Amerika’nın Kürtlere Yönelik Dış Politikasındaki (Şimdilik) Altı Aşama

Follow @dusuncemektebi2
Başlığı şimdilik olarak belirtmek gerekiyor çünkü hâlihazırdaki ABD başkanı Trump’ın bir devlet aklı ve adamlığı ciddiyetinden uzak üslubu ve öngörüleri yanlışlayan tarzı, mevcut politikanın nereye doğru evrileceğine dair belirsizliği içermektedir.
Belirsizlik ve karmaşa postmodern dönemlerin temel karakteristiği zira Soğuk Savaş döneminin iki aktöründen biri olan ABD, şu anda Marksist bir örgütü desteklerken, ikinci aktör SSCB’nin halefi olan Rusya ise, bu Marksist terör örgütüne karşı yapılan Barış Pınarı Harekâtı’nın durdurulması için ABD’nin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'na (BMGK), yaptığı başvuruyu (Çin! İle birlikte) veto etti.
ABD’nin Kürtlere yönelik dış politikası hem Kürtleri hem de Ortadoğu‘daki birçok ülkeyi İran’ı, Irak’ı, Türkiye’yi şaşırtacak bir tarz içerir. Bu coğrafyada Amerikan dış politikasının şaşırtmadığı tek ülke vardır: ABD’nin 51. Eyaleti.
Bu yazıda temel olarak Michael Gunter’in (2011) “The Five Stages of American Foreign Policy towards the Kurds” adlı makalesi esas alınacak, yazıda belirtilen beş aşamaya altıncısı eklenecektir. Aslında her bir aşama Kürtlerin ABD’ye yönelik hayal kırıklığını dile getirmektedir. Bu aşamalara, 9 Ekim 2019 tarihinde başlayan “Barış Pınarı Harekâtı” ile ABD’nin bu zamana kadar (bilerek ve isteyerek) hatalı biçimde Kürtlerin temsilcisi olarak gördüğü ve desteklediği terör örgütü PKK-YPG’ye olan desteğini çekmesi, altıncı hayal kırıklığını meydana getirmiştir. ABD’nin binlerce tır silah desteği sunarak şımarttığı terör örgütü üyelerinin onun bu tavrına karşı kızgınlıktan siteme, bu davranışın arkasında derin bir aklın yattığını düşünerek sessizce beklemeye kadar varan tepkiler ortadadır. Bunun yanında, Amerika’ya yönelik sitemler, Amerika ve Avrupa kamuoyunu etkilemeye yönelik eylemler, sosyal medya etkinlikleri bu politikayı değiştirmeye yönelik bir siber koşturmacayı andırmaktadır.
Birinci Aşama: Birinci Dünya Savaşı sonrası Wilson İlkeleri
Kürtlerin Amerika ile tanışması gerçekte Kürt misyonerlerin Kürtlerin yaşadığı bölgelerde (özellikle Mardin’de) misyonerlik faaliyetlerini yürütmeleriyle başlar. Bu faaliyetlerin ana muhatapları öncelikle Ermeniler sonra da Süryanilerdir. Amerikalı misyonerlerin ürettiği bu olumsuz algıya rağmen Birinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan başkanı Woodrow Wilson’un, 8 Ocak 1918’de Amerikan Kongresinde açıklanan ve Dünya Barışı için On Dört madde olarak tarihe geçen ilkelerinden özellikle 12. Maddesi, İmparatorluğun içindeki farklı milliyetlerin bir referandum çerçevesinde kendi kendilerini yönetebileceklerine dair bir görüşü dile getiriyordu. Bu maddeler Ermeniler ve Kürtler için bir devlet kurma hayalini canlandırıyordu. Jwiadeh, Wilson ilkelerinin Kürtler üzerinde yarattığı etkiyi, küçük gören Kürt Lawrence’i olarak da anılan İngiliz Binbaşı Noel’in şu yorumunu verir (2004:274): “Başkan Wilson’un herkes istediğini yapsın haline dönüşüp boşa umut veren prensibi, bütün pırıltısıyla ufuktan yükselmektedir. Osmanlı Kürtleri avazları çıktığı kadar bağırırlarsa Wilson’un kendilerini duyacağını ve Diyarbakır’ı, kendi başlarına ve kötü yönetmelerine izin vereceğini; Türklerle paylaşmaları gerekmeden şişmanlamaya devam etmelerini sağlayacağını sanıyorlar.” Birinci Dünya Savaşı sonrası Sevr Anlaşması (10 Ağustos 1920, madde 62 ve 64) Kürtlere, bir yıl sonra Milletler Cemiyeti bağımsız bir devlet olabileceklerine ikna edilebildiği takdirde, tam bağımsızlığı seçebilecek özerk bir devlet kurma vaadinde bulunuyordu. (McDowall 2004:197)

