrar kibir bahsine dönelim. Dücane CündioÄŸlu, "Büyük bir kayıp yaÅŸamadan irfan bulunmaz, kibirden uzaklaşılmaz" diyor. Daha basit ifadeyle, burnumuzun sürtülmesi icap ediyor. ''Burnu havada olmak'' deyiminin karşılığı da az-çok kibirdir.
Kendimizden emin olmamız, bizi emin biri yapmaz. Kibirli deÄŸilim demek de öyle. Åžu veya bu nedenden dolayı ''kibir abidesi'' haline gelenlere soracak olursanız, "kendilerine olan saygıdan" falan bahsedecekler. Kibrin çıkış noktası da zaten burasıdır: Kendini beÄŸenmek yahut kimseyi beÄŸenmemek... Kurumlanmak, böbürlenmek.
Bize yakışan, kibir deÄŸil, izzettir. Mizah ile sululuk, hırs ile tutku, gurur ile onur nasıl aynı ÅŸeyler deÄŸilse, izzet ile kibir de ayrı dünyaların kelimeleridir, kavramlarıdır. Ä°nsan için, izzette itibar ve ÅŸeref vardır, kibirde yoktur.
Büyüklük, ululuk, azamet gibi anlamlara gelen kibrin insana yasaklanması, ancak ''haddini bilme'' olarak açıklanabilir.
Hatırlatmak gerekirse, Allah''ın doksan dokuz isminden biri de el-Mütekebbir''dir. Yani, büyüklüÄŸünü bildiren. (Sırrını ifÅŸaya kimsenin kâdir olamadığı ya da kimsenin mülküne karşı onu zorlayamadığı veya kimsenin kendisine ihsanda bulunamadığı… Sadreddin Konevi''nin Esmâ-i Hüsnâ Åžerhi''nden, Sayfa 58.)
***
Kibir, iddia sahiplerini sever. Ä°ddia, kibri de beraberinde getirir, getirmiÅŸtir. Büyük konuÅŸmak, çoÄŸu zaman iyi sonuç vermez. ÖrneÄŸin ''kibir kulelerini yıkacağım'' iddiasıyla ortaya çıkar, sonra da kendinizi o kulelerden birinde bulursunuz. Genellikle böyledir. Ali el-Havvas''a "ilmin afeti nedir" diye sormuÅŸlar; "iddia sahibi olmaktır" cevabını vermiÅŸ. Bunu da notlarımız arasına katmış olalım.
Kibir kurdu kalbe girdiÄŸi andan itibaren, insan olmanın basit ve ince özellikleri yavaÅŸ yavaÅŸ kaybolmaya baÅŸlar. Kendi adıma, kibirli bir kimsenin vefalı, merhametli ve hakkaniyetli olabileceÄŸine inanmıyorum. Buradan ÅŸuraya varabiliriz: Kalbin en birinci düÅŸmanı stres veya kolesterol deÄŸil, kibirdir.
Tabiatta ise kibir yoktur, ilham ve tevazu vardır. Bu yüzden olsa gerek, kırsal kesimde yaÅŸayanlar, ÅŸehirlilere nazaran daha çok tevazu sahibidirler. Çünkü tabiatta, her ÅŸey kendisidir, bir baÅŸkası olmaya çalışmaz. Serçe sadece serçedir, kiraz sadece kirazdır. Hüsrev Hatemi hocamızın ÅŸu samimi cümlesi, tam da burada yolumuzu aydınlatıyor: "Kendim kalmaya özen gösterdim." (KiÅŸver, Sayfa 8) Galiba bütün meselenin özü de, özeti de budur.
Yazımızı, Peygamber Efendimizin mübarek sözlerinden biriyle bitirelim:
"Kalbinde hardal tanesi ağırlığında kibir bulunan kimse cennete giremez."
Henüz yorum yapılmamış.