Irak ve Lübnan'da etnik ve mezhebe dayalı siyasetin tıkanması
Follow @dusuncemektebi2
Gerek Lübnan’da gerekse Irak’ta süregelen gösteriler iç içe geçmiş üç mekanizmaya karşı yükselen bir itiraz dalgası olarak nitelendirilebilir; kötü yönetim, etnik/sekteryen siyasi mücadele ve bunun üzerinden yürümekte olan vekalet savaşları.
Lübnan’da üç haftadır, Irak’ta da bir hafta önce baÅŸlayan gösteriler hız kesmeden devam ediyor. Lübnan’da BaÅŸbakan Hariri ve hükümetin istifası ile sonuçlanan gösteriler, Irak’ta da hükümet karşıtlığına döndü. Lübnan’da WhatsUp uygulamasına konulan vergi, Irak’ta da yerel hizmetlerin saÄŸlıklı bir ÅŸekilde yerine getirilmediÄŸi gerekçeleri ile baÅŸlayan protestolar gün geçtikçe daha fazla büyüdü. Hayatını kaybedenlerin sayısı giderek artıyor; iki ülkede de siyasal düzeyde belirsiz bir sürecin önü açılmış durumda. Ancak bu durum gösterilerin sosyal hak talepleri ile sınırlı olduÄŸuna dair bir yanılsamaya neden olmamalı. Her iki ülkede de siyasal alanın sorunlu dizaynı, belirli sorunları biriktirerek günümüze getirdi. Her iki ülkede de hükümetlerin seçimle ve yakın bir zamanda iÅŸ başına gelmiÅŸ olmalarına raÄŸmen protestoların gün geçtikçe büyümesi de bu anlamda bir iÅŸaret olarak okunabilir.
Dolayısıyla, protestoların siyasal düzeydeki tarihsel dinamikler ve fay hatları üzerinde biriktiÄŸi gözden kaçırılmamalıdır. Ä°nsanların günlük hayatını doÄŸrudan ilgilendiren iÅŸsizlik, ağır vergi yükü, yerel hizmetlerin yetersizliÄŸi gibi sosyal koÅŸullar ise tetikleyici gerekçe olabilmektedir. Tam da bu noktada 2010 yılının sonunda baÅŸlayan Arap isyanlarının da on yıllarca biriken siyasal sorunların, iÅŸsizlik, yoksulluk gibi sosyal dinamikler etrafında patlak verdiÄŸini ve zamanla küresel sonuçlar oluÅŸturabilecek ÅŸekilde siyasal düzeye taşındığını hatırlatmakta yarar var.
Protestolar 'geçmiÅŸin yükü’ne karşı yükseliyor
Bugünlerde Lübnan ve Irak'ta meydan ve caddeleri dolduranların bir parti, mezhep ya da ideolojinin temsilcisi olmadıkları çok açık. BaÅŸka bir deyiÅŸle kimden yana oldukları net deÄŸil, ama neye karşı olduklarını tespit etmek hiç de zor deÄŸil. Neredeyse bütün siyasetçilere, ülke siyaseti üzerinde vesayet kurmuÅŸ olan dış aktörlere karşı bir itirazı dile getiriyor olmaları, üzerinde durulması gereken bir mesele. Lübnan’da baÅŸbakanın istifasına raÄŸmen gösterilerin devam etmesi ve Irak’ta da benzer taleplerle devam etmesi oldukça önemli. Göstericilerin bu duruÅŸu, yani bütün siyasetçilere karşı bir duruÅŸ sergilemeleri, bu ülkelerde kurulmuÅŸ olan statüko ve gerçekleÅŸtirilen güç paylaşımını sorunsallaÅŸtırdıkları anlamına geliyor.
