Yitik Bir Geçmiş, Pişman Bir Şâhit: Arap Hristiyan Bir Müzisyenin Gözünden İngiliz İşgali ve Kudüs
Follow @dusuncemektebi2
Cevheri’nin hatıratından onun ve hatıratı yazdığı devrede Arapların artık Sykes Picot Anlaşması ve Balfour Deklerasyonu’nu beraber düşünmeye başladıkları ve bir Yahudi devleti kurulmasının en baştan planlanmış olduğunu düşünmeye başladıkları anlaşılıyor.
“Evin çatısına çıkmış, uzandığı yerden top seslerinin geldiÄŸi kuzey bölgesini izliyordu. Tanrıya geri gelmesinler diye dua etti. Sokaklarda askerî üniforması olanlar üniformalarını yakıyordu, Ä°ngiliz Ordusu’na bunlarla yakalanmak iyi olmazdı. Türklerin Eriha’yı tekrar ele geçirdiÄŸinin duyulması kalbini korkuyla doldurmuÅŸtu.”
Vasıf el Cevheri’nin
anlattıklarından mülhem
Hani ey kavm-i esâretzede muhtariyet?
Korkarım ÅŸimdi nasibin mütemâdî haybet!
Hani ey unsur-i bî-râbıta istiklâlin?
Ebediyyen söndü sanırım bütün âmâlin!
Mehmet Akif Ersoy- Hakkın Sesleri- Arnavutlukçu* isyancılara hitaben
Hatıratlar, Tarihi öÄŸrenme gayesiyle sıklıkla baÅŸvurulan kaynaklardan biridir. Bir bakıma, edebî ve kurgusal hususiyetlere de sahip olmaları ve öÄŸrenme iÅŸine giriÅŸen okuyucunun keyifli bir vakit geçirmesini temin etmeleri de bu tavırda etkili. Ne var ki, sabit bir formda yazılmış, sürükleyici anlatılarda aslında gerçeklik arayışının beyhude olduÄŸunu ve bunların daha ziyade yazarın hal-i hazırdaki efkârının geçmiÅŸ aynasına çarpıp gelen bir yansıması olduÄŸunu unutmamak gerekiyor. Yine de genel olarak devlet arÅŸivlerinden edinilemeyecek, resmî evraktaki donuk üslubun aksine canlı verilere, akıcı tarza ve beklentilere uygun bir forma sahip olmaları hatıratların önemini korumalarında bir etken, hele de düÅŸük okuryazarlık oranları ve hatırat yazma alışkanlıkları dolayısıyla, halkın sesini onun aÄŸzından duymanın pek mümkün olmadığı OrtadoÄŸu toplumlarında... Her ne kadar Vasıf El Cevherî üst sınıflara mensup olsa da eseri Britanya ve Ä°srail yönetimlerini tecrübe etmiÅŸ bir Kudüslünün örnekliÄŸinde geçmiÅŸin nasıl tekrar yorumlandığını gözler önüne sererek bir hatıratta gözlemlenebilecek en mühim motif ve iÅŸlevlerden birini gözler önüne serebiliyor.
Bunları göz önünde bulundurduktan sonra aÅŸağıda bahsedilecek hatıratın sahibi Vâsıf El-Cevherî’ye gelelelim. Yazar 1897-1972 arasında yaÅŸamış Kudüs’te doÄŸmuÅŸ ve 48 Savaşı’ndan sonra iltica ettiÄŸi Beyrut’ta vefat etmiÅŸtir, fakat hatırat 1904 ve 1948 arasını ele alıyor. Yazar, Kudüs’ün önde gelen bir Arap Grek-Ortodoks ailesi olan Cevherilere mensup. Babası cemaatin devletle iliÅŸkilerinden sorumlu olan ‘muhtar’ statüsünde küçük bir bürokrat ve ayrıca Kudüs eÅŸrâfından meÅŸhur Hüseynî ailesinin taÅŸradaki iÅŸlerinden mesul bir kahyadır. Arapça, Rumca ve Türkçe bilir, resim ve müzikle alakadardır. Vasıf El Cevherî’nin nostaljik geçmiÅŸ anlatısında babasına önemli bir yer ayırdığı görülüyor. O hep hasretle anılan efendi fakat eÄŸlenceli bir kiÅŸiliktir.
