Güncel
Neden Alah'ın ipine sımsıkı sarılamıyoruz?
Follow @dusuncemektebi2
İslam dünyası olarak başımız dertten kurtulmuyor. Yüzlerce yıldır, dünyadaki mazlumlar listesinde başı, maalesef Müslümanlar çekiyor. Ebette hepsi değil; kendilerine dünyevi zenginliklerden orantısız miktarda pay nasip olmuş küçük bir azınlık, kendi midelerinin ve rahatlarının derdiyle ruhlarını karartırken, İslam dünyasının geri kalanı şedid ve kesintisiz bir zulüm dalgası altında inliyor. Hem de dünkü yahut bir kaç gün önceki bir durum değil bu; görebildiğimiz kadarıyla yüzlerce yıldır bu haldeyiz ve maalesef durumumuzda bir iyileşme görünmüyor.
Katliamlarda ÅŸehit düÅŸen insanların, hele hele kadın ve çocukların haberleri ve fotoÄŸrafları haber ajanslarına düÅŸtükçe, lanet ediyor, kızıyor, bazen ellerimizi açıp en samimane dua ve beddualarımızı sıralıyoruz. Zulmün tavan yaptığı her menfur hadisede, “bir bedenin uzuvları gibi” olmamız gereken kardeÅŸlerimizin hali, aklımıza, hissiyatımıza ve benliÄŸimize ÅŸiddetle dokunuyor. Fakat ne çare ki, ÅŸehit haberleri ve katliam görüntüleri medyayı iÅŸgal etmediÄŸi zamanlarda, sanki yüzlerce yıllık ölü toprağımızın altına gizleniyoruz yeniden. Günlük telaÅŸelerimiz, kısır siyasi tartışmalarımız, futbol maçlarımız, saÄŸlıklı beslenme reçetelerimiz, gelecek kaygımız ve maiÅŸet derdimiz, yeniden meÅŸguliyetlerimizin en baÅŸ köÅŸesine yerleÅŸiveriyor. Bir sonraki darbeye, bir sonraki zulüm dalgasına kadar, “neden bu haldeyiz?” sorusunu sormak ekseriyetle aklımıza bile gelmiyor.
Ali Ä°mran Suresi’nde Allah’ın ipine sımsıkı sarılanlara verilen bir müjde vardı; o ipe sarılanlar, daha önceden oduÄŸu gibi, aralarındaki düÅŸmanlıkları kardeÅŸliÄŸe tebdil edebilecek yardımı göreceklerdi. Pekiyi biz o ipin ucunu mu kaçırdık acaba? Neden kalplerimiz her gün birlikte atmıyor? Neden bu fetret ve atalet halinden bir türlü sıyrılamıyoruz?
Elbette, özellikle de “kabz” zamanlarında, benim gibi herkesin aklına geliyor bu neden sorusu. Her insanın, kendi bakış açısı, tecrübesi ve mesleÄŸiyle ilgili bir görüÅŸü yahut fikri olması da normal. Ben bir bilim adamıyım. Kainatın en esrarlı parçalarından birisi olan canlılığı anlamaya çalışan, onun gizemli mantığını anlayabildiÄŸim kadarıyla çözebilmek adına, kevni ayetlerden bilgi ve ders devÅŸirmeye çalışan bir fizyoloÄŸum. Elbette herkes gibi ben de kendi mesleÄŸim penceresinden bakıyorum hayata; ve gördüklerim, zulüm altında inleyen Ä°slam dünyası ile ilgili bana da bazı fikirler veriyor, beni bazı çözüm arayışlarına itiyor.
