Sosyal Medya

Yıldıray Oğur: Kollektif narsisizm bizi nasıl etkiliyor?



2017 yılında yapılan bir araÅŸtırmada beÅŸ farklı ülkeden altı akademisyen, 35 ülkedeki 6183 üniversite öÄŸrencisine sordu: Sizce ülkeniz dünya tarihine ne kadar katkı yaptı?
 
AraÅŸtırma için 35 ülkeden ortalama düzeydeki üniversiteler seçildi. ÖÄŸrencilerden, kendi uluslarının dünya tarihine katkısını 0’dan 100’e kadar yüzdelik olarak ifade etmeleri istendi.
 
Kendi milletinin tarihteki rolüne karşı en bonkör, yüzde 62 ile Ruslar çıktı. Onları yüzde 55 ile Ä°ngilizler ve yüzde 54’le Hintliler izledi. Sıralama Malezya, Çin, Ä°talya, Filipinler diye devam ediyor. 
 
Milletinin tarihteki rolünü abartmayanlarda ise sıralama ÅŸöyle; Yüzde 11 Ä°sviçreliler, yüzde 12 Norveçliler ve yüzde 17 Yeni Zelandalılar.
 
Tarihe yaptıkları katkı konusunda Ä°ngilizlerin özgüvenini bir tarafa bırakırsak, refah düzeyi/mutluluk ile milletini büyük görme arasında ters orantı hemen göze çarpıyor.
 
AraÅŸtırmayı yapan akademisyenleri ise en çok ABD’de çıkan sonuç ÅŸaşırtmış. Amerikalı gençler kendi milletlerinin tarihe katkısına sadece yüzde 29 vermiÅŸler. 
 
Bu oran Peru, Fiji, Kolombiya, Bulgaristan’daki gençlerinkinden düÅŸük, Pakistan ve Tunuslu gençlerle ise neredeyse eÅŸit. (Maalesef araÅŸtırmada Türkiye yok.)
 
AraÅŸtırmacıları ÅŸaşırtan, bu sonucun ABD siyasetindeki popüler Amerikan Ä°stisnacılığı (American Exceptionalism) inancıyla çeliÅŸmesi.
 
‘Amerikan Ä°stisnacılığı’nın 300 yıllık bir tarihi var. Özetle; ‘ABD, dünyada bir istisnadır, biriciktir ve özel bir misyonu vardır’ demek.
 
 Ve tabii bunun sonucu olarak da ‘dünyada bilgelik, iyilik, ahlak, özgürlük gibi deÄŸerleri ABD temsil eder ve onları korumak ABD’nin doÄŸal sorumluluÄŸudur. Tabi bu yüzden Tanrı da ABD’nin yanındadır.’
 
Ä°kinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’yı Nazilerden kurtarmak, sonra soÄŸuk savaÅŸta komünizmi yenmek, hatta Ay’a yolculuk Amerikalılar tarafından ABD’nin dünyadaki ve tarihteki bu istisnai rolüne yorulur. 
 
Tabii ki aynı zamanda bu bakış pek çok ülkeye askeri müdahalenin, iÅŸgalin, darbe giriÅŸiminin de meÅŸruiyetini saÄŸlamıştır.
 
Demek ki yeni nesiller ABD’yi istisnai ve özel olarak görmüyor ya da daha eleÅŸtireller. Belki de bu Trump etkisidir.
 
 2009’da ABD baÅŸkanı Obama, Amerikan Ä°stisnacılığı için “Bence de ABD istisnai ama galiba Ä°ngilizler de Yunanlılar da kendilerini istisnai görüyor. Bizi güçlü yapan baÅŸka ülkelerle iÅŸbirliÄŸi içinde olmamız” diye özetlenebilecek bir itirazda bulununca büyük tartışmalar çıkmıştı.
 
Hatta New York Times’a bir yazı yazan Putin, tartışmayı biraz da yanlış anlayıp Obama’yı eleÅŸtirmiÅŸ “Motivasyonu ne olursa olsun, insanların kendilerini istisnai olarak görmelerini cesaretlendirmek çok tehlikedir” demiÅŸti.
 
Tabii kendi ulusunu tarihte istisnai ve özel bir misyona sahip olarak gören sadece bazı Amerikalılar deÄŸil.
 
Rusya’da Putin’in arkasına aldığı kitleyi motive eden “Kutsal Rus” anlayışı,  Rus olmayı, Ortodokslukla eÅŸitliyor, tarihteki bütün Ortodoksların hamiliÄŸi anlayışı da buradan geliyor.
 
