Sosyal Medya

Sözünü fazla uzatmayan bir yazar: Yusuf Atılgan

Türk edebiyatına biri yarım kalmış üç roman, iki öykü, bir de masal kitabı bırakmış olan Yusuf Atılgan, yaşamının büyük bir bölümünü köyde geçirmiş, dolayısıyla coğrafi olarak edebiyat pazarından uzak yaşamış bir yazardır.



Türk edebiyatına biri yarım kalmış üç roman, iki öykü, bir de masal kitabı bırakmış olan Yusuf Atılgan, yaÅŸamının büyük bir bölümünü köyde geçirmiÅŸ, dolayısıyla coÄŸrafi olarak edebiyat pazarından uzak yaÅŸamış bir yazardır. KonuÅŸmak yerine dinleyen, sözünü fazla uzatmayan, içe dönük, ömrü boyunca ne okumaktan ne de yazmaktan vazgeçmeyen Atılgan, romanlarında iç gözlem tekniÄŸini kullanmıştır. Zaman zaman ise bilinçaltı ve psikanalitik yöntemlere baÅŸvuran yazar, bireylerin ruh hâlini, köy ve kent hayatının yaÅŸam biçimlerini çok iyi bir gözlem yeteneÄŸiyle özgün olarak aktarmıştır.
 
KurtuluÅŸ Savaşı yıllarında Manisa’da doÄŸan Yusuf Atılgan’ın ailesi savaÅŸ sırasında evlerinin yanması nedeniyle Manisa’nın Hacırahmanlı köyüne yerleÅŸir. 1921 yılında dünyaya gelen yazar, ilkokulun bir kısmını yaÅŸadıkları köyde, bir kısmını ise Manisa’da okur. Lise dönemi gelip çattığında sorunlar baÅŸ gösterir. Çünkü Manisa’da lise yoktur ve öÄŸrenimine devam etmek için baÅŸka bir ÅŸehre gitmesi gerekir. Atılgan, babasını ikna eder ve Balıkesir Lisesi’ne parasız yatılı olarak kaydolur. Lise yıllarını Balıkesir’de geçiren yazar, bu dönemde edebiyata merak salar. Ä°yi bir okuyucudur ve kütüphaneler en sevdiÄŸi yerlerdir. OkuduÄŸu okulda, Ä°ngilizce öÄŸretmeninin Behice Boran olmasının da edebiyata düÅŸkünlüÄŸünde payı vardır. Okumadığı zamanlardaysa eline kalemini alır, ÅŸiir ve hikâye yazmaya baÅŸlardı.  
 
ÖÄŸretmenlik sevdası
 
Tıp okumasını isteyen ailesinin bu isteÄŸine karşı gelerek lisede edebiyat bölümünü seçen Atılgan, liseyi bitirdikten sonra eÄŸitimine Ä°stanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde devam eder. O yıllarda Ä°stanbul Üniversitesi’nde edebiyatın en önemli isimleri öÄŸretmenlik yapmaktaydı. Yusuf Atılgan’ın bu dönemde öÄŸretmenleri arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Ali Nihat Tarlan ve ReÅŸit Rahmedi Arat gibi önemli isimler yer almaktaydı. Ancak Atılgan’ın üniversite günleri sınırlıdır. Çünkü Tıp Fakültesi’nde okumasını isteyen babasına karşı geldiÄŸi için okulun ikinci yılında ailesi tarafından tüm maddi desteÄŸi kesilir. Yusuf Atılgan maddi olarak bazı sıkıntılar çeker ancak öÄŸretmen olma hayalini gerçekleÅŸtirebileceÄŸini düÅŸündüÄŸü ne yol var ise onu yapmaya hazırdır. Önce Yüksek ÖÄŸretmen Okulu’na baÅŸvurur ancak baÅŸvurusu kabul edilmez. Reddedilme gerekçesi ikinci sınıf öÄŸrencisi olmasıdır. Bunun üzerine Askeri ÖÄŸretmen Okulu’na kaydolur ve okulu 1944 yılında tamamlar. Ä°stediÄŸine kavuÅŸmuÅŸ ve öÄŸretmen olmuÅŸtur. Manisa AkÅŸehir’de bulunan Maltepe Askeri Lisesi’nde edebiyat öÄŸretmenliÄŸine baÅŸlar.
 
