Sosyal Medya

Güncel

12 Türk Ressamın Çarpıcı Otoportreleri

Sanatçının fiziksel ve kültürel kimliğini ortaya koymakta çok güçlü bir araç olan otoportre, ressamın en kişisel anlatım şekli, bir nevi görsel bir otobiyografidir. Otoportreler üzerine yapılan çalışmalar, sanatsal süreci, sanatsal kimliği ve sanatın içinde uygulanan düzeni anlamamızı sağlayan potansiyele sahiptir. Otoportreler hem yapıldıkları çağın hem de ait oldukları sanatçının kişisel ve içinde yaşadığı ortama özgü özellikleri taşımak, yansıtmak açısından belgeci bir nitelik taşır.



1. Hüsnü Yusuf (1817 – 1861)
 
Gerçekçi bir resim anlayışına sahip ressam olan Hüsnü Yusuf, Türk resminde ilk otoportreyi yapmıştır. Beyaz gömleği, fesi, boyunbağıyla belgeci bir niteliği var resmin. Duruşundaki tutukluk, bakışındaki çekingenlik bir birey olarak kendini belgelerken yaşadığı ikilemden geldiğini söylemek çok iddialı bir görüş sayılmamalıdır. Halıcıoğlu Askeri Lisesi’nde bulunan resim kayıptır.
 
2. Şeker Ahmed Paşa (1841 – 1907)
 
 
Şeker Ahmed Paşa’nın bu çok bilinen, Osmanlı kimliğini ön plana çıkaran otoportresi çağdaş Türk resminde birey olma sürecini başlatır. Akademik-klasisist sanat anlayışının fırça, renk, ışık, modle (hacimlendirme) formülleri doğrultusunda yaptığı eseri sanatsal yetkinliğin çok ötesinde anlamlar taşıyor. Resim, Batı resminin kurallarına göre yapılmış olsa da tasvir edilen kişi Osmanlı’dır.
 
3. Osman Hamdi Bey (1842 – 1910)
 
 
Osman Hamdi Bey, kendisini Rüstem Paşa Camisi’nin önünde İstanbul ulemasının nizami kisvesiyle betimlemiş. Sarı cüppesinin altındaki entarinin göğsüne sokulmuş Kur’an, belinde yeşil kuşak ve elinde tespih var. Akademik-klasisist anlayışın hakim olduğu eserini bir fotoğrafından yararlanarak yapmıştır. Kendini belgelemek gayesi yoktur, değişik mekan, objeler ve giysilerle oryantalist seriyi sürdürmüştür. Türk resim sanatında tek örnek olan otoportredir.
 
4. Abdülmecid Efendi (1868 – 1944)
 
 
Sultan Abdülaziz’in oğlu olan son Halife Abdülmecit Efendi sadece başarılı bir ressam olarak anmak yeterli değil. Döneminin en seçkin entelektüellerindendi. Birkaç yabancı dil bilir, Batı müziğiyle de uğraşırdı. Konçertolar ve oda müziği eserleri bestelerdi. İstanbul’daki yabancı elçiliklerin raporlarında ondan bahsedilirken “Fes giymediği zamanlarda iyi yetişmiş bir Fransız’ı andırıyor” denirdi.
 
Gerçekçi bir sanatsal bakışı yansıtan otoportresinde katı bir belgeleme zihniyetinde olup, gömleği modern bir görünüm sergilese de, fesiyle, tespihiyle, hilafet armasıyla, şehzade ve halifelik unvanlarını vurgulayan öğeler, sembollerle Osmanlı görünümünde tasvir etmiş kendisini. Abdülmecit Efendi’nin tüm resimlerindeki en zayıf yanı eller, bu resminde de görülüyor.
 
5. Celile Hikmet (1883 – 1956)
 
 
Celile Hanım’ın karakalem bir otoportresi. Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’nden, Adalet Cimcoz’a yazdığı mektupta “Sana annemi anlatayım. Anam gençliğinde güzel bir kadındı. Fakat oğlu diye söylemiyorum; objektif olarak konuşuyorum anamın güzelliği sıcak değil, soğuk bir güzellikti. Bunda belki gözlerinin birbirinden çok uzak olmaları­nın dahli vardır. Sonra anamın güzelliği XIX. asır güzelliğidir. Zaten anamda, ondokuzuncu asır Fransız burjuva zevki hakimdir. Ressamlığı da öyledir. Evinin perdeleri ve bibloları da öyleydi. Yani güzelliğinde ve zevkinde düz ve soğuk hatların göze çarpmasına rağmen bilhassa renk bakımından müthiş bir rokokoluk vardır. Düşün ki babam anamı, anamla kabili kıyas olamayacak kadar entipüften kadınlarla aldattı. Bu kadınların bir kısmını tanıdım. Bunlar güzeI değil, fakat sıcaktılar. Anam inanmasını bilen kadındır. Resme bir dindar gibi inanır. Sana bir şey söyleyeyim mi, anamı o kadar gizliden gizliye severim ki, ömrümde ilk defa yalnız sana ondan bahsediyorum. Annemle ahbap olursan, hala boyalar içinde, yani hem paleti, hem yüzü gözü boyalı, inanmış, bedbaht, fakat dehşetli çalışkan ve her şeye rağmen yaşamak isteyen, bir şeyler yaratmak için çırpınan, ihtiyar, nazik bir kadınla dost olursun.” diyor.
 