10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması, “Kürtlerin milli ihtiraslarının tanınmasını ve onaylanmasını sağlamıştı. Ulusal bir Kürt devletinin kurulmasını öngören bu anlaşma, Kürt tarihi için bir kilometre taşıdır. Sevr Anlaşması’nın 62. maddesine göre, “İstanbul’da ikamet edecek(...)bir komisyon, bu Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak altı ay içerisinde Kürt halkının hâkim bulunduğu Fırat’ın doğusunda ve Ermenistan’ın daha sonra belirlenecek olan sınırının güneyinde, antlaşmanın 27. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları gereğince çizilen Türkiye-Suriye ve Irak sınırının kuzeyinde bulunan bölgelerin dahili otonomi planını hazırlayacaktır.”
3. madde, 62. maddede öngörülen hükümlerin Osmanlı Hükümeti’nce yerine getirileceğini taahhüt ediyordu. Sevr Anlaşması’nın 64. maddesi, Kürtlerin bağımsızlık amacıyla Milletler Cemiyeti Konseyi’ne ne zaman ve hangi şartlarda başvurabileceğini düzenliyordu. Bu madde şöyledir:
… Şayet 62. maddenin kapsamı içinde bulunan Kürt halkı, yani bu bölgelerde oturan halk çoğunluğu Türkiye’den ayrılarak tamamen bağımsız olmak arzusunu ortaya koyar ve Milletler Cemiyeti’ne başvurursa ve şayet Cemiyet de bu halkın bağımsızlık arzusunu gerçekleştirecek kapasitede bulunduğuna kanaat getirir ve bunun yerine getirilmesini tavsiye ederse, Türkiye bu tavsiyeyi aynen uygulamayı ve bu bölgelerdeki bütün hakları ile unvanlarından vazgeçmeyi taahhüt eder (Jwaideh 2004:254).
Bütün bunları belirttikten sonra Jwaideh diğer yorumcular gibi, Sevr’in ölü doğmuş bir anlaşma olduğunu belirtir. Sevr neden ölü doğmuş bir anlaşmaydı? Savaştan düzenli ve disiplinli ordusuyla nüfusuna göre daha az kayıp veren Almanya onur kırıcı bir anlaşma yapmasına rağmen anlaşmaya uymak zorunda kalmıştı. Doğu’da ordusunu terhis etmeyen Kazım Karabekir dışında dağılmış, yorgun neredeyse aralıksız on yıldır savaşan Osmanlı ordusu Mondros kararlarınca dağıtılmıştı. Tüm bunlara rağmen “sadece Türkiye kendisi için çizilen senaryoyu reddedebildi. 1918’de mağlup devletler arasında kendisine dayatılan anlaşmayı (Sevr Anlaşması) geçersiz kıldıran tek ülke Türkiye’ydi” (Langlois vd. 2003:115). Mustafa Kemal ile başlayan direniş ve zaferler 24 Temmuz 1923’de Lozan Anlaşmasının kabul edilmesi ile sadece Ermenilere verilen bağımsızlık ve toprak sözü unutulmadı aynı şey Kürtler için de geçerli oldu bu durum da doğal olarak Sevr Anlaşmasının noktalanması anlamına gelecekti. Bağımsız Kürt devleti beklentisi, İngilizlerin Irak’ta Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde petrolün kontrolünün kimde olacağına dair bir kararla da ilişkiliydi. İngilizler Kürt Lawrence’ın (Yüzbaşı-Binbaşı Noel) duygusal enformasyonları ile hareket ederek Bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması yerine kendi kontrolleri altındaki Irak’a bağlı, onun çatısı altında yaşayan Kürtlerin varlığına daha sıcak baktı. Böylece Wilson İlkeleri tıpkı Kürt Lawrence’ın dediği gibi, Kürtler için boşa umut veren prensipler olarak tarihteki yerini aldı.
