Sosyal Medya

Abdurrahman Dilipak: Sevr ve Lozan'dan günümüze uzanan kürt meselesi-II

5 Ekim'deki yazımda, Kürdistan konusunun tarihi arka planı ile ilgili yazımızı bitirememiştim. Türkiye Osmanlı bakiyesi bir toplum. Burada 40 kadar halk yaşıyor. Koskoca Osmanlı yurdu dağıtıldı. Geriye kalan da taksim edilip dağıtılacaksa, burada kimse kalmaz. Geriye kalan ABD, AB ve İsrail’in kuklası olur sadece. Ve bu coğrafya kan gölüne döner.



Selahaddin’in çocukları üzerine plan yapanlar aslında kendi elleri ile bize dayattıkları anlaÅŸmaları kendileri tartışılır hale getiriyorlar ve bu bölgede bizim üzerimizdeki planları sebebi ile birbirlerine düÅŸtüler. Mekerallahu! Görelim Mevlam neyler. Bize ÅŸer gibi gelen ÅŸeyler, bakarsınız bir hayra, bir uyanışa vesile olur.
 
Ä°stememiz gereken adalet, barış ve hürriyet. Birimize ne lazımsa ötekine de o lazım. Ä°nsanlar burada inandığı gibi yaÅŸayıp, düÅŸündüÄŸünü özgürce ifade edebiliyor, haksızlığa uÄŸradığında hakkını ve emeÄŸinin karşılığını alabiliyorsa, kovsanız da kimse gitmez. Yoksa baÄŸlasanız da kimse durmaz!
 
Kürtleri bulundukları ülkelere karşı kışkırtanlar, aslında karşılarına Türkiye, Ä°ran, Irak ve Suriye’yi alıyorlar. Türkiye ile Arap dünyası arasında, aralarında bir “Kürt koridoru”, bir “Åžii koridoru” oluÅŸturup, petrol bölgesine hakim olmak istiyorlar. Yoksa Kürtlerin ela gözüne hayran olduklarından deÄŸil. Düne kadar BOP çerçevesinde, Ankara TSK’yı ABD’nin emrine verseydi, Kürtleri ezeceklerdi. BOP çökünce kendilerine yeni bir piyon arayışına girdiler. PKK ve PYD üzerinden tezgahlanan planlar yeni deÄŸil.
 
22 Åžubat 1920 tarihlerinde Baban AÅŸireti Reisi PaÅŸa Bey ve diÄŸer birçok Kürt beyi bir beyanname yayınladılar. Åžöyle diyorlardı, çeÅŸitli yerlere gönderdikleri telgraflarında: “Gazetelerden öÄŸrendiÄŸimize göre ÅŸu anda Paris’te oturan ve Kürt olduÄŸunu iddia eden Åžerif PaÅŸa, Türkiye’deki entrikalarında baÅŸarılı olamadığı için, Bogos Nubar ile birlikte, gerçekte kiÅŸisel çıkarlar için çalışmasına raÄŸmen, güya bağımsız Kürdistan için barış konferansına baÅŸvurmuÅŸtur. Bu nedenle barış konferansına bildiririz ki, Kürtler, soy ve din olarak Türklerle aynı ülke içerisinde birleÅŸtikleri yasal kardeÅŸlerdir. Osmanlı hükümetinden baÅŸka hiç kimsenin Kürtler adına konuÅŸma hakkı yoktur. Osmanlı tarihi içinde Kürtler arasında hiçbir ayrım yapılmamıştır. Ve bütün savaÅŸlarda Kürtlerle birlikte ön saflarda kanlarını akıtmışlardır. Acaba Rus orduları ülkemizden çekildikten sonra, Ermeniler tarafından katledilen Müslüman halkın yüzde 80’inin Kürt olduÄŸunu bugün Bogos Nubar’la uzlaÅŸan Åžerif PaÅŸa bilmiyor mu? (…) Ä°mparatorluk topraklarından bir kısmını ayırıp Kürtlere vermek, gelecekte Ermenilere yeni bir ülke hazırlamak demektir. Barış Konferansının dikkatine sunuyoruz ki, bizi Osmanlı Ä°mparatorluÄŸundan ayırmak için varlığımızdan hiçbir ÅŸey bırakmaksızın yok etmeleri gerektiÄŸini kendilerine bildiririz.”
 