MesleÄŸimden bakınca, sımsıkı sarılmamız istenen Allah’ın ipinin benim avuçlarıma düÅŸen kısmına dikkat etmeye gayret ediyorum. Hayat kitabı olarak bize bahÅŸedilen Kur’anı-ı Kerim’in benim idrakime düÅŸen kısmıyla akletmeye gayret ediyor ve o pencereden, hastalığımızın teÅŸhisine dair bir fikir edinmeye çalışıyorum. Dedim ya, ben bilimle uÄŸraşıyorum. Tek bir emirden neÅŸet eden fizik kanunlarına tabi olarak yaratılmış olmakla, her bir cüzü birbiri ile doÄŸrudan irtibatlı bir kainatın anlamını, “bilgi” ve “akıl” yoluyla deÅŸifre etme mesleÄŸi bu. Bu mesleÄŸin gözlüÄŸü ile, bu kainatı Yaratan Zat’ın bana nasıl bir metot öÄŸütlediÄŸine, kainatın sırrının bana düÅŸen bölümünü ne ÅŸekilde çözmemi murat ettiÄŸine bakmak, benim öncelikli iÅŸim olmalı diyorum. Ve bakında görüyorum ki, Rabb’imin bana gönderdiÄŸi en mühim mesaj, kainatı anlamak için “kainatın kendisine bakmak”. Dünyayı anlamak için dünyayı, “can”ı anlamak için canlıları, Sünnetullah’ı anlamak için kainatı iÅŸleten yasaları araÅŸtırmak, çalışmak, bilmeye gayret etmek gerekiyor; zira bu iman edenlere “emrediliyor”. Kur’an-ı Kerim, bana maddesel dünya ile ilgili doÄŸrudan hiç bir kopya vermiyor. Fakat sıklıkla oraya bakmamı istiyor. AÄŸaçlar, kuÅŸlar, daÄŸlar, canlılar, suda giden gemiler, göklerdeki ışınlar, yörüngelerinde seyreden gökcisimleri ve daha niceleri, “düÅŸünenler için nice ibretler vardır” denilerek, sürekli nazarıma veriliyor. Kainatın Yaratıcısı adeta bana diyor ki: “Gözünü çevir ve bak, tekrar tekrar bak; bir çatlak bulmayı umuyorsan boÅŸuna; fakat sünnetimi anlamak istiyorsan tekrar, tekrar bak!”
Sonra kendime bakıyorum. GördüÄŸüm manzara güzel deÄŸil. Ä°çine doÄŸduÄŸum Ä°slam geleneÄŸi, maddi alemin bilgisi konusunda pek de iç açıcı bir tablo çizmiyor. Temel rehberi olan Kur’an-ı Kerim’in açık ve sarih emirlerine ve ikazlarına raÄŸmen, kainata bakma iÅŸtiyakını, gördüÄŸünden hayrete düÅŸme kaabiliyetini ve Sünnetullah’ın gizli yönlerini anlama tecessüsünü neredeyse tamamen yitirmiÅŸ! Günde beÅŸ vakit, zamana baÄŸlı bir ibadeti ifa ile yükümlü kılınan Müslümanlar, her nasıl oluyorsa, son bir kaç asırdır ciddi bir astronom çıkartamamış. Her gün en az beÅŸ defa aynı kıbleye yönelmesi istenen Müslümanlar arasından, son bir kaç yüzyıldır nam salmış bir coÄŸrafyacı duyulmamış. Ankebut Suresi’nin 20 numaralı ayetinde(*) tüm Müslümanlara açık ve net bir emir olarak “yaratmanın nasıl baÅŸladığını anlamak için yeryüzünü gezip dolaÅŸma” talimatı verilmiÅŸ olmasına raÄŸmen, son bir kaç yüzyıldır adını bildiÄŸimiz hiç bir Müslüman biyolog, jeolog, palentolog yahut antropolog çıkartamamışız. Kısacası, sadece Kur’an’ın açık iÅŸaretlerine bakarak, bu gün bilim ve teknoloji anlamında bulunduÄŸumuz nokta, başımızı öne eÄŸdiriyor ve bizi Rabb’imiz karşısında mahcubiyetten suskun bırakıyor.