İkinci Aşama: Barzani Aşaması
1970’lerin başlarında Amerika’nın desteğiyle Irak devletine karşı isyan eden Molla Mustafa Barzani’nin isyanıyla başlayıp, Amerika ve İran’ın Saddam’la yapılan anlaşma sonrası isyan için Kürtlere yapılan yardımları kestiğinde dönem sona erer.
İkinci aşamayı erken 1970’lerde başlatan Günter, Kürtlerin azınlık hakları taleplerini PKK’nın temsil ettiğini belirtir (2011:95). Oysa erken 1970’lerde PKK ayrılıkçı Kürt örgütlerinden sadece biridir ve her bir örgütün diğerini ajanlıkla suçladığı bu dönemde esas olarak çatışma sahası Türk devleti değil diğer ayrılıkçı Kürt terör örgütleridir. Günter bu dönemde Amerika açısından iki Kürt tipinin çıktığını belirtir: PKK’nın temsil ettiği “kötü Kürtler”, Barzani’nin temsil ettiği “iyi Kürtler.” PKK, kötü Kürtleri temsil eder, çünkü bir NATO müttefiki olan Türkiye için PKK terör örgütü olarak görülmektedir. Barzani’nin iyi Kürtleri temsil etmesinin bazı sebepleri vardır (Günter 2011:96); Şah tarafından yönetilen müttefiki İran’a iyilik yapmak (çünkü İran ve Irak arasındaki sorunların varlığı Kürtlerin desteklenmesiyle Irak’a zarar verilmesi anlamına geliyordu). Ayrıca bu destek Soğuk Savaş boyunca Irak’ın Sovyet Rusya’nın bir müttefiki olması dolayısıyla bir taktik olarak görülüyordu. Aynı şekilde İsrail üzerindeki baskıyı gidermenin bir aracıydı, böylece Irak gelecekte Yahudi devletine yapılacak Arap saldırılarına katılamayacaktı. Barzani’nin petrol zengini Kürdistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra OPEC’teki arkadaşı Birleşik Devletler’e bakacağına söz verdiğinden beri Ortadoğu petrolü ABD için kendi ihtiyacını tatmin etme olasılığını taşıyan unsur olarak görülüyordu.

Molla Mustafa Barzani ve Stalin
ABD Başkanı Richard Nixon ve onun önce Ulusal Güvenlik Danışmanı olan sonra da dışişleri bakanı olan Henry Kissinger, Iraklı Kürtleri Bağdat yönetimine karşı isyan için cesaretlendirir. Ancak Şah ve Saddam’ın anlaşmaya varması sonrası ABD (ve İran) Kürtlere verdiği desteği geri çeker. Barzani’nin ABD’ye tepkisine ise Kissenger alaycı bir biçimde (utanmazca= cynically), şu resmi açıklamayla cevap verir, “örtülü operasyonlar misyonerlik (hayır) faaliyetleriyle karıştırılmamalıdır.”
ABD’nin izlediği politikalar sonucu büyük hayal kırıklığı yaşayan Molla Mustafa Barzani’nin, Irak’ta başlattığı Kürt hareketi 1975’de birden bire yok olur. Ömrünün son yıllarını Amerika’da geçiren Barzani bu hayal kırıklığı içinde hayatını kaybeder.