Bu yüzden yazarın çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki yaÅŸantısı sıradan Filistinlilerin aksine daha ÅŸanslı geçmiÅŸ, fakat hafızasında canlanan piÅŸmanlık ve dilindeki nostaljik ton, diÄŸer Filistinlilerinki gibi onun hayatının da, Filistin Osmanlı elinden çıktıktan sonra asla dönüÅŸ olmayacak ÅŸekilde deÄŸiÅŸtiÄŸini okuyucuya hissettiriyor. Aslında yazar savaÅŸ öncesi ve sırasındaki Osmanlı karşıtı fikirlerini belirtmekten imtina etmiyor. Ona göre Sultan Hamid dönemi istibdadı, kısa ömürlü bir umudun ardından Ä°ttihatçı idare elinde farklı bir ÅŸekilde yine devam etmiÅŸtir. Vergiler ve seferberlik neticesi Arap erkeklerinin silah altına alınması, cepheden mütemadiyen gelen ölüm haberleri Kudüs ve çevresinde halkın Osmanlı idaresine karşıt olan hislerini en üst seviyeye çıkarmıştır. Åžehrin yönetimi subayların elindedir ve olaÄŸanüstü hal koÅŸulları yürürlüktedir. Vasıf bunları Arapları aÅŸağılamakla itham ediyor ve sömürgeci olarak görüyordu. Bu zor dönemlerdeki tecrübelerinin, yeni yeni uyanmaya baÅŸlayan Arap milliyetçiliÄŸini körüklediÄŸi, Vasıf’ı tüm Osmanlı tarihini yeniden yorumlamaya, tiranlık ve despotluk idaresi olarak karalamaya ittiÄŸi görülüyor.
Osmanlı'nın son dönemlerinde Filistin
Yalnız burada ÅŸunun belirtilmesi elzemdir. Cevherî bunları Hristiyan kimliÄŸiyle yazıyor ve dini namına Osmanlı idaresini zemmediyor deÄŸildi. Bunu onun Kudüs’ün Ä°slamî kimliÄŸine olan aÅŸinalığıyla ve yenice dallanıp budaklanan Arapçılık cereyanıyla izah edebiliriz. Cevherî Ä°ngiliz manda idaresi kurulana dek Filistin’de farklı dini cemaatler arasında bir kavga olmadığını, aksine birbirlerinin dinî bayramlarına iÅŸtirak edecek kadar içli dışlı olduklarını, kendisinin Kuran-ı Kerim’i tüm makam kaidelerine dikkat ederek ahenkli bir ÅŸekilde okuyabildiÄŸini söylüyor. Hatıratta bahsedilen bu ve benzeri pek çok nüans Osmanlı hükümranlığı altında özgün bir Kudüs ÅŸehir kültürü yaÅŸandığını ve bu kültürün ÅŸehrin farklı mezhebî kesimlerden sakinlerince paylaşıldığını gösteriyor.
Arapçılık fikrine gelecek olursak, her ne kadar Hristiyan Araplar geliÅŸiminde ciddî bir pay sahibi olsalar da, bu akım dinî kimliÄŸin üzerinde laik bir Araplık tahayyül ediyordu ve modern bir tedrisattan geçmiÅŸ pek çok Arap aydının vardığı ortak bir noktaydı. MeÅŸhur NaÅŸaÅŸibî ailesinden Dr. Ali Ömer gibi Müslümanlar dahil olmak üzere pek çok Arap aydını daha fazla otonomi için örgütleniyordu. Adem-i Merkeziyet Cemiyeti mensubu olan Ali Ömer kendisine Osmanlı’yı hatırlatan fesi çıkarmış, geleneksel Arap kıyafetleri giyer olmuÅŸtu. Bu zât sonraları 1917’de Cemal PaÅŸa’nın Beyrut’ta idam ettiÄŸi pek çok Arap aydınından birisi olmuÅŸtur. Ancak burada ilginç olan ÅŸey hatıratta Arap milliyetçiliÄŸinin geliÅŸiminde önemli paya sahip olan ve onun için en çok tarihsel meÅŸruiyet argümanını içerisinde barındıran Birinci Dünya Savaşındaki tecrübelerden çok bahsedilmemesidir. Bu yüksek ihtimalle yazarın zihninin baÅŸka bir ÅŸeye , 1917 sonrası ortaya çıkan onlar için daha fecî duruma odaklanmasından ileri gelmektedir. Ona göre “Türklerin de kolonist oldukları inkar edilemezdi ama yine de çok az müdahale etmekteydiler, meseleler yerelde kalıp, orada çözülebiliyordu.”.
