İsmail Kılıçarslan: Sabiti olmayanın söylemi de kalmaz ahlakı da
Follow @dusuncemektebi2
Kendimizi kandırmayalım. Bugünün insanı için muhtemelen hiçbir işe yaramaz. Çünkü sabitin sabit olduğu bir dünya bugünün insanı için “yaşanabilir bir hazlar bütününü” işaret etmez genellikle.
Sabitin sabit olması bir “kurallar bütününden” daha fazlasıdır. En başta “bir düşünce sistematiği geliştirmek” anlamına gelir ki zor iştir. Çok zor iştir. Çünkü bugün sistematik düşünmeye meyyal yahut en azından teşne hemen hiç kimse yoktur.
Schopenhauer için “sistem kuran son filozof” denir. Buna itibar edersiniz yahut etmezsiniz bilemem, ama bugün itibariyle “bütün dünyayı belirli bir sistematik içerisinde ele alma” kabiliyetimizin olmadığı su götürmez bir gerçektir. Bırakalım tıpçımızı, kimyacımızı; felsefecimiz, sosyoloğumuz bile kendi dar mesleki ilgisinin dışına çıkabilen bir sistematik geliştiremiyor. Böyle olunca ontoloji çalışan felsefeci etikten, saha çalışması yapan sosyolog teoriden anlamaz hale geliyor. Dâhiliyeci kırık-çıkıktan anlamamış, çok mu?
Hadi popüler dille söyleyelim: “İşte bunlar hep sabitsizlikten.”
Örneklendireyim. Diyelim sabitimiz “faiz kötü bir şeydir” cümlesi olsun ve bunun değişmeyeceği de sabit olsun. Bu sabitin insan hayatına getirdiği iki temel sorumluluk vardır. Bunlardan ilki “faizden uzak durma” itiyadı, diğeri de “kötü olan faizle mücadele etme” fikri. Eh, bu da beraberinde bir sistematik geliştirmeyi zorunlu kılar. “Faizsiz bir hayat sistematiği” diyelim bunun adına biz.
Oysa bu sabit “değişken” haline gelirse bir süre sonra faizle mücadeleyi bir kenara bırakıp bireysel anlamda da “alternatif ara yollar” bularak faizin kendisiyle ilgili bir derdimizin kalmamasını ister-istemez temin etmiş oluruz. Sonuç: “Ev alanlara müjde, faiz indirimi yolda” cümlesiyle yaşamaya alışmaktır.
Sabitlerimiz azaldıkça sistematiğimiz de ortadan kaybolur. Epeydir hepimizin ağzına sakız ettiği “söylem üstünlüğümüz kalmadı, moral üstünlüğümüz kalmadı” cümleleri tam bununla ilgilidir. Sabit yoksa söyleminiz de kalmaz ahlakınız da…
Modern dünyanın sabitleri değişkendir. Dün “a” dediğine bugün “b” demeyi hiç sorun etmez. Bunun biraz da devasa bir puta dönüşen “bilimcilikle” ilgisi var elbette. “Dün sabitim ‘a’ idi, bugün sabitim ‘b’dir. Tek sabitim, sabitin sürekli değişebileceğidir” cümlesine bilimcilik ikna etti bizi. Dikkat isterim: Bilimin kendisi değil, bir ideolojik yönelim olan bilimcilikten söz ediyorum.
“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” sözü, neosu-eskisi her türlü liberal yönelim için ayet hükmündedir ve bu ayetle diledikleri pozisyonu alabilirler. İşte geldik benim açımdan meselenin ek yerine. “Sabitsizlik” aynı zamanda bir pozisyon bilgisi de getirir beraberinde. Bunu futboldaki “saha parselasyonu” gibi düşünebilirsiniz. Futbolda belki işe yarar ama “top kimdeyse ona göre pozisyon almak” insanı önünde sonunda çürütür.
“Karmakarışık laflar ediyorsun” mu diyorsunuz? Demeyin. Aslında son derece politik ve son derece anlaşılır bir yazı yazdığımı düşünüyorum.
Mesela bugün sabitimiz “vatan sevgisi” olsa nasıl bir ülkede yaşayabileceğimizi hayal edin. Sabitimiz “adalet” olsa nasıl bir ülkede yaşayabileceğimizi hayal edin. En basiti şudur: Bugün mesela kendileri için adalet isteyen FETÖ’cüler, 2009-2012 arasında binlerce insana adaletsizlik etmişlerdi çünkü “sabitleri” adalet değil pozisyonlarıydı.
Türkiye’de siyaseti, politikayı, medyayı, akademiyi tam da burasından ele almak gerekiyor.
Bize pozisyonunu değil sabit ilkelerini savunan “adam gibi adamlar” lazım. Kurtuluş orada.
Yanlış anlaşılmasın, bir konudaki görüşünü değiştirebilir insan. Bu onu “fırıldak” yapmaz. Asıl fırıldaklar başlı başına bütün görüşlerini “topun sahibine göre” organize edenlerdir. Ve bu haliyle ülkemiz bir “fırıldaklar cenneti”dir ve bu fırıldakların en büyük numarası önlerine gelene fırıldak demektir. Oysa asıl fırıldaklık sabiti olmayınca dönüp durmaktır. Topaçlar gibi yani.
Ve tabii asıl soru şudur: Kimdir topun sahibi? Cevabımsa şudur: Dünyanın emperyalist efendileri. Bunu tartışmaya cesaretiniz var mı?
Henüz yorum yapılmamış.