Amerika’nın Kürtlere yönelik politikası Sovyetlere karşı bir denge oluşturmada üçüncü derecede role sahip olmak, Irak ya da İran’a yönelik politikada aracı rol oynamak dışında pek bir öneme sahip görünmemektedir. Soğuk Savaş yıllarında Iraklı Kürtler, Amerikan dış politikası için “vazgeçilebilir piyon” (Günter 2011:97), olmanın ötesinde bir anlama ve değere sahip görünmemektedir.
Amerika’nın Kürtlere yönelik dış politikasının üçüncü aşması için Soğuk Savaş’ın sona ermesini, 1991’deki Körfez Savaşını peşi sıra Çekiç Güç’ü beklemek gerekmektedir. Amerika’nın nihayetinde dördüncü aşama ile 2003 yılında ikinci Krfez İşgali ile birlikte hedefi çok daha netleşmektedir. Bir Kürt devleti kurmak, Olson’un (2008:23) sözleriyle, “…resmi olarak açıklanmasa da Amerikan işgalinin asıl amaçlarından biri, Kürt milliyetçiliğini desteklemek ve güçlendirmek ve… nihai Kürt devletinin yolunu açmaktı.”
Irak Kürtleri, Türkiye’de PKK terör örgütü veya Kürt hareketini temsil eden diğer legal ya da illegal örgütlenmeler ortaya çıkmadan önce Kürt milliyetçilerinin temel odak noktasıydı. Hamit Bozaslan Kürt milliyetçiliğinin ortaya çıkış sürecinde Türkiye’den önce Barzani ailesiyle birlikte bu sürecin Türkiye dışında başlayıp, Türkiye’yi de etkilediğini belirtir. Özellikle 1960’ların sonunda. Kürt milliyetçiliğinin ve Kürt hareketinin önemli bir simgesi olarak Molla Mustafa Barzani hareketinin ABD ve İran tarafından, Irak’ta yüzüstü bırakılması (1975) büyük bir umutla ortaya çıkan Kürt hareketinin birdenbire sona ermesine neden olmuştur. ABD tarafından önce ümitlendirilip desteklenen sonra da savunmasız biçimde bırakılan Barzani’ tarihsel misyonunu kaybeder. ABD’nin bu ihaneti Kürtler tarafından unutulmayacaktır ancak Bir Kürt devleti kurmanın yolu da ABD’den geçtiği için Kürtler her defasında ABD’ye dönmekte bir sakınca görmemektedirler, her defasında…
ABD’nin Irak Kürtlerine yönelik politikasındaki çıkmaz
ABD’nin Kürtlere karşı izlediği politikada onu bir çıkmaza sokan durum Kürtler dışındaki aktörlerin (bölgedeki diğer dört devletin) pozisyonudur. Gunter (2011) ABD’nin bu durumuna dair şunları belirtir: Kürtler her biri kendine özgü biçimde ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken dört farklı ülkede (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) bulunurken, Birleşik Devletler ’in Kürtlere ilişkin her bir devlet özelinde belirgin bir siyasi politikası yoktur. Dahası Kürtlerin yaşadığı ülkeler ABD’nin dış politikası için Kürtlerin kendilerinden daha önemlidir. Ayrıca Birleşik Devletler bu daha önemli ülkeler ile ilgilenirken Kürtlerin sorun çıkarması işin içinden çıkmayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca Gunter, ABD’nin Ortadoğu dengesine verdiği önemi tamamen insan hakları ve demokrasi ekseninde açıklayıp (petrol gibi önemsiz! olguları bir kenara bırakıp) ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik ilgisini, insan hakları ve Ortadoğu dengesine verdiği önem ile ilişkilendirip, Kürtlere belirli bir miktar ilgi ve hatta koruma borçlu olduğunu kabullenmiştir. Ancak üçüncü aşamada işler biraz daha karmaşık bir hal almaktadır. Özellikle 2003 Irak işgalindeki savaşta Türkiye ve diğer ülkeler ABD’yi desteklemezken Iraklı Kürtler, Saddam Hüseyin’e karşı ABD’yi desteklemiştir. Gunter’e göre, bu minnettarlığa rağmen yine de Birleşik Devletler, Irak’ın bölünmesine ve dağılmasına neden olacağı ve böylece Ortadoğu'da daha büyük bir dengesizlik ortaya çıkacağı endişesiyle Iraklı Kürtlerin bağımsızlığına karşı koymuştur. Birleşik Devletler’in bu