Bu sırada Atılgan hakkında “Sıkıyönetim Mahkemesi” tarafından bir örgüt iliÅŸkisi nedeniyle soruÅŸturmalar baÅŸlatılır. Açılan davalar neticesinde on ay iki farklı hapishanede yatar. Bununla da kalmaz cezası; ordudan ve öÄŸretmenlikten atılır. Böylelikle çok sevdiÄŸi öÄŸretmenlik mesleÄŸini bir daha asla yapamaz. Hayatı boyunca bunun uhdesi ile yaÅŸar. Hatta yıllar sonra kendisine yöneltilen “Bir daha dünyaya gelecek olsaydın roman mı yazmak isterdin?” sorusuna “ÖÄŸretmen olmak isterdim, öÄŸretmenliÄŸi çok sevmiÅŸtim.” diye cevap verir. Bu durumdan fazlasıyla etkilenen usta kalem için ÅŸehirdeki hayat anlamsızlaşır, Manisa’daki yaÅŸamına geri döner ve çiftçilik yapmaya baÅŸlar.
 
Hayatı yaÅŸama biçimi
 
Yusuf Atılgan’ı alışageldiÄŸimiz yazarlardan ayıran noktalardan biri de hayatı yaÅŸama biçimidir. Belki de bu yüzden Türk edebiyatının en fazla merak uyandıran isimlerindendir. Otuz yıl Manisa’da yaÅŸar Atılgan. Köydeki rutin hayatın bir parçası olur. Tarladaki iÅŸleri bitince kahveye gider, briç ve satranç oynar. ArkadaÅŸları ile biraz sohbet eder ve evine geri döner. Ama bu yıllarda bile okumayı, yazmayı bırakmaz. Aktif olarak beÅŸ yıl toprakla uÄŸraÅŸan yazarın edebiyat tutkusu ağır basar ve 1952 yılında daha fazla okumak ve yazmak için toprakların iÅŸletilmesini arkadaşına bırakır.  Sonrasında “Tercüman Gazetesi” tarafından yapılan bir hikâye yarışmasına katılan yazar, “Kümesin Ötesi” ve “Evdeki” adlı öyküleri ile yarışmada büyük bir baÅŸarı elde eder. Ä°ki farklı imza ile katıldığı bu iki öykü birinciliÄŸi ve yedinciliÄŸi kazanır ancak ödülleri kendisine verilmez. Ardından “Aylak Adam” öyküsüyle katıldığı “Yunus Nadi Roman Ödülü” yarışmasından da ikincilik ödülü kazanan Atılgan, bu öyküsüyle kalemini tamamen ustalaÅŸtırdığını da kanıtlamıştır. O yıllarda Atılgan’a ikincilik ödülü kazandıran “Aylak Adam” yarışmadan bir yıl sonra kitaplaÅŸtırılmıştır. Artık edebiyat dünyasında ismi bilinen biridir Yusuf Atılgan. Buna karşılık o, köydeki mütevazı hayatına devam eder.
 
Bir yandan da ikinci romanını yazmakla meÅŸguldür. Ä°kinci romanı “Anayurt Oteli”nin okuyucu ile buluÅŸmasından bir yıl sonra Yusuf Atılgan bir kere daha evlenir. Bu kez eÅŸi tiyatro oyuncusu Serpil Gence’dir. Aslında iliÅŸkilerinin geçmiÅŸi oldukça uzundur. Serpil Gence, Yusuf Atılgan’ı ilk “Aylak Adam”, kitabı ile tanımış ve çok etkilendiÄŸi bu kitabın yazarıyla tanışmayı kafasına koymuÅŸtur. On dört yıllık bir görüÅŸme ve mektuplaÅŸma süreci yaÅŸayan Yusuf Atılgan ve Serpil Gence, nihayetinde evlenirler. Yazar, evlilik ile beraber köydeki hayatını bırakır ve Ä°stanbul’a taşınır. Yayınevlerinde redaktör ve çevirmen olarak çalışmaya baÅŸlar. 1979 yılında da oÄŸlu Mehmet dünyaya gelir. Yusuf Atılgan, son romanı “Canistan” üzerinde çalışırken geçirdiÄŸi kalp krizi nedeniyle 1989 yılında Ä°stanbul’da hayata gözlerini yumar.
 
