Prof. Dr. Mehmet Azimli: Ahir Zaman Kabusu
Follow @dusuncemektebi2
Tarihin dönemlendirilmesi konusunda Müslümanlarda oluşan anlayışta bazı problemler bulunmaktadır. Bu konuda Müslüman kültüründen bize gelen rivayetler, dönemlendirmenin sanki bizzat Hz. Peygamber tarafından yapıldığını belirtir mahiyettedir.
Rivayetler temelinde baktığımızda Müslümanların geleceklerinin tümüyle bir çöküÅŸ ve yıkılıştan ibaret olduÄŸu mesajı verilmektedir. Çok az sayıda nakledilen ümit verici hadisler ise, vaat edilen iyi günlerin süresinin de aşırı derecede kısa olmasıyla (yedi, dokuz ve en fazla kırk yıl gibi) ayrı bir olumsuzluk içermektedir.
Bu rivayetlerden en meÅŸhuru “En hayırlı asır benim asrım ve sonra gelenlerin ve onlardan sonra gelenlerin asrıdır. Bundan sonra öyle bir topluluk gelir ki, ÅŸahitlikleri yeminlerini, yeminleri de ÅŸahitliklerini geçer” ÅŸeklindeki hadiste en hayırlı üç asırdan bahsedilmektedir. GeleneÄŸimizde, Sahabe, Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn nesli olarak bilinen bu asırlar, Hz. Peygamber’in dönemi itibariyle “Asr-ı Saadet” ve geri kalan iki asır da ona mülhak asırlar olarak algılanmaktadır.
Hz. Peygamber’in ashabıyla birlikte yaÅŸadığı dönemin “Asr-ı Saadet” olarak algılanıp, bu dönemin asla eriÅŸilemez bir zirveyi temsil ettiÄŸi inancı, zorunlu olarak geleceÄŸi aÅŸağıya ve kötüye doÄŸru giden bir zaman dilimine, tarihi de kötümser (pesimist) bir tarih algısına dönüÅŸtürmüÅŸtür. Bu durum ilk Ä°slamî asrın kutsallığı ve zirvede baÅŸlayan bir tarihi anlatmaktadır. Rivayetlerin resmettiÄŸine göre; bu durum, önceden belirlenmiÅŸ, hem de kötüye doÄŸru belirlenmiÅŸ olan bir tarihtir ve önce gelenin sonra gelenden daha faziletli ve üstün olduÄŸu esası üzerine kurulmuÅŸtur. Böylece Ä°slam tarihi iyi olandan kötüye, hayırlı olandan hayırsıza doÄŸru bir seyir takip etmektedir. DiÄŸer bir ifadeyle Ä°slam tarihi zirveden, piramidin en yukarı noktasından baÅŸlamış, aÅŸağıya, kötüleÅŸmeye ve bozulmaya doÄŸru bir istikamet takip etmiÅŸtir. Bundan sonra baÅŸlayacak olan dönem, zorunlu (determinist) bir gidiÅŸtir ve Müslümanların gittikçe kötüye doÄŸru gitmek zorunda oldukları bir süreci baÅŸlatmaktadır. Aslında ÅŸu ana kadar yazılan Ä°slam tarihleri de bir ÅŸekilde bu merkezde anlatılmaktadır. Böyle bir zihniyetin dünyaya bakışının olumsuz ve karamsar olması doÄŸaldır.
Yukarıdaki üç hayırlı nesilden sonra baÅŸlayan bozulma ve çöküÅŸ süreci, aynı zamanda kıyametin de beklenmesi sürecini baÅŸlatmıştır. Zaten, Hz. Peygamber’in son peygamber olması, insanlığın imtihanının son perdesi gibi algılanmış ve en yakın bir zamanda kıyamet beklenmiÅŸtir. Mesela “Ä°ÅŸler ÅŸiddetlenmeye devam edecek, dünya kaçılacak bir ÅŸey olacak, insanlar cimrileÅŸecek ve kıyamet ancak kötülerin üzerine kopacaktır” rivayetindeki gibi.
Bu düÅŸünceyi besleyen bir rivayet ise açıkça bir dönemlendirme vermektedir: “Hilafet otuz yıldır, ondan sonra zalim sultanlar dönemi gelecektir.”
Bu hadise göre ÅŸu devirler gelecektir:
Nübüvvet devri,
Nübüvvet usulünce hilafet devri,
Hükümdarlık devri.
Müslümanlar olarak tarih algımızın “kaderci” karakteri çok belirgindir. Her tarihî olayın önceden bir yazgıyla belirlendiÄŸini ve tarihe egemen olan genel bir kaderin/yasanın var olduÄŸunu kabul eden fatalist bir karaktere sahip olan bu tarih algısına “belirlenimci tarihçilik” de denilebilir. Bu “determinist” tarih algısı, çoÄŸunlukla kaderci/cebriyeci anlayışa sahip olan Müslümanların halen etkisinde oldukları tarih algısıdır. Ä°slam dünyası, içinde bulunduÄŸu kötü durumu bir taraftan fatalist bir tarih algısıyla açıklamaya çalışıp rahatlamak isterken, diÄŸer taraftan da bu durumdan kurtulabilmek için yine Allah’tan cebrî bir müdahale ile durumu düzeltmesini talep etmektedir. Bu da Mehdi ve Ä°sa’nın nüzulü veya her yüzyılın başında dini yenileyecek bir müceddidin gönderileceÄŸi gibi geliÅŸtirilen inançlardır. Yani yine Allah tarihe müdahale edecektir. Burada durum hem cebrî bir algıyla Allah’a baÄŸlanmakta, hem de kurtuluÅŸ ondan beklenmekte ve yine cebrî bir tarih algısı devam etmekte, zamanı kendi tarihi olarak algılayamamaktadır.