noktadaki konumu, Kürt bağımsızlığını kendi ülkesel bütünlüklerine karşı bir tehdit olarak algılayıp karşı koyan Türkiye ve bölgedeki diğer devletlerin tutumu göz önüne alındığında gittikçe katılaşmaktadır. Birleşik Devletler Irak’ın siyasi bütünlüğünü sürdürmek ve Kürtleri tatmin etmek için bir yol olarak Bölgesel Kürt Devleti’ni temkinli bir biçimde desteklemektedir. Bu konu elbette doğal olarak çelişkilidir ve başarılı bir şekilde yerine getirildiğinde Gunter bunun oldukça iyi bir siyasi çizgi olduğunu belirtir. ABD’nin Kürtlere yönelik bu tutumu Iraklı Kürtlerin bu tarihten sonra Amerikalılara yönelik sempati ve sevgilerini arttıracaktır. Kürtler ilki 1975’te ve sonra tekrar 1991’de olmak üzere iki defa Birleşik Devletler tarafından ihanete uğradıklarını hatırlamakta ve bu yüzden bir kez daha başlarına aynı şeyin gelebileceğini tahmin etmektedirler.
Üçüncü aşama: “Kürdistan Bölgesel Yönetimi”
Olson ABD’nin Kürtlere yönelik dış politikasının üçüncü aşamasını “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” dönemi olarak tanımlar. Üçüncü aşama Körfez Savaşı (1991) ile yani ABD’nin Irak’ı birinci işgali ile başlar, Mart 2003’teki Irak saldırısı yani ikinci işgal ile biter. Bu dönemde Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) veya Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin ortaya çıkmasıyla birlikte, modern dönemde Kürtlerin bağımsız bir Kürt devletine en çok yaklaştıkları dönem başlamış olur.
Körfez Savaşı
2 Aralık 1990 tarihinde Irak askerleri Kuveyt’i işgal ettiğinde, Saddam bu hareketinin kendi sonunu getireceğini tahmin edemezdi. Irak’ın yenilmesi ve askeri gücünün ABD ve müttefikler tarafından Kuveyt dışına atılmasından sonra ABD Başkanı George H. W. Bush Kürtleri cesaretlendirir. Bush, 2 Mart 1991’deki ateşkesten sonra Saddam Hüseyin’in iktidardan çekilmesi gerektiği ve Irak halkının kendi sorununu kendisinin çözmesi gerektiğini belirtir. Saddam Hüseyin’in kenara çekilmesi için onu zorlar ancak amacına ulaşamaz Saddam hâlâ iktidardadır. Ateşkes sonrası Şiilerin ve Kürtlerin ayaklanmalarına ve ilk başarılara rağmen ne Kürtler ne de Şiiler Saddam’ın güçlü ordusu ile başa çıkamaz. Saddam iki Kürt liderinin Mesut Barzani'nin KDP'si (Kürdistan Demokratik Partisi) ve Celal Talabani’nin KYB'sinin (Kürdistan Yurtseverler Birliği) isyanını bastırır. Bu yenilgi sonrası Kürtler, Saddam’ın acımasız diktatörlüğüne karşı kendilerini teşvik edip cesaretlendiren Bush’tan yardım isterler. ABD başlangıçta Irak’ın iç çatışmasına müdahale etmek istemez. Gunter’e göre (2011) bunun nedeni ABD’nin uzun süreli işgali istememesidir. Irak’ın Lübnanlaşması tehlikesi ve bir dış operasyon olarak Kore Savaşı’nın kamuoyundaki etkisi ayrıca Vietnam macerası Amerika’nın düşüncesini etkiler. Kürtlerle Saddam arasındaki savaşı Saddam kazandığında ona karşı Kürtleri desteklemek kalıcı bir Amerikan taahhüdü gerektirebilirdi ve Kürtlerin Irak’taki başarısı Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtleri provoke edebilirdi. Yani buradaki gelişmeler Türkiye’de de bir Kürt ayaklanmasına neden olabilirdi. Ancak Irak ordusunun ayaklanan Kürtleri -ki sayısı 500 bin ila 2 milyon arasında belirtilir- İran ve Türkiye sınırına sürmesi büyük bir sığınmacı-mülteci sorunu ortaya çıkarır. Bu mülteci sorunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nun (BMGK) 5 Nisan 1991 yılında 688 sayılı kararı almasına neden olur. Bu kararla Kuzey Irak’ta yani 36. Paralel’in Kuzeyine uçuş yasağı konur. Amaç Saddam’ın saldırıları karşısında mülteci Kürtleri korumaktır.