Aylak Adam
 
“Aylak Adam”, Yusuf Atılgan’ın ilk basımı 1959 yılında yapılmış kentli bir adamın içsel dünyası üzerine kurgulanmış romanıdır. Yazarın ilk romanı olan eser, manevi yönden hiçbir ÅŸeye inancı olmayan, mirasyedi bir aydının içsel çatışmalarına dayanmaktadır. YaÅŸadığı boÅŸluÄŸu gerçek bir aÅŸk ile dolduracağını düÅŸünen isimsiz kahraman, bilinçaltının olumsuz tutumları nedeni ile aradığı sevgiyi elde edememiÅŸ ve kadınlarla yaÅŸadığı tüm deneyimlerinde aradığını da bulamamıştır. Roman, Bay C.’nin çocukluÄŸundaki olumsuz baba figürünün neden olduÄŸu derin bir huzursuzluktan beslenir. C.’nin baba kompleksinden güç alan kurulu düzen karşıtlığı ve aylaklık savunuÅŸu, çeliÅŸkili bir ÅŸekilde babadan kalma mirasın saÄŸladığı olanaklara dayanır. Modern dönem bireyinin sorunlarını, felsefi ve psikolojik açıdan ele alan roman, bu süreci daha çok psikolojik yabancılaÅŸma, yalnızlık, aile kurumu, tutunamama gibi temalar etrafında deÄŸerlendirir.
 
“Babamın gündüzleri evde kaldığı pazarların, bayram günlerinin azabı. Okula baÅŸladığım yıla deÄŸin, sokaÄŸa pek seyrek çıkardım. ÇocukluÄŸumun içinde geçtiÄŸi Alemdar’daki bu ev iki katlıydı. Tahtadandı. Babam ölünce sattım. Okulda bize öÄŸrettiklerinden baÅŸka ÅŸeyler de öÄŸreniyordum. Bilgiç küçük erkekler vardı. Artık evde neden sık sık hizmetçi deÄŸiÅŸtiÄŸini anlıyordum. Babamda korkunç bir kadın düÅŸkünlüÄŸü vardı. Onun gibi olmama kararını bu iÄŸrençlikleri gördükçe vermiÅŸ olacağım. Salt onun rahatını kaçırmak için üstlerine giderdim, tokatlardı beni. Nasıl istiyordum bu dayakları bilsen! Onlar beni babamı sevmeme azabından kurtarırdı. Okuldan suratımda çürükler, tırnak yaraları ile döndüÄŸüm günler babam, ‘Görürsünüz, adam olmayacak bu çocuk,’ derdi. KonuÅŸmazdım. Sevinirdim. Babam adamsa ben olmayacağım derdim kendi kendime.”
 
Birçok anlatım tekniÄŸi bir arada
 
Atılgan, Türk edebiyatına Bay C. karakteriyle klasik roman kahramanlarının aksine; aykırı, takıntıları olan toplumla uyuÅŸmak gibi bir hedefi olmayan psiÅŸik sorunları olan nevrotik ve narsist mizaçlı, entelektüel, sıra dışı bir anti-kahraman vermiÅŸtir. Birçok anlatım tekniÄŸinin baÅŸarılı biçimde bir arada kullanıldığı “Aylak Adam”, bir arayışın romanıdır. Amaçsız, kuralsız, manevi deÄŸerlerden de uzak seçilmiÅŸ bir yalnızlık yaÅŸayan Bay C. yerleÅŸik ve kalıp deÄŸerlere de yabancıdır. Ä°nsanlar arasındaki iliÅŸkileri yapay bulmakta, böylesi iliÅŸkiler içine gireceÄŸine hiç kimse ile muhatap olmamayı seçmektedir. SeçilmiÅŸ bir yalnızlıktır bu, uyumsuzluÄŸu yalnızlığını beslemektedir. Öteki insanlar gibi alışkanlığa dönüÅŸmüÅŸ bir yaÅŸamı sürdürmek istemez ve yenilikten korkmaktadır. Öte yandan amacı her gün aynı iÅŸi aynı biçimde yapmak, kendi kendini tekrarlamak deÄŸildir. Bununla yetinemeyeceÄŸini bilir. Bu durum onu bir baÅŸkasının varlığında gerçek sevgiyi aramaya iter.
 
