Hayrettin Karaman: Yönetim İslâmî değilse
Follow @dusuncemektebi2
Daha ziyade fıkıh ve kelam kitaplarında ve az sayıda siyaset, emval vb. konulara ait kitaplarda İslam devlet başkanı olabilmek için kişinin hangi nitelikleri taşıması gerektiği anlatılmış ve tartışılmıştır.
Ehl-i sünnete göre KurayÅŸ kabilesinden, müctehid derecesinde alim, vücutça saÄŸlam, güzel ahlak sahibi olması ve bir ÅŸekilde ümmetin kendisine bey’at etmiÅŸ olmaları gerekiyor, ama evdeki hesap pazardakine uymuyor. Uymayınca da teker teker niteliklerden vazgeçiliyor, zaruret, fitnenin ve kargaÅŸanın önlenmesi, ümmetin ve Ä°slam vatanının korunması, maksadın bir ÅŸekilde hasıl olması gibi kavramlar kullanılarak baÅŸta bulunan veya güç kullanarak baÅŸa geçen meÅŸrulaÅŸtırılıyor.
Ä°slam devlet baÅŸkanının elbette Ä°slam’a uygun davranması gerekir, ama davranmayanlar, fasıklar, zalimler de halife adıyla sultan oluyorlar, böyle olunca da aslında azledilmeleri gerekirken buna ümmetin temsilcilerinin (ehlü’l-halli ve’l-akdin) ya gücü yetmiyor veya onlar da baÅŸtaki ile iÅŸbirliÄŸi yapmış olabiliyorlar.
Tarih sahnesinde ve günümüzde Müslümanların çoÄŸunlukta olduÄŸu ülkelerde ya açıkça ve resmen Ä°slam’ın devlet, siyaset, sosyal ve hukuki hayattan dışlandığı, ferdin iman ve ibadetine indirgendiÄŸi, ya da sözde ÅŸeriatla yönetildiÄŸi, anayasalarında “devletin dini Ä°slam’dır” yazıldığı halde hem baÅŸkanlarının ÅŸahsi hayatı ve ahlakında hem de devlet yönetiminde Ä°slam’ın hayli azaltıldığı görülüyor.
Bu ülkelerde yaÅŸayan Müslümanlar ne yapacaklar, bu devletin kanunlarına ve düzenine hangi ölçüde itaat edecekler?
Bu sorunun cevabını teÅŸkil eden çalışmalar, nispeten hürriyete kavuÅŸan ülkelerde sür’atle artmış adeta bir kütüphanelik kitap ve makale oluÅŸmuÅŸtur.
Ä°stibdadın hüküm sürdüÄŸü devirlerde konuya tahsis edilmiÅŸ eser yok gibidir. Genel fıkıh ve kelam kitaplarında “Allah’ın sözünü tutmayan yöneticinin sözü tutulmaz” ilkesi tekrarlanır. Ama bunu kitaplardan ve teoriden hayata ve pratiÄŸe aktarmak sanıldığı kadar kolay deÄŸildir. Zalim ve fasık yöneticilerin, öyle ulema heyetinin gelip “sen kırmızı çizgileri aÅŸtın, uyarılara da kulak tıkadın, ümmet adına seni azlediyoruz” demeleri ile makamı ehline terkedivermeleri beklenemez, ayrıca bunu diyecek ulema da çok nadirdir.
Åžu halde açıkça laik olan halkı Müslüman ülkeler ile sözde ÅŸeriatla yönetilen ama uygulamada ondan büyük ölçüde sapmış ülkelerde yaÅŸayan Müslümanlar ne yapacaklar, kime ne ölçüde itaat edecekler?
Öncelikle ÅŸunu hatırlamamız gerekiyor: Dinin emir ve yasaklarına uygun davranılmasını temin, gücü ve imkanı ölçüsünde bütün Müslümanlara farzdır. Müslümanların teÅŸkilatları gerektiÄŸinde en az zararla deÄŸiÅŸimi saÄŸlamaktan aciz ise sözlü ve yazılı muhalefet yapılacaktır. Buna da güç yetmiyorsa niyet, bilgi, zihniyet, inanç, duygu olarak muhalefete devam edilecek, bu aÅŸamadan sözlü ve sonra fiilî deÄŸiÅŸim aÅŸamasına geçebilmek için planlı, programlı, danışmalı, bilgiye ve hikmete dayalı faaliyetler yürütülecektir.
Bu tabloda “gücün yetmemesi” ne demektir?
DeÄŸiÅŸim için gerekeni yapmaya kalkışıldığında hem sonuç alamamak hem de bir yandan ümmetin can, mal, vatan, bağımsızlık gibi varlığının, diÄŸer yandan kazanımların kaybedilmesi demektir. Ä°ÅŸte böyle durumlarda ehl-i sünnete göre tahammül (sabır) gösterilerek beklenecektir. Tahammül ve sabır ise içte muhalefet, dışta itaat demektir.
Ne beklenecek, beklerken ne yapılacaktır?
İşte bir yazı konusu daha.
Henüz yorum yapılmamış.