Cevheri’ye göre, Ä°ngilizler ise bir ailenin efradı gibi olan farklı din-mezhep mensuplarını bölmüÅŸtü. Gerçi Osmanlı’dan kurtuldukları ilk zamanlarda resmî bir törenle Kudüs’e giren General Allenby’nin “Ä°ÅŸte ÅŸimdi haçlı seferleri sonlanmıştır” ÅŸeklindeki demecini yalnızca “talihsiz” olarak nitelemekle yetinmiÅŸtir ancak, artık iyice anlaşılıyordu ki Ä°ngilizler özellikle Hristiyan’la Müslüman’ı birbirine düÅŸürmek niyetindeydiler. Harem-i Åžerif’in kapısına dikilmiÅŸ bir Hind Müslümanı muhafızın içeri gayrimüslim Kudüslüleri sokmaması hatırattaki ilginç anekdotlardan biridir. Cevheri ana dili Arapça’yla ve Ä°slami bilgisiyle kendini Müslüman gibi tanıtarak içeri girmeyi becermiÅŸti, fakat kendi ÅŸehrinde bir sömürge askeri tarafından böylesi bir gerekçeyle önlenmeyi sindiremiyordu. Aynı ÅŸekilde Müslüman Arapların da Kamame Kilisesine giriÅŸi yasaklanmıştı.
Cevheri’nin hatıratından onun ve hatıratı yazdığı devrede Arapların artık Sykes Picot AnlaÅŸması ve Balfour Deklerasyonu’nu beraber düÅŸünmeye baÅŸladıkları ve bir Yahudi devleti kurulmasının en baÅŸtan planlanmış olduÄŸunu düÅŸünmeye baÅŸladıkları anlaşılıyor. Osmanlı Suriyesi’nden Filistin adıyla yeni bir teÅŸekkül doÄŸurmak da aslında bunu bir ölçüde kanıtlıyor. Yanısıra, yazarın Siyonizm’in faaliyetlerine hayatın her noktasında ÅŸahit olması da bu yorumu kaçınılmaz olarak doÄŸuruyordu.
Balfour Deklarasyonu sonrası Filistin'e baÅŸlayan Yahudi göçü
Siyonistler sadece koloniler kurmuyor, Filistin’de Yahudilerden baÅŸka kimseyi meÅŸru vatandaÅŸ bırakmayacak ÅŸekilde bir kültür ve tarih savaşı da açmış bulunuyorlardı. Cevheri kendisi de bir müzisyen olduÄŸu için bu noktada oldukça ilginç örnekler vermektedir. Mesela Nazilerin önünden kaçarak Filistin’e yerleÅŸen Lachman isimli bir müzikolog yerel Arap müziÄŸini inceliyor ve topladığı verileri antik Yahudi kültürünün yerel kültürde yaÅŸaması olarak yorumluyor, eseri yeniden icra ediyor ve burasının YahudiliÄŸini ispat etmiÅŸ oluyordu. MeÅŸhur Arap dansı dabke dahi bu yeniden icat sürecinden kurtulamamış ve Siyonist ideallerinin bir aracı olarak kulanılmıştı.
48’deki savaÅŸtan sonra Hristiyan Filistinliler de Müslüman yurttaÅŸlarıyla beraber ülkelerinden sürüldüler. Yazar Beyrut’a iltica edenler arasındadır. Bu durum çoÄŸunlukla gözden kaçırılıyor ve aslında sunî bir kimlik olan FilistinliliÄŸin geliÅŸimi ve kapsamıyla da ilginç bir noktaya temas ediyor. Aslında denilebilir ki Filistinlilik kimliÄŸi Britanya sebebiyle fakat ona raÄŸmen, karşıt olarak doÄŸmuÅŸtur. Ä°ngiliz yönetiminin Filistin adlı teÅŸekkülünün sınırları içerisinde kalan maÄŸdur Araplar Filistinli oluyorlardı. Demek oluyor ki Filistinlilik mecburî olarak Ä°ngiliz karşıtlığı ve Osmanlı nostaljisini iktiza ediyor, her ne kadar savaÅŸ sırasında bu bölgedeki halk kitleleri kesin bir tavır takınıp, asilere dahil olmamışsa da...
Mütercim: Süleyman TaÅŸkın
1) Arnavut isyancı demek dilsel bir kısıtlama nedeniyle manayı deÄŸiÅŸtirebilecek bir içeriÄŸe sahip.
*Hatırat 2013 yılında Ä°ssam Nassar ve Salim Tamari tarafından hazırlanmış ve 2014 yılında “The Story Teller of Jerusalem, The Lifes and Times of Wasif Jawhariyyeh 1904-1908” ismiyle Ä°ngilizce’ye çevrilmiÅŸtir. Eser henüz Türkçe’de yayımlanmamıştır.
Henüz yorum yapılmamış.