Ä°ngiliz emperyalizminin “Beyaz adamın sorumluluÄŸu” sloganı, Fransız ve Portekiz kolonyalistlerin kendilerinde gördükleri “medenileÅŸtirme misyonu” fikri,  Hintlilerin Hindutva, Almanların Sonderweg, Japonların Nihonjinron’su da ‘bizim tarihte eÅŸimiz benzerimiz yok, biz özel seçilmiÅŸ bir milletiz’ diyen istinacılıklara diÄŸer örnekler.
 
Milletlerin kendilerini üstün ve özel bir misyona sahip olarak görmesinin, yakın tarihte emperyalizm ve faÅŸizmler gibi kötü sonuçları ortaya çıkınca bu istisnacı fikirler psikologların ilgi alanına girdi, Freud’dan Eric Fromm’a ve Pierre Bourdiue’ya uzanan bir literatürde buna “kolektif narsisizm” adı verildi.
 
Nasıl bir kiÅŸilik bozukluÄŸu olan narsisizmde, bireyler dışarıdan çok özgüvenli görünseler de aslında kiÅŸisel yetersizliklerini örtmek için böyle davranmaktadır, aynı ÅŸekilde kolektif narsisizmde de “kiÅŸi mensup olduÄŸu grubun üstünlüÄŸüne inanır; ama öte yandan derinde bir yerde grubun prestiji konusunda ÅŸüpheleri vardır ve bu yüzden baÅŸkalarının bu üstünlüÄŸü kabul etmesini ister.”
 
Yurtseverlik, kimliğiyle gurur duymak gibi pozitif hislerle narsisizm arasındaki fark zaten bu kırılganlıktadır.
 
 
Kendini tarihi yapan aktör olarak görme, kendi milletinin dünyada iyiliÄŸi, adaleti temsil ettiÄŸini düÅŸünme, ‘bütün dünyayı biz yönetsek, dünya çok daha iyi bir yer olurdu’ sanma gibi belirtileri olan bu kolektif narsisizmin zararlı sonuçları ise ÅŸöyle sıralanıyor; Kendi milletini hatasız görüp, bütün suçu baÅŸka milletlerde bulma, komplo teorilerine sığınma, baÅŸka milletlere karşı empati duygusunu kaybetme, iÅŸbirliklerini küçümseme..
 
Maalesef dünya bugün kolektif narsisizmlerin bu zararlı sonuçlarıyla sınanıyor. ABD’de Trump, Rusya’da Putin, Hindistan’da Modi bu kolektif narsisizm hislerinin üzerinde siyaset yapıyor.  
 
Maalesef Türkiye’de de kolektif narsisizm yükseliyor.
 
Ne zaman düÅŸüÅŸe geçmiÅŸti ki denebilir. 
 
Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımı gibi bir travmanın üzerine kurulan Cumhuriyet, okul kitaplarında bize hep öÄŸretildiÄŸi gibi topluma özgüven kazandırmak için Türk Tarih Tezi, GüneÅŸ Dil Teorisi, Türklerin medeniyeti yapan birincil ırklardan geldiÄŸini ispatlamak için yapılan antropolojik çalışmalarla resmi bir kolektif narsisizm yaratmaya çalışmıştı.
 
Ama bunlar genelde içeriye dönük bir propagandadan ibaret kalmış, toplumsal bir heyecana dönüÅŸmemiÅŸ, dış politikada çok uzun yıllar bu tezlerin aksine aşırı temkinli, her türlü maceradan uzak duran, güçlü ülkelerle yakın iliÅŸkiler ve ittifakları önceleyen bir politika izlenmiÅŸti.
 
Bu aşırı temkin ve ürkeklik, uzun yıllar Türkiye’de milliyetçi ve muhafazakar çevrelerin Cumhuriyet’e dönük en temel eleÅŸtirileri arasında yer aldı. 
 
Özellikle AK Parti iktidarında Türkiye ekonomik olarak büyüdükçe, dış politika daha özgüvenli bir ÅŸekilde dışarıya açıldı, toplumsal özgüven arttı. 
 
Ama bu özgüven boÅŸ bir hamasetle deÄŸil, AB süreci, dünyada ve OrtadoÄŸu’daki iÅŸbirliÄŸi arayışlarıyla birlikte yükseliyordu. 
 
Bu dönemde Türkiye bölgede bir istisna ve model ülke olarak görüldü. 
 