Huzur Operasyonu (17 Nisan 1991) ve Çekiç Güç
Göçmen krizinin sonrasında 5 Nisan 1991’de BMGK tarafından alınan karardan 12 gün sonra ABD, 36. Paralel ’in Kuzeyini uçuşa yasak bölge ilan ederek geri dönüşü hızlandıracak Huzur Operasyonu’nu başlattı. Kuzey Irak’taki bu bölge mülteci Kürtlerin güven içinde dönmeleri anlamına geliyordu. Bu operasyonu yürütecek olan askeri personel Çekiç Güç’ü oluşturacaktı ki bunların karargâhı İncirlik ve Zaho’daydı.
Bu tedbirler Kürtlerin Kuzey Irak’taki evlerine dönmelerini sağladığında, yakında fiilen hükümet olan KBY (Kürdistan Bölgesel Yönetimi ya da Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi) tecrübesi ortaya çıktı. Huzur operasyonu süresinin uzatılması Türkiye’de temel bir politik sorun oldu, birçok Türk, otorite boşluğu olduğunu ve PKK’nın orada barınmasına fırsat sağlandığına inanıyordu. Hatta huzur operasyonunun yeni bir Sevr Antlaşması salvosu açtığı iddia ediliyordu. 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti yaratmaya yaklaşması gibi şimdi de Irak Kürtleri ikinci kez yeni bir devlet yaratmaya yaklaşmışlardı (Gunter 2011:97). Bunu da Amerika’nın bölgedeki askeri varlığı olan Çekiç Güç olarak bilinen unsurları aracılığıyla yapıyorlardı.

1988 tarihinde Irak’taki birçok farklı Kürt siyasi hareketinin oluşturduğu Kürt cephesi 19 Mayıs 1992 tarihinde Kuzey Irak’ta (Erbil’de) Ulusal Meclisi kurdular.
Bölgesel meclis 4 Ekim 1992’de kendini Irak içindeki Kürdistan bölgesinde federal bir devlet ilan etti (Aziz 2013:127). Bu durum Kürt milli kimliği ve bilinci için önemli bir gelişmeydi ancak ne bu seçimler ne de bundan sonrakiler Irak yönetimi ve bölgedeki diğer ülkeler (olan Türkiye, İran ve Suriye) tarafından kabul edilmedi.