“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir ÅŸey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliÄŸine tutunur; kimi müdürlüÄŸüne; kimi iÅŸine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar da vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduÄŸuna inanır. GülünçlüÄŸünü fark etmez. Ben, toplumdaki deÄŸerlerin ikiyüzlülüÄŸünü, sahteliÄŸini, gülünçlüÄŸünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceÄŸimizi, benimle birlik düÅŸünen, duyan, seven bir kadın!” 
 
Anayurt Oteli
 
Yusuf Atılgan’ın ikinci romanı olan “Anayurt Oteli”, psikolojik yabancılaÅŸma ve yalnızlık konuları baÅŸarıyla iÅŸlenmiÅŸtir. Ä°lk kez 1973 yılında yayımlanmış olan roman, yazarın en önemli eserlerinden birisidir. Yazar, bu eserinde iletiÅŸimsizlik, yaÅŸamın anlamsızlığı, olayların rasyonel bir biçimde açıklanamayacağı, davranışların nedeninin bilinemeyeceÄŸi gibi konuları iÅŸlemiÅŸtir. Atılgan, eserinde “Aylak Adam” adlı romanından farklı bir teknik ortaya koymuÅŸ; iç çözümlemelere yönelmek yerine, vaka düzenini ve ifade yöntemlerini karşıtlıklardan yararlanarak oluÅŸturmuÅŸtur. Roman özellikle Zebercet karakterinin buhranlarını, iç monologlarını, dengesiz ruh hallerini ve psiÅŸik arızalar taşıyan karakter çözümlemelerini yapmaktadır. Romandaki ana mekân, kasabadaki Anayurt Oteli’dir. Zebercet ailesinin tek çocuÄŸudur. Aynı zamanda Anayurt Oteli’nin sahibidir. Bu otel Zebercet’e babasından kalmıştır. Zebercet, kiÅŸilik bunalımı ve yalnızlık çekmektedir. Otele gelip bir gece kalan esrarengiz bir kadın onun tekdüze geçen hayatını deÄŸiÅŸtirir.
 
Gün yüzüne çıkan bastırılmış duygular
 
“Kadının ayakkabıları viÅŸneçürüÄŸü ve topukluydu. Dizlerinin üstündeki çantayı açtı içine bakıp karıştırdı, kapadı. Aradığını bulamamıştı anlaşılan. Nasıl yaklaşılırdı bu kadına, ne denirdi? Merhaba bayan…bayan? hayır. Merhaba çoktandır görünmüyorsunuz. Merhaba, görüÅŸmeyeli nasılsınız? Merhaba efendim…efendim. Merhaba ne güzel gün deÄŸil mi? Merhaba burada mıydınız siz? Çoktandır görmedim de. Ä°yi günler, neredeydiniz çoktandır? Aa, siz miydiniz, ne iyi? Merhaba yalnızsınız demek. Ä°yi günler… Sonu bulunur mu bunların?”
 
Bu düÅŸün peÅŸinde bütün yaÅŸamı boyunca bastırdığı duyguları ve sorunları ortaya çıkar. Zebercet, gece gündüz bu gizemli kadını beklemeye baÅŸlamıştır. Sakallarını her gün tıraÅŸ etmeye, daha iyi kıyafetler giymeye baÅŸlamıştır. Her gün baÅŸka bir umutla gizemli kadının yollarını gözlemektedir. Bir süre sonra kendi odasından, gizemli kadının bıraktığı odaya taşınır. Gün geçtikçe ruhsal durumu daha da bozulur. Otele gelen müÅŸterileri kabul etmemeye baÅŸlar ve en sonunda oteli dışarıya kapatır. Gittikçe anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hâl alan psikolojik durumu Zebercet’e cinayet iÅŸletir. Bir süre Zebercet, yalnızlığına, cinayet iÅŸlemesine raÄŸmen hâlâ özgür ve hayatta olmasına dayanamaz ve anlamsız gördüÄŸü hayatına intihar ederek son verir.
 
“...Ne oldu? Yapmayı unuttuÄŸu bir ÅŸeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek deÄŸerin kendisine verilmiÅŸ bu olaÄŸanüstü yaÅŸam armaÄŸanını korumak, her ÅŸeye karşın saÄŸ kalmak, direnmek olduÄŸunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliÄŸinden bir tepkisi miydi bu?”
 