Fakat sonra bu model ülkede iÅŸler bozuldu. Ekonomide ve demokraside geriye gidildi. Türkiye kendi bölgesinde ve dünyada pek çok meselede yalnız kalmaya baÅŸladı. Toplumda gelecek kaygıları arttı.
 
Tam da teÅŸhise uygun olarak kolektif narsisizm, bu gerileme döneminde, toplumsal özgüvensizlikle paralel olarak artmaya baÅŸladı.
 
Son beÅŸ yılda Türkiye’nin tarihteki, dünyadaki konumu, önemi, oynadığı rol üzerine, ülkenin gerçekleriyle uyumsuz, abartılı, hamasi sözler, konuÅŸmalar, manÅŸetlere pek çok örnek gösterilebilir. 
 
En güncel örneklerden biri geçen hafta Diyanet’in tüm Türkiye’de okuttuÄŸu Cuma Hutbesi’nde geçen ÅŸu satırlar;
 
“Mehmetçik, teriyle ve kanıyla dünya tarihini yeniden yazıyor. Onun koruduÄŸu sınırlarımızda, yalnızca ülkemizin deÄŸil, bütün insanlığın kaderi hercü mercden kurtuluyor.”
 
Aynı günlerde Anadolu Ajansı da tarihçi Mim Kemal Öke ile bir röportaj yaptı, o da ÅŸöyle diyordu: 
 
“Bu dünyadan Türkleri çekin dünya, uluslararası güç ve iktidar çatışması yaÅŸanır hale gelir ve Armageddon (kıyamet savaşı) baÅŸlar. Ä°ÅŸte bu yüzden bizi sevmiyorlar. Çünkü biz dünyaya iyiliÄŸi hatırlatıyoruz.”
 
Daha dün AK Parti’nin 3 Kasım 2002’de iktidara geldiÄŸi seçimin yıldönümünü kutlamak için iyi eÄŸitimli bir belediye baÅŸkanı ÅŸöyle yazmıştı: “Uhud’da, Malazgirt’te, Mohaç’ta, Çanakkale’de varlık kazanan kimliÄŸimiz, 3 Kasım 2002’de yeni bir diriliÅŸ ve yükseliÅŸ dönemine girdi.”
 
Uzun zamandır Türkiye’nin insanlığı temsil ettiÄŸi, bölgemizin Osmanlı adaletiyle yanıp tutuÅŸtuÄŸu, Balkanlardan Orta Asya’ya bütün milletlerin Türklerin yolunu gözlediÄŸi, 1000 yıldır milletimizin tarihinde hiçbir katliam hatta insan hakları ihlali olmadığı gibi çok iddialı sözler siyasetçilerin, gazetecilerin, akademisyenlerin aÄŸzından kolayca dökülüyor. 
 
Tarihle bugün arasında abartılı bir süreklilik kuruluyor, bir genel seçim Uhud Savaşı’na, Malazgirt’e, bir askeri operasyon 100 yıllık planların bozulmasına, tarihin yeniden yazılmasına baÄŸlanıveriyor. 
 
Türkiye dünyanın gözünün üzerinde olduÄŸu arzın merkezi, günlük siyasetimizdeki her ÅŸey ise “tarihi.” Dış politikada en çok takdir alan strateji de tabii ki “topunuz gelin.” 
 
Büyük bir kalabalık seçilmiÅŸ Türk milletinin, üzerindeki prangalardan kurtulup tarihteki rolünü yeniden oynamaya baÅŸladığına inanıyor. 
 
Tıpkı Hindistan’da Modi’nin destekçilerinin Hint çağının baÅŸladığına inandığı gibi. 
 
Halbuki “Bizden adam olmaz”cılık ne kadar kötüyse, “bütün adamlar sadece bizden olur”culuk yani kolektif narsisizm de o kadar kötü. 
 
Ülkenin gerçekleri, imkanlarıyla uyuÅŸmayan bu aşırı özgüvenin sonu hasar masraflarını bütün toplumun ödeyeceÄŸi duvarlara toslamakla bitebilir. Narsisizm bir ülkeyi büyük yapmaz ama büyük yanlışlara sürükleyebilir.
 
O yüzden sadece insanlar için deÄŸil, milletler için de mütevazi olmak erdemdir. Aşırı özgüven, hamaset, zayıflık ve özgüvensizlik iÅŸaretidir. 
 
Ä°nsanları olduÄŸu gibi milletleri de boÅŸ özgüven, hamaset deÄŸil, kendini ve potansiyelini bilmek, muhataplarını küçümsemeden tevazu içinde hareket etmek büyütür. 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.