Lübnan’da 1943’te Fransa’nın ‘Azınlık politikasının’ bir ürünü olarak sayılabilecek ‘Ulusal Pakt’ çerçevesinde, siyasi görevlerin mezhepler arasında nüfuslarıyla orantılı olarak paylaÅŸtırılması esasına göre dizayn edilen siyasal sistem, Taif ve Doha anlaÅŸmalarıyla güncellenerek günümüze kadar geldi. Bu sisteme göre CumhurbaÅŸkanının Maruni, Meclis BaÅŸkanının Åžii, BaÅŸbakanın Sünni olması ve Parlamento üyelerinin Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında paylaÅŸtırılması öngörüldü. Bu sistem siyasi rekabetin etnik ve mezhebi hatlar üzerinden ÅŸekillenmesine neden oldu. 1976’da bu dinamikler çerçevesinde patlak veren iç savaÅŸ trajik sonuçlar doÄŸurmakla kalmadı, aynı zamanda Lübnan’ı ABD, Ä°srail, Suudi Arabistan, Suriye ve Ä°ran’ın vekalet savaşı yürüttüÄŸü bir alan haline getirdi. Söz konusu uluslararası aktörler, Lübnan’da mücadele halinde olan etnik ve mezhepsel yapıları birer vekil olarak gördü ve ülke siyasetine müdahil oldular. Sözgelimi 1979 Ä°ran devriminden sonra kurulan Hizbullah Ä°ran ve Suriye’nin, çeÅŸitli Sünni yapılar ise Suudi Arabistan’ın müttefiki olarak konumlandılar.
2003 Irak iÅŸgali sonrasında da Irak’ta benzer bir siyasal yapı ortaya çıktı. Anayasal düzenleme olmamasına raÄŸmen CumhurbaÅŸkanı’nın Kürt, BaÅŸbakanın ise Åžii olmasına dair fiili bir siyasi yapı ortaya çıktı. Her iki ülkede de bu siyasi tasarımlar, etnik ve mezhepsel gruplar arasında bir denge kurulması amacıyla gerçekleÅŸtirilmiÅŸ olsa da aksine sonuçlar doÄŸurdu. Bu paylaşım, Irak tarihi boyunca ve özellikle 2003 Irak iÅŸgali sonrasında birbirleri ile hasmane iliÅŸkilere sahip olan kesimlerin siyasi rekabetini kimlik özelinde kurumsallaÅŸtırdı. 2003 sonrasında DEAÅž’ın ortaya çıkışı ve sonrasında yaÅŸananlar ise kimliklerarası çatışmanın fitilini ateÅŸledi. Neredeyse bütün Sünni kesimlerin önce Saddam dönemi uygulamaları, sonrasında da DEAÅž’la özdeleÅŸtirilmeleri siyasi yapıdan dışlanmaları ile sonuçlandı. Kimliksel bölünme üzerinden ÅŸekillenen siyasal yapı her bir yerel aktörü uluslararası aktörlerin yürüttüÄŸü vekalet savaÅŸları için birer malzemeye dönüÅŸtürdü. Kürt aktörlerin önemli bir kısmının ABD’nin, Åžii aktörlerin ise Ä°ran’ın doÄŸal bir müttefiki olarak varlıklarını devam ettirmesi bu anlamda çarpıcı bir göstergedir.