Canistan  
 
“Canistan”, ölümü nedeniyle Yusuf Atılgan’ın bitiremediÄŸi romanıdır. Ä°lk iki eserinden oldukça farklı bir tarzda yazdığı bu eserinde de kalemini sivriltip insan ruhunu büyük bir ustalıkla deÅŸiyor. Millî Mücadele yıllarında Manisa köylerinde yaÅŸanan trajik bir dostluk ve aÅŸk öyküsünü anlatan “Canistan”, her okuyanın zihninde farklı tamamlanacak, yarım eserlerdendir. Romanın iki ana erkek karakterinden biri olan Selim, hem erkek hem de insan olarak varoluÅŸ sancısı çeken ve köy hayatına tutunmaya çabalayan biridir. Roman, Manisa’nın Hacırahmanlı köyünde; Birinci dünya savaşının olanca acımasızlığıyla devam ettiÄŸi ve bu savaşın dünyada yarattığı deÄŸiÅŸimden payını alan Osmanlı imparatorluÄŸunun çöküÅŸü yerine Türkiye Cumhuriyetinin kurulma hazırlıklarının yapıldığı, KurtuluÅŸ Savaşı yıllarında geçmektedir. Sınıfsal farklılıklarına raÄŸmen dost olan iki erkek çocuÄŸunun birlikte büyüme yolculuÄŸunda dostluklarının öfkeye, ÅŸiddete ve hesaplaÅŸmaya dönüÅŸmesinin hikâyesini anlatmaktadır.
 
Selim’in, sekiz yaşındayken babası öldürülünce çiftliÄŸin sahibi olan Ali’nin babası, Selim’i annesiyle birlikte yanlarına alır. Böylelikle Ali ve Selim birlikte büyürler. KardeÅŸ gibi büyüdüklerini sanan bu iki çocuÄŸun, erkek egemen kültürün kimlik belirleyici en önemli unsuru olan güç ve iktidar söz konusu olduÄŸundaki deÄŸiÅŸimleri, romanın hem kırılma hem de odak noktasıdır. Atılgan, erkeÄŸin kimlik oluÅŸturduÄŸu dönemdeki hâkim olma psikolojisinin etkilerini eÅŸsiz bir anlatımla sunuyor. Fonda KurtuluÅŸ Savaşı’nın geçtiÄŸi olaylar zincirinde; Ä°zmir’in iÅŸgal edilmesi, Yunan ordusunun Manisa’ya kadar sokulması, çetelerin savaÅŸa destek vermesi, toplumsal kuralların iÅŸlemediÄŸi, denetimin zayıfladığı, karmaÅŸa ve kargaÅŸanın hâkim olduÄŸu bir dönem anlatılmaktadır.
 
İntikam almanın yarattığı hayal kırıklığı
 
“Bunları ve padiÅŸahın yüzünü görmek için toplanan binlerce kiÅŸinin coÅŸkusunu okurken Selim’in yüreÄŸi çarpıyordu. Bundan sonra ne deÄŸiÅŸecekti acaba? ÖÄŸretmenin dediÄŸine göre dört beÅŸ yılda bir mebuslar seçilip Ä°stanbul’da toplanacaklar, halkın yararına kanun yapacaklarmış. Oysa Selim, Esma gibilerin yaÅŸamında nasıl bir deÄŸiÅŸiklik olabilirdi? Belki üzümü daha pahalı satabilirlerdi.”
 