Maddenin ilmini neredeyse bu gün tamamen “Batı”dan alıyoruz. Bu kainatın nasıl yaratıldığına, yıldızların nasıl teÅŸekkül ettiÄŸine, canlıların nasıl bu dünyaya dağıldığına, fiziÄŸe, kimyaya, nanoteknolojiye, tıbba, psikolojiye, sosyolojiye ve dahi bilginin tüm alanlarına dair elimizdeki malumatın neredeyse tamamı, Ä°slami deÄŸil, seküler ve materyalist temelli batı biliminin ürünleri. Maddeci bir saikle iÅŸe koyulan batı, maddeyi anlamakta özellikle geçtiÄŸimiz yüzyılda çok ciddi mesafeler kat etti. Size derdimi arz etmeye çalıştığım bu yazının yazılmasını ve ÅŸu anda sizin bunu okumanızı mümkün kılan teknolojinin neredeyse her kademesi, modern batı biliminin ürünü. Bu geliÅŸmiÅŸlik, çoÄŸu zaman bizi hayrete düÅŸürecek boyutlara ulaşıyor. Müslüman bilim meraklıları ve bilim alanının profesyonelleri, her gün onlarca yeni keÅŸif haberlerini tercüme yoluyla takip etmeye çalışıyorlar. Elbette arada Müslüman bilim emekçilerinin isimleri de okunuyor; ama hala bilim kitabının kurallarını, madde temelli batı bilimi yazıyor.
Bazen, bilimsel keÅŸiflerden bir kısmı özellikle ilgimizi çekiyor. Yeni bulunan galaksiler, Büyük Patlama gibi kuramlar, birbirine karışmayan denizler, karadelikler, canlılar dünyasındaki harikalar, bedenimizdeki akıl durduran mekanizmalar… Özellikle bu gibi bilimsel bulgular ile Kur’an ayetleri arasında iliÅŸkiler bulmayı çok seviyoruz. Fakat tüm bu bilgilerin iÅŸaretleri Kur’anda mevcutken, bunları neden Müslüman bilginlerin bulamadığı çok sık gelmiyor aklımıza. Daha da ilginci, ekserisi “inançsız” olarak bilinen bilim adamlarının çalışmaları sonucu Kur’an’daki bilgileri teyit ediyor oluÅŸumuz, bizde görünür pek bir rahatsızlık oluÅŸturmuyor gibi.
Öte yandan, batı biliminin bazı netameli mevzuları bizim için tartışma konusu dahi olmadan reddediliyor. Bunların belki de en ünlüsü, canlıların evrimi konusu. Canlıların nasıl yaratıldığı ve bu dünyaya hangi kurallar çerçevesinde yayıldığı son bir kaç yüzyıldır Müslümanların ilgi alanına hiç girmemiÅŸ olmasına raÄŸmen ve bu konuda hemen hemen hiç bir fikrimiz yokken, bu konuda yapılan araÅŸtırmaların sonuçlarını ÅŸiddetle reddetme ve görmezden gelme eÄŸilimimiz hala çok yaygın. Hem de aslında reddiyemizin, Hristiyan kilisesi ile bilim adamları arasındaki asırlık bir kavganın doÄŸudan ithal versiyonu olduÄŸunu tamamen göz ardı ederek yapıyoruz bunu. Dünyayı gezip araÅŸtırma iÅŸini hiç yapmadan, bu iÅŸi yüz yılı aÅŸkın bir zamandır rutin olarak yapan batılı bilim adamlarını bir kalemde silmekte beis görmüyoruz.
“Allah’ın ipine sarılma” noktasında nasıl bir hata iÅŸlediÄŸimizi merak edip de kendi mesleÄŸimin gözlüÄŸüyle duruma baktığımda gördüÄŸüm acı manzaranın hülasası bu…
Ağır bir misyonumuz var
Üzerinde bulunduÄŸumuz coÄŸrafyada yaÅŸayan insanlar, aslında hiç de sıradan bir insan topluluÄŸu deÄŸil. Bu coÄŸrafya, tüm semavi dinlerin ve neredeyse bütün önemli felsefi fikirlerin dölyatağı. Ä°nsanlığın baÅŸlangıcından beri Mezopotamya ve Anadolu coÄŸrafyası, hemen her dönemde, insanlığa yön verecek bilgilerin neÅŸet etmesi için hazırlanmış, özel bir mekan gibi görünüyor. Bin yılı aÅŸkın zamandır Ä°slam bayrağı altında medeniyetler kuran dedelerimizin bıraktığı kültür ve toplumsal kodlar, ister fark edelim ister etmeyelim, adeta genlerimize iÅŸlemiÅŸ halde bizimle birlikte. Fakat son bir kaç yüzyıldır, sebepleri benim ilmimi aÅŸan bir fetretin pençesinde kıvranıyoruz.