Cebriye, insanı tamamen ilahi takdirin bir aktörü olarak görürken, Mûtezile insanı kendi eylemini kendisi yapan bir hür varlık olarak anlamıştır. Her iki anlayışı da sapıklık olarak deÄŸerlendiren ve geneli temsil eden Ehl-i Sünnet, insanı yapıp etmelerinden sorumlu tutacak iradenin ne tür bir irade olduÄŸunu belirlemekte hayli zorlanmıştır. Hatta net bir tanım sayılabilecek bir açıklama getirildiÄŸini söylememiz mümkün deÄŸildir. “Allah’ın tenzih edilmesi” esasına dayalı bu yaklaşım tarzında Ehl-i Sünnet net olarak insan sorumluluÄŸunu belirleyemediÄŸi için, bütün çabalarına raÄŸmen Cebriye’nin görüÅŸlerine yakın durmaktan kurtulamamıştır. Sonuçta eylemi (tarihi) tamamıyla Allah’a -ilahî takdire- verip, Allah’ı tarihin tek faili yapmış ve tarihi insanın deÄŸil, Allah’ın tarihine dönüÅŸtürmüÅŸtür.
Aslında rivayetlerden yola çıkarsak, rivayetlerde sıkça vurgulanan ve çoÄŸunda açıkça ifade edilen, belirlenmiÅŸ, dönemlendirilmiÅŸ tarih vurgusu, insan iradesine baÄŸlı bir tarihi deÄŸil, Allah’ın tamamen kontrolünde olan bir tarihi ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in “Åžu tarihte ÅŸöyle olacak, ÅŸu zamanda bunlar meydana gelecek” demesi “Allah tarihi böyle kurgulamış, bunun aksine bir ÅŸeyin olması imkânsızdır” demektir. Böylece, Ä°slam geleneÄŸindeki tarih algısı, Allah’ın eylemlerinin (tecellilerinin) tarihine dönüÅŸmüÅŸ, insan da bu tarihin sadece figüranları konumuna inmiÅŸtir. Böyle bir bakış açısına göre: “kâfirlerle Allah mücadele edecek, zalimlerin cezasını Allah verecek, adil kurtarıcıları Allah gönderecek, hastalarımıza ÅŸifayı o verecek, borçlularımızın borcunu o ödeyecek, vs”… Ä°slam dünyasında yapılan dualara ve bu duaların muhtevasına baktığımızda, belirlemeye çalıştığımız tarih anlayışının nasıl hâkim olduÄŸunu çok açık olarak görebiliriz. Akif’in “Huda’yı kendisine hizmetçi yaptı, kendi oldu Huda” dediÄŸi durum ortaya çıkmaktadır.
Bu anlayışa göre, tarih sürekli kötüye gidecekse bu normaldir. Çünkü kıyametin kopması için bu gereklidir. Åžayet Allah bu arada Müslümanlara iyi günler lütfedecekse, o zaman da bunu yine o yapacaktır. Müslümanlara terettüp eden herhangi bir ÅŸey yoktur. Müslümanlar, böylece uzunca bir süredir, reel tarihten kopuk bir anlayışla tarihin kendi rotasında akmadığı, zamanın kendi kurallarıyla ilerlemediÄŸi bir tarih dışılığa maruz kalmışlardır.
Sonuç olarak rivayetlerin, geleneÄŸimizde nasıl bir tarih anlayışı inÅŸa ettiÄŸi ortadadır. Bu rivayetler, kanaatimize göre Hz. Peygamber’in sözleri deÄŸil, onun adına söylenmiÅŸ tarihsel tepkiler veya tespitlerdir. Bu durumda, sözü edilen rivayetlerden hareketle tarihi dönemleri inÅŸa etmek yerine, Hz. Peygamber misyonunu ve vizyonunu kendi tarihimizde yeniden yorumlayarak, yeni bir tarih algısı inÅŸa etmek, insanı tarihin gerçek faili yapmak durumundayız. Bu inÅŸa da rivayetlerin rolü, olumsuz örnekliÄŸiyle geçmiÅŸte başımıza açtığı sorunları gidermek ve doÄŸru bir tarih algısını kazanmamıza tersinden yardımcı olmaktır. Böylece biz, tarihi bize gerektiÄŸi ÅŸekilde ve sorumluluk bilincimizi geliÅŸtirdiÄŸi biçimde yeniden anlaşılabilir ÅŸekilde kurmamız gerekmektedir.
Henüz yorum yapılmamış.