KurtuluÅŸ Savaşı sırasında Yunan ordusuna karşı savaşılırken ilk günler zenginler para ve yiyecek yardımından kaçındıkları için Selim ve çetesi onları çiftliklerine yaptıkları baskınlarla korkutarak yardım saÄŸlamaya çalışırlar. Selim, yaÄŸma, talan ve ÅŸiddetin geçerli olduÄŸu bir düzende çete sahibi olarak, ÅŸiddeti benimser ve olaÄŸan görür. Çete başı olarak ülkenin yararı adına kararlar alır, emirler yaÄŸdırır, evler basar, mal ve para gasp eder. Eline geçirdiÄŸi gücü, çocukluÄŸunda kendisine hakaret ettiÄŸini düÅŸündüÄŸü en yakın arkadaşı Ali’ye karşı kullanmaktan da çekinmez. Romanın “DuruÅŸma” isimli ilk bölümünde baÅŸlayan, arkadaÅŸa iÅŸkence sahnesinde Selim;  eline geçen gücün verdiÄŸi fırsatı, en yakın arkadaşı Ali üzerinde iÅŸkence olarak uygularken aslında hem gücünü hem de iktidarını kaybettiÄŸini anlar. Åžiddet uyguladıkça gücünü kaybedip onun güçlendiÄŸini görür. Anlar ki elde ettiÄŸi erkekliÄŸi, gücü onu parçalamış, yok etmiÅŸtir. Bunun üzerine Selim, kendisi için verdiÄŸi hükümle, kendi cezasını kendi verir. Ä°ntikam almanın yarattığı hayal kırıklığı içinde, gözünü kırpmadan, ölümün kaçınılmaz olduÄŸu bir yolculuÄŸa tek başına çıkar.
 
Siz Rahat Yaşayasınız Diye
 
Bu kitap, yazarın sandığında bulunan giriÅŸ bölümüyle birlikte el yazılarından derlenen notlarını, ÅŸiirlerini, dergilerde kalmış kısa öykülerini ve yaptığı çevirilerden örnekleri içeriyor. Bunlar Faruk Duman tarafından yayına hazırlanmış. Yazarın edebiyatımızdaki önemi düÅŸünüldüÄŸünde böyle bir çalışmanın ehemmiyeti anlaşılacaktır.
 
“Kimseye söyleyecek bir ÅŸeyim var mı artık gerçekten? Özel durumumda umutsuzca yalnızım artık, yeryüzünde son noktadayım; kendimi aldatamam artık.”
 
Atılgan’ın ardında bıraktıkları
 
Yazarın, Faulkner etkisinde kalarak yok ettiÄŸi ve sonradan bunu yaptığı için bir söyleÅŸisinde piÅŸman olduÄŸunu ifade ettiÄŸi “EÅŸek Sırtındaki SaksaÄŸan” adlı romanın giriÅŸ bölümü, bu kitabın da giriÅŸ bölümünü oluÅŸturuyor. Kitapta yer alan yazılar, Yusuf Atılgan’ın “Hürriyet Gösteri”, “Sanat Olayı”, “Milliyet Çocuk”, “Milliyet Sanat” gibi dergilerde saÄŸlığında yayınlanan yazılardan, yayınlanmamış daktilo ve el yazısı metinlerden oluÅŸuyor. Bu yazılar yazarın günlük yaÅŸamından, alışkanlıklarından okuma disiplinine uzanan geniÅŸ bir içeriÄŸe sahip olduÄŸu için yazarın dünyasına daha yakından bakmamızı da saÄŸlıyor. Türkülerden aldığı notlar, kendi yazdığı ÅŸarkı sözleri, ninni ve ÅŸiirlerden sonra ikinci bölümde söyleÅŸilerin yer aldığını görüyoruz. Yazarlığı, yaÅŸamı, öÄŸrencilik ve öÄŸretmenlik yılları hakkında bilgilerin yer aldığı bu bölümden sonra üçüncü bölümde Yusuf Atılgan’ın Edebiyat Fakültesi mezuniyet tezi yer alıyor. Dördüncü bölümde ise pek bilinmeyen bir yanı olan çevirmenliÄŸi hakkında bilgi edinebileceÄŸimiz çevirmenlik hakkındaki yazı ve çevirilerinden örnekler yer alıyor.
 
“Kafamdaki romanı yazmak için iÅŸimden ve oÄŸlumdan vakit ayıramıyorum, ama üzüldüÄŸüm de yok. Bu koÅŸullarda vaktim olsa da istediÄŸim gibi yazacağımı sanmıyorum. Köyde, sessizlikte, üstünde dura dura çalışmaya alışmış biri için Ä°stanbul çok hareketli; ama buna da alışacağımı, bu koÅŸullarda yazacağım zamanın geleceÄŸini sanıyorum. Yazmadığım için ne devleti ne de yayımcıları suçluyorum. Bunda bir suç varsa doÄŸrudan benim suçum bu.”
 
Defne Balcı, “Edebiyatın Normlarını Zorlayan Yazar”, Kitabın Ortası dergisi, Ekim 2019

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.