Bütün bunlara raÄŸmen, “ümmetler yarışı”nda gerilere düÅŸmüÅŸüz. Sebepleri elbette muhteliftir, elbette ki sadece benim bilgimle bu büyük hastalığın teÅŸhisi konamayabilir. Fakat yine Kur’ana bakarak, “Allah’ın ipine sımsıkı sarılma”, yani O’nun bize bahÅŸettiÄŸi mesajı her devirde yeniden ve yeniden okumaya üÅŸenme rahatsızlığının tam da meselenin merkez noktasını oluÅŸturduÄŸunu görmek, çok zor deÄŸil. TeÅŸhis bu ÅŸekilde belirlendiÄŸi zaman da çözüm aslında kendiliÄŸinden ortaya çıkıyor.
Eski Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Kültür Ajanda Dergisi’nin Haziran 2014 sayısında yayınlanan mülakatı, bu konuda ÅŸahsıma ve benim gibi düÅŸünenlere umut veren mesajlar içeriyordu. Bunlardan belki de en önemlisi “Kainatın ayetlerini anlamayanlar, Kur’an’ın ayetlerini de anlayamazlar” ifadesidir. Her 5-10 yılda bir Kur’an’ın yeniden tefsir edilmesi gerektiÄŸini belirten Görmez, bu “tercüme” faaliyetinin sadece tefsir uzmanlarınca deÄŸil, bilim alanında uzman insanların da katılımıyla amacına ulaÅŸabileceÄŸinin defaatle altını çiziyor.
Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı’nın aÄŸzından bu sözleri duymak, gelecek adına umutlarımızı yeÅŸerten müthiÅŸ bir müjdedir aslında. “Anlayalım diye Arapça olarak indirilen” hayat rehberi Kur’an-ı Kerim’in, günümüzün bilgisine hakim bilim adamlarıyla birlikte yeniden, yeniden ve tekrar yeniden okunması, yeni baÅŸtan anlaşılması ve anlatılması gerekiyor. Kur’an’ın asli mesajlarından en önemlisi olan “kevni ayetlere dikkat çekme” mesajının, yeni nesillere doÄŸru biçimde anlatılması gerekiyor. Bu görev, bu gün bizlerin omuzlarındadır.
EÄŸer bu görevi hakkıyla yerine getirmeye niyet edersek, yani mesleÄŸi ve uzmanlığı ne olursa olsun, dünyanın ve kainatın güncel bilimsel bilgisine sahip insanlarımızla, kainatın ezeli tercümesi olan Kitabımız’a bakmaya karar verebilirsek, yüzyıllardır avuçlarımız arasından kayıp duran o kutlu ipi tekrar sımsıkı kavramak yolunda büyük bir aÅŸama kaydedeceÄŸiz. GeleneÄŸin ve geçmiÅŸin sırtımıza yüklediÄŸi tüm zan ve ön yargılardan kurtulup, Kadir-i Mutlak’ın bize ne mesaj verdiÄŸini yeni baÅŸtan anlamaya çalışırsak, önümüzde açılacak yeni ufukların bizi bambaÅŸka diyarlara ulaÅŸtıracağını ve tüm insanlığın beklediÄŸi kurtuluÅŸun tohumlarının bu çabada saklı olduÄŸunu, imanen kat’iyet derecesinde biliyoruz.
EÄŸer bu zor görevi ifa etmek yolunda ciddi bir niyet ve cehd ortaya koyabilirsek, Filistin’de, Mısır’da, Myanmar’da, Bosna’da ve dünyanın daha nice yerlerinde zulüm altında inleyen Müslümanların durumuna kahrolmak yerine, insanlığa saadetin yollarını yeniden gösteren bir medeniyeti nasıl inÅŸa edeceÄŸimizi konuÅŸmaya baÅŸlayabileceÄŸiz. Çok geciktik, boÅŸa çok zaman harcadık. Artık bir an olsun durma lüksümüz yok; zira bütün dünya yüzyıllardır bizlerden bunu bekliyor…[divider] [/divider]
(*) Ankebut Suresi 20. ayet: De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baÅŸtan nasıl yaratmış bir bakın. Ä°ÅŸte Allah bundan sonra (aynı ÅŸekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her ÅŸeye kadirdir.
Müellif: Sinan Canan / Haberajanda Dergisi, Temmuz 2014
Henüz yorum yapılmamış.