Siyasi kimliklerini devam ettirmeyi merkeze alan ve dış aktörlerle ittifak kurmalarının kaçınılmaz hale geldiÄŸi bir atmosferde iyi yönetim, gelirin adil dağılımı, yerel hizmetler gibi günlük hayatı ilgilendiren meseleler bu siyasetin aktöreri olan elitler için ‘önemsiz’ kalmaktadır. Ancak kitleler için durum çok daha farklı. Mevcut kitlesel gösteriler de bu durumun en önemli göstergesi. Irak’ta rüÅŸvet ve kayıt dışı ekonominin ulaÅŸtığı boyutlar, petrol gelirlerinin iÅŸgal masrafları çerçevesinde ABD tarafından rehin alınması, Ä°ran’ın milis grupları üzerinden yayılması ve iktidarı kontrol altında tutmaya çalışması, siyasi elitlerin çekiÅŸmesini yansıtırken, gösteriler ise kitlelerin bu çekiÅŸmeye ve doÄŸurduÄŸu sonuçlara yönelik bir rahatsızlık göstergesi olarak ortaya çıktı. Bu gösterilerin siyasal düzeyde karşı çıktığı ÅŸey ise ülke yönetiminin otoriter/sekteryen rejim ile etnik/sekter yapılar arasında güç paylaşımını öngören fakat iÅŸlemeyen bir sistem arasında yaÅŸanan sıkışmışlıktır. Bir baÅŸka deyiÅŸle kitleler, Saddam döneminin alternatifi olarak dengeli fakat yolsuzluk ve rüÅŸvetin önüne geçilmediÄŸi, adil gelir dağılımı saÄŸlayamayan, yerel hizmet üretemeyen bir sisteme razı olmayı reddetmekteler.
Kitleler tarafı olmadıkları ihtilafların mağduru
Bu gösterilerin doÄŸrudan reddettiÄŸi bir baÅŸka ÅŸey ise etnik/sekteryen yapıların birer aktörü olduÄŸu vekalet savaÅŸlarıdır. Orta DoÄŸu’nun genelinde on yıllarca devam eden otoriter rejimlerin saÄŸladığı istikrar, yerini kontrol edilmesi zor çatışmalara ya da reforme edilmesi uzun sürecek güç dağılımının esas alındığı sistemlere bırakıyor. Bu zorluÄŸun temel sebebi ise son birkaç yıldır ortaya çıkan güç boÅŸluÄŸunda süregelen vesayet savaÅŸları. Bugün Irak’ta da Lübnan’da da ÅŸahit olduÄŸumuz ÅŸey, Ä°ran’ın aşırı yayılmacılığının ABD yönetimi tarafından sorunsallaÅŸtırılması ve Ä°srail, Suudi Arabistan gibi ülkelerin desteÄŸi ile sınırlandırılmaya çalışılmasıdır. Etnik ve mezhepsel kamplaÅŸma uluslararası aktörlerin ülke siyasetinde rol oynamalarının da önünü açıyor. Ä°ran’ın Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta HaÅŸdi Åžabi üzerinden etkinlik kurma politikası, ABD’nin Ä°ran’ı sınırlandırma çabasına zemin hazırlıyor. Meselenin ironik tarafı ise bu güç boÅŸluÄŸunun da, Ä°ran yayılmacılığının da ABD politikaları dolayısıyla gerçekleÅŸmiÅŸ olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında ABD/Ä°srail/Suud –Ä°ran/Hizbullah kapışmasının Irak ve Lübnan’da yürüyor olması kitleleri fazlasıyla rahatsız ediyor.
Sonuç olarak gerek Lübnan’da gerekse Irak’ta süregelen ve yüzlerce insanın hayatını kaybettiÄŸi gösteriler iç içe geçmiÅŸ üç mekanizmaya karşı yükselen bir itiraz dalgası olarak nitelendirilebilir. Bu üç mekanizma ise kötü yönetim, etnik/sekteryen siyasi mücadele ve bunun üzerinden yürümekte olan vekalet savaÅŸlarıdır. Sıradan insanlar ise, tarafı olmadığı bu sarmalın kurbanı olmaktadırlar. Ancak mevcut güç dengeleri dikkate alındığında kitlelerin beklentilerinin gerçekleÅŸmesi de, bölgenin bu sarmaldan çıkarak normalleÅŸmesi de maalesef hala uzak bir hayal olarak durmakta.
Dr. Veysel Kurt / Ä°stanbul Medeniyet Üniversitesi öÄŸretim üyesi
Kaynak: Anadolu Ajansı
Henüz yorum yapılmamış.