Savaş Barkçin yazdı: Üniversiteyi nasıl okumalıyız?
Follow @dusuncemektebi2
Öncelikle bilmeliyiz ki kim neyi yaparsa yapsın, “kendince” yapmalıdır.
Hangi üniversitede okursak okuyalım; bizim kendi çabamız, üniversitenin bize kattığından çok daha değerlidir. En iyi veya en zayıf gördüğünüz üniversitede de olsanız, kazanacağınız şeyleri sizin çabanız belirler. Dolayısıyla size tavsiyem, kendi gayretinizi asla eksiltmeyin ve küçük görmeyin.
Yirmili yaşlar, insanın kendisini tamamen boş görmesi gereken yaşlardır. “Ben bir şey bilmiyorum, almam gereken çok yol var demek”; dolmanın, bir şeyler almanın ve öğrenmenin temel şartıdır. Üniversiteyi bir imkân olarak görelim, iyi bir üniversite daha iyi bir imkândır ancak sonuçta bütün mesuliyet ve kabiliyet bize aittir.
İkincisi; dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde de üniversite, geleneklerine ve değerlerine bağlı olan bir müminin arzu edeceği eğitimi vermez. Çünkü bütün müfredat ya tamamıyla Batı’dan alınmıştır ya da Batılı kaynakların tercümesi ve çalıntısı şeklindedir. Hatta bilim tasnifleri ile okuduğunuz bölümün adı dahi özgün değildir, tercümeyle alınmıştır: İlâhiyat, sosyoloji, siyaset bilimi buna örnek verilebilir. Bunu ayırt etmek için bilinç, şuur ve direnç gerekiyor. Yani “bana okulda okutulmayan şeyi, benim öğrenmem lazım, bunlar benim asli bilgilerim değil” demek gerekir. Meselâ tarih bölümlerinde dünya tarihi Avrupa’yla başlar Amerika’yla biter. Siyaset olsun, sanat olsun, sosyal bilimler olsun aynı şekilde... Sizin toplumunuz ve dünyanız sadece marjinal bir bahis konusu olur. Sizin değerleriniz, inancınız ve birikiminiz ana unsur olmaz.
Peki, ne yapalım o zaman? Şikâyet etmek yerine eksikleri tespit ederek tamamlama imkânları arayalım. Bugün eskisinden daha çok imkâna sahibiz. Kendi geleneğimizi, tarihimizi, medeniyetimizi, dinimizi öğrenmek mümkün çünkü daha zengin bir literatür ve yayın imkânına sahibiz.
Dil, üniversitede kazanılması gereken çok önemli bir haslettir. Türkçeyi çok iyi bilmek ve güzel konuşmak zorundayız. Tahsilli bir insanın özensiz bir Türkçe konuşması ve yazması düşünülemez. Dilimiz düzgün olursa üslubumuz düzgün olur; dolayısıyla sözümüzü dinletmek de kolaylaşır. Zaten dilin de kendi hürmeti vardır, ona lâyık olmak gerekir. Ayrıca en az bir yabancı lisan bilmek gerekiyor. Herkesin İngilizce bildiği bir dönemde yanında muhakkak en az bir tane daha yabancı dil öğrenmeliyiz. Arapça, Rusça, Çince olabilir, zaten bu dilleri özellikle tavsiye ediyorum.
Dersleri ders olarak görmemenizi tavsiye ederim. Bir şeyi ders olarak görmek, onu sıkıcı hâle getirmektir. Her ders düşünceyi harekete geçiren, sentezlememiz gereken; aldığımız bilgileri (Batı kaynaklı olduğunu düşünürsek) eleştirmemiz gereken bir niteliktedir. Boş bir eleştiri kültüründen ziyade sağlam bir altyapıyla değerlendirmekten bahsediyorum. Üniversite yılları derslerin dışında kitaplar, başka kültürel faaliyetler, seminerler, konferanslar, farklı insanlarla tanışmak bakımından çok kıymetlidir.