1 Mart 2003 Tezkeresi ve üçüncü aşamanın sonu
ABD’nin 20 Mart 2003 tarihinde başlatacağı İkinci Irak İşgali öncesinde askerlerini (62 bin ABD askeri) Türkiye üzerinden Irak’a sokmak için TBMM’ye getirilen tezkere, 1 Mart tarihinde geçmedi. Tezkere aynı zamanda “yaklaşık 45 bin Türk askerinin de işgalde Amerikalılara katılmasını öngörmekteydi” (Olson 2008:35). Tezkere’nin TBMM’den geçmemesi Amerikan hükümetinin Türkiye aleyhine daha kışkırtıcı hareketlerde bulunmasına neden olur ki bunlardan biri, Süleymaniye’de 11 Türk özel kuvvet personelinin tutuklandığı 2 Temmuz 2003’deki “çuval” olayıdır. Türklerin Amerikalılar gözündeki bu itibar kaybına karşılık Kürtler bu süreçte ABD’nin önemli bir müttefiki halini alır. Zira ABD’nin yanında yer alarak Kerkük, Tikrit ve Musul’un alınması Kürtlerin pozisyonlarını güçlendirir. Ayrıca Türk özel kuvvetlerine Amerikalıların saygısız davranışları karşısında Türk tarafından gelen cılız sesler Kuzeyden bir müdahale ihtimalinin azaldığı düşüncesinin oluşmasına yol açar. Kuzey Irak’ta Kürtler ABD’nin desteği ile defacto bir yönetim oluşturmuşlar ve hem Arap hem Fars ve hem de Türklere karşı bir garantöre sahip olmuşlardı, artık uçuşa yasak bölge fiilen kaldırılabilirdi ki 19 Mart 2003’de bu yasak son erdi.

“İyi ve kötü Kürtler” arasında ABD
Çekiç Güç ve uçuşa yasak bölge olan 36. Paralelin kuzeyi, Türkiye’deki sıradan bir vatandaş için ABD’nin PKK’yı desteklediği, besleyip büyüttüğü bir alan olarak görülür. Bu alan Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi olarak tanımlanır ancak Irak devletinin işgalden kaynaklanan iktidar boşluğu nedeniyle merkezi devletin egemenliğini pek de onaylamayan yapı olarak var olur. Bölgedeki tüm Kürtlerin sözcülüğünü yapmak adına PKK ile girişilen rekabet-çatışma dışında muhalefetin ya da düşmanın kim olduğu zaman zaman değişir ancak değişmeyen ve kaybedilmek istenmeyen Amerikan desteğidir. Amerika, ikinci Irak işgali (Mart 2003) sonrası kendisi için savaşmaya hazır ve bunun karşılığında sadece diğer ülkelere karşı uluslararası tanınma ve ABD garantörlüğü isteyen iki müttefik bulacaktır: İyi Kürtler (Barzani-KDP ve Talabani-KYB) ve kötü Kürtler (PKK sonra YPG ya da terörden arındırılmış ismiyle SDG: Suriye Demokratik Güçleri). Özellikle ikinci müttefik (PKK ve uzantısı YPG), ABD’nin 10 Ağustos 1997 tarihinden beri terör listesinde yer almaktadır. Ancak buna rağmen muhatabına terör örgütü muamelesi yapmamaktadır. Tıpkı Olson’un (2008:43-44) belirttiği gibi:
“ABD yönetimi, Amerika ve/ya KDP ile KYB’nin PKK/Kongra Gel’e karşı harekete geçmediğini soran Türkiye’ye karşı sağırları oynadı. Türkler için, özellikle hem açıkça hem de gizli gizlice dünyanın her tarafında “terörizme” karşı savaş yürüten ABD’nin …2004-2005 yılları boyunca PKK “terörist”lerine karşı harekete geçmemesi acı bir durumdu.”
Müellif: Tevfik Erdem / Stratejik Düşünce Merkezi
______________________________________________________________
Kaynakça
Aziz, Mahir A. (2013) Irak Kürtleri (çev. Z. Kılıç), Kitap Yayınevi) İstanbul.
Michael Gunter’in (2011) “The Five Stages of American Foreign Policy towards the Kurds”, Insight Turkey, vol. 13/no:2, pp.93-106
Olson, Robert (2008) Koyun ve Kasap, Irak İşgalinden Bu Yana Kürdistan-Irak’ta Milliyetçilik ve Devlet Oluşumu, (çev. M. Ataman), Orion, Ankara.
Henüz yorum yapılmamış.