6. Hüseyin Avni Lifij (1886 – 1927)
 
 
Hüseyin Avni’nin resimleri şiirseldir. Çok sayıda otoportresinin bir kısmını karakalem desen çalışması şeklinde yapmıştır. Henüz akademik eğitim görmeden yaptığı bu çalışması, arzuladığı bohem sanatçı yaşantısına göndermedir. Eserini Şehzade Abdülmecid Efendi’nin beğenisine sunan Avni Lifij’e bu sayede Avrupa’nın kapıları açıldı.
 
Otoportrelerinde genellikle sembollere yer vermiştir Hüseyin Avni. Ağzında tüttürdüğü piposu, sağ elinde içilmeyi bekleyen kırmızı şarap ,yoksulluğun, yaşam sürecindeki sıkıntıların simgesine dönüşen eskimiş, delinmiş çoraplarıyla karşıtlık oluşturuyor. Keyfi de, mutluluğu da, gururu da, hüznü de aynı anda yaşadığını söylemek istiyor seyirciye. Resmin sağ altındaki bitmemişlik hiç sırıtmazken, tamamlanmış ya da tamamlanmayacak bir ömrün de ipucunu veriyor gibidir.
 
7. Namık İsmail (1890 – 1935)
 
 
Namık İsmail, otoportrelerinde kendisini genellikle dörtte üç duruşunda resmetmiştir. Arkadaki açık renkli fon mekansal özelliklerden uzaktır. Hareket ve ışık resimlerinin en önemli özelliğidir. Burada da önden ışıklandırmayla dikkati yalnızca portresinin üzerine çeker. Temiz fırça sürüşüyle uyguladığı açık değerler, tenine doğal bir şeffaflık kazandırmıştır. Renk ve sürüş tekniğindeki yetkinlik kıyafetinde de kendini gösterir. Bu gençlik otoportresinde sanatının gerçekçi yönünü öne çıkarırken, psikolojik ipuçları vermekten geri kalmaz.
 
8. Fahrelnisa Zeid (1901 – 1991)
 
 
Portrelerinde, otoportrelerinde modelin kişiliğinin özünü ayrıntılardan kurtararak, yalın bir biçimde yansıtmıştır. Otoportresinde yüzünü, bedeninin ekseninden saptırarak yana döndüren sanatçı gözlerini izleyiciye çevirmiştir. Koyu renk değerlerini fonda ve saçlarında, birbirine yakın tonlarıyla açık renkleri de yüzünde, fularında ve giysisinde kullanarak bedeni tuvalin ön planına taşımıştır. Böylece renk tekniğiyle sağladığı derinlik izleyiciye yaklaştıkça hacmi büyütmüştür. Zeminden türemişçesine geri planda bıraktığı yüzü tedirgin edici bir etkiye sahiptir.
 
9. Hale Asaf (1905 – 1938)
 
 
Hale Asaf, empresyonist renkçilikten çok tablonun desen yapısına önem verdi. En çok portre yapmayı seven Hale Asaf’ın Bursa peyzajları ve otoportreleri dikkat çekici güzelliktedir. Yaşıtı ve arkadaşı olan hocası Feyhaman Duran’ın eşi Güzin Duran’a hediye ettiği bu gençlik ve ilk otoportresinde kısa saçları, kocaman açılmış gözler ve muzip bir gülümseme ile yaşama sevincini gösterir.
 
10. Bedri Rahmi Eyüboğlu (1911 – 1973)
 
 
Bedri Rahmi tüm sanat yaşamı boyunca üslubunu, sanatını sürekli yenilemek istemiş, bir sevda olarak algıladığı resimde gönül verdiği her motiften ya da her akımdan esinlenmiştir. Kendini en çok tasvir eden sanatçılardan olan Bedri Rahmi’nin ilk olarak karakalem otoportresini oluşturduğu serisi Bedros’ları resme olan iştahının dizisidir aynı zamanda. Bir ağaca benzettiği otoportresinde stilize ettiği yüzü sanatçı duyarlılığını işaret edercesine abartılı çizilmiş.
 
11. Eren Eyüboğlu (1907 – 1988)
 
 
Sanatçının otoportresi resimsel düzenlemeye verdiği önemi gösterirken, konstrüktif yapılanmanın duygu aktarımındaki katılığına da işaret ediyor. Bir çiçeğin önünde kendini resmeden Eyüboğlu kendi iç dünyasına değil, sanatına dair ipuçları vermiştir. Renklerle elde edilen gölge-ışık, sıcak-soğuk renk uygulamaları ve yapıtın parlak bütünlüğü fovistlerin enerjik dünyasına göndermeler içerir.
 
12. Cemal Tollu (1899 – 1968)
 
 
Cemal Tollu otoportresinde kendini izlediği aynanın, kendi boyadığı tuvalinden biraz uzakta ve aşağıda olduğunu duyumsatan bir poz sergiler. Gerek poz vermek gerekse çizmek için zor olan duruş deformasyonu seven sanatçının Hoffman ile Lhote atölyelerinde aldığı kübizm öğretilerini uygulamasına olanak taşır. Ressam kişiliğinin altını, fırçalar ve paletlerle çizerken, etkilendiği geçmiş uygarlıklara gönderme yapan ağaç heykelciklere de yaptında yer verir.
 
 
 
Kaynak: Çağdaş Türk Resminde Otoportreler, Ayşegül Demirbulak, Beta Yayınları, Türk Resminde Otoportre, Veysel Uğurlu, Yapı Kredi Yayınları, Hüseyin Avni Lifij

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.