Diğer çok önemli bir husus; okuduğumuzu düşünerek okumaktır. Kitap listelerinin uçuştuğu günümüzde, temel İslâmî bilgilerin elde edilebileceği akaid eserlerinin okunup özümsenmesi elzemdir. Kendimizi sapkınlıklardan muhafaza etmemiz için dinimizi; Allah ve Resulünün bize aktardığı şekilde anlamamız gerekiyor. Bunun dışında ilgi alanımız neyse bu konudaki temel kitaplarla başlayabiliriz. Bir de okuduğumuz alanı lütfen bizimle ilgili dünyadaki tek alan olarak görmeyelim. Bir bilimi, diğer bilimden kalın duvarlarla ayırmak; siyaseti iktisattan; mimariyi müzikten; felsefeyi matematikten ayırmaya çalışmak yerine engin bir birikime talip olmalıyız. Tek bir bilim üzerinde durup hayatı, tek bir bilgi sahası içinde geçirmek makbul bir şey değildir. Bu şekilde hayatı ve kendimizi de bölmüş oluruz. Merak ettiğimiz, sevdiğimiz ve asıl odaklandığımız alan ve akraba alanlarla ilgili bir behre, bir hisse sahibi olmamız lazım. Bu bakımdan boş geçirecek vaktimiz hiç yok.
Peki, bu yoğunluk sıkıcı olmaz mı? Kendimizi inşa ettiğimizi ve gerçekleştirdiğimizi düşünürsek olmaz. Elbette arkadaşlarla muhabbet etmek, gezip görmek, kafa dağıtmak eğlenceli gelecektir. Ancak kendini bilen bir üniversite talebesi, dört yılın sonunda çok farklı bir donanımla sahaya çıkmış olmalıdır. Bundan sonrası, kendi ayakları üstünde durarak işini yapmak, kendi sözünü söyleyecek kadar öğrenmek, bildiğini en güzel şekilde yapmak, bilmediğinden rahatsız olarak hemen o eksiği kapatmak şeklinde sürüp gidecektir.
Bütün bunlar üniversite hayatını bir tarla hâline getiriyor. O tarlayı nasıl ekersek ileride biçeceğimiz ekmeği kazanırız. Bugün benim ilgi alanlarım, söz söyleyebildiğim, bir-iki kelime edebildiğim konular üniversitede beni meşgul eden, eksikliğinden rahatsız olup biran önce tamamlamaya çalıştıklarımdır.
Bu bakımdan bu yılların kıymetini bilelim. Hayatın hiçbir anı kıymetsiz değil. Ancak özellikle yirmili yaşlarda bilmeden heybemize attığımız değerler, otuzlu yaşlarda yavaş yavaş kıvama geliyor, birbiriyle uyuma girerek ufak ufak bir netliğe kavuşuyor. Kırklı yaşlar ise artık bu işin özümsendiği, kendimize has bir bilginin, bir yorumun, bir sentezin gerçekleştiği yaşlar olmalı. Herkeste böyle midir peki? Maalesef değil. Kemâlât yaşı çok ilerde olanlarda dahi görülmüyor. Okumuşlarda ise düşünceyi bölen klişeler, hayatı ve kendilerini bölen yüzeysel detaylar fark ediliyor. Hiç okumamış olanların -doğru ya da yanlış- “kendi”lik bilgileri daha net iken okumuşlardaki zanlar, sanılar, “kendini bir şey sanma”lar daha sıkıntılı olabiliyor.
O yüzden ne olursa olsun üniversite yıllarımızda ve sonrasında hedefimiz değişmesin. Biz Allah’ın kuluyuz, adam olmak zorundayız. Bu “adam”lık şuuru üzerine okulumuzu okuyalım. Tabi ki derslerimizde başarılı olalım, derece yapalım ama konulara içimizdeki cüzler olarak bakalım. Okulu ne fazla abartmak ne de önemsiz görmek gerekiyor. Bu yaşlarda bakışımızı netleştirip salimleştirelim ki daha sonra inşallah kendimize, ailemize, topluma ve insanlığa yapacağımız katkılar çok daha zengin ve özgün olsun.
Savaş Şafak Barkçin, “Üniversiteyi nasıl okumalıyız?”, Makas dergisi, Ekim-Kasım 2019.
Henüz yorum yapılmamış.