Tabii ÅŸunlar da vardı: “2 Ocak 1919’da Ä°stanbul’da Sait Molla, Mustafa PaÅŸa, Emir Bedirhanzade, Emir Ali ve arkadaÅŸları  Ä°ngiliz Yüksek KomiserliÄŸi’ne verdikleri bir istidada, “Kürtlere sınırları coÄŸrafi olarak saptanmış, Ä°ngiliz mandası altında bir ülke verilmesini” ve “azınlık olarak tanınmalarını” istediler. 15 Nisan 1919’da Babıali nezdindeki Ä°ngiliz temsilci Andrew Ryan’ı ziyaret eden Kürt ayrılıkçılarından Seyit Abdülkadir de Ä°ngiliz mandasında “Özerk Kürdistan” kurulmasını istedi. Aynı ÅŸekilde Osmanlı devletini temsilen Stockholm BüyükelçiliÄŸi yapan Kürt Åžerif PaÅŸa, Paris Barış Konferansı’na katılarak, “Bağımsız Kürdistan” talebinde bulunacak ve bir harita sunacaktır. Ä°ngilizlerin Kürt meselesine bakışını Ä°ngiliz MüsteÅŸarı Hohler, 27 AÄŸustos 1919’da Londra’ya gönderdiÄŸi raporda açıkça ifade eder: “Kürt sorununa verdiÄŸimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Kürtlerin ve Ermenilerin durumları beni hiç ilgilendirmez” diyordu. Aynı ÅŸekilde Ä°ngiliz Mr. Kidston da 28 Kasım 1919’da Londra’ya gönderdiÄŸi raporda: “Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarlarımız icabıdır” diyordu. Amiral Sir Robeck, 26 Mart 1920’de DışiÅŸleri Bakanı Lord Curzon’a benzer bir mesaj veriyordu:  “Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarlarını baÄŸdaÅŸtırabiliriz. Ä°stanbul’daki Kürt Kulübü BaÅŸkanı Seyit Abdülkadir ile Paris’teki Kürt delegesi Åžerif PaÅŸa emrimizdedir…” Damat Ferid Kürdistan kurulacaksa, bunların Mustafa Kemal’e karşı kullanılmasından yanadır mesela.  Ä°ngilizlerle Fransızlar arasındaki asıl ihtilaf ise bölgedeki petrol ve madenler üzerindeki imtiyaz konusunda idi. Heyeti temsiliyede de Türk-Kürt Dersim Mebusu Diyap AÄŸa, TBMM’de “Dinimiz, diyanetimiz, aslımız, neslimiz hep birdir; bizim içimizde ayrılık gayrılık yoktur, hep biriz, kardeÅŸiz” dedi. TBMM’deki Kürt kökenli milletvekillerinden Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey ise: “Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrasını ayaklarımız altında çiÄŸnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki Elcezire cephesinde çarpıştık, nasıl ki Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz…” dedi.
 
Konu sonunda Lozan’da bir ÅŸekle baÄŸlandı ama tartışma görüldüÄŸü gibi hâlâ bitmiÅŸ deÄŸil. 1 asır sonra yine Ermeni meselesi, yine Kürt meselesini ısıtıp ısıtıp önümüze getiriyorlar. 
 
Lozan’ın 3. madde 2. fıkrasına göre Musul konusu Türkiye ve Ä°ngiltere arasında 9 ay içinde çözülmeye çalışılacak, sonuç alınamazsa Cemiyet-i Akvama gidilecekti. Sonuç alınamadı ve Musul sorunu 19 Mayıs- 5 Haziran 1924 arasında Ä°stanbul’da KasımpaÅŸa / Haliç Konferansı’nda görüÅŸüldü, ancak Ankara ve Ä°stanbul hükümetlerinin hangisinin temsil yetkisi olduÄŸu konusunda ihtilaf çıktı.. 7 AÄŸustos’ta Ä°ngilizlerin bölgede Nasturi Ä°syanı çıkararak süreci sabote ettiler. 29 Ekim 1924’te Brüksel’de olaÄŸanüstü toplanan Cemiyet-i Akvam, Türkiye ile Irak arasında “Brüksel Hattı” denilen geçici bir sınır belirledi. Bu arada Ä°ngilizler yine rahat durmadı. Bölgedeki dini ve etnik toplulukları kışkırttılar. 13 Åžubat 1925’te Åžeyh Said Ä°syanı çıktı. Cemiyet-i Akvam bölgede giderek artan belirsizliÄŸe bir açıklık kazandırmak için 16 Aralık 1925’te Musul’u sınırımızın dışında bırakan bir karar aldı. Brüksel Hattı’nın kuzeyini Türkiye’ye, güneyini Irak’a bıraktı. Bugünkü  Türkiye-Irak sınırı bu ÅŸekilde çizildi.  Ankara hükümeti ise 17 Aralık 1925’te SSCB ile dostluk ve tarafsızlık antlaÅŸması imzaladı.
 
Musul’la bağımızı 1962’de 27 Mayıs darbecileri, Ä°ngiltere’ye olan borcumuz karşılığı, Musul petrollerinden bize bırakılan payımızdan vazgeçerek noktaladık. Bugün Irak’ın Türkiye sınır bölgesinde 20 km derinliÄŸinde bir kontrol ve Irak üzerinde Ä°ngiltere ile birlikte bir garantörlük hakkımız bulunuyor. Ve bir de Kerkük konusu var tabii.
 
Irak’ın ve Suriye’nin geleceÄŸi ayrı bir yazı konusu aslında. Irak ve Suriye’nin geleceÄŸi Türkiye’nin geleceÄŸidir aslında. “Suriyelilerin burada ne iÅŸi var ya da Bizim orada ne iÅŸimiz var” diyenlerin anlaması / bizim anlamamız gereken asıl noktada burası. Ya hu, benim doÄŸum yerim o zaman Adana’ydı ve babam doÄŸduÄŸunda Adana, MaraÅŸ, Antep, Hatay Musul’a baÄŸlıydı!
 
Bu konu daha çok okumayı, yazmayı, düÅŸünmeyi gerektiriyor. Türkiye dışında, içinde ABD, Ä°ngiltere, Fransa, Almanya, Ä°talya, Vatikan, Ä°srail, Ermenistan, Ä°ran, Irak, Suriye ve Rusların da bulunduÄŸu 100 yıllık bir tartışma bugünden yarına bitecek de deÄŸil. Sorun tek başına “terör”le açıklanamayacak kadar girift. Selâm ve dua ile.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.