Özel / Analiz Haber
Lübnan’dan Irak’a, Arap Baharı aslında sona ermedi, giderek yayılıyor
Mısır’dan Fas’a, Cezayir’den Suriye’ye insanların kendilerini vatandaş olarak tanıyacak bir devlet talepleri kalıcı gibi görünüyor.
Geçen yıl kaleme aldığım bir köÅŸe yazısında, neredeyse her yorumcunun ve akademisyenin iddia ettiÄŸinin aksine; Arap Baharı’nın, “Arap Kışı”na dönmesini geçtim, sona ermekten çok uzak olduÄŸunu ve gerçekte asla bitmediÄŸini yazdım.
Orta DoÄŸu’dan Kuzey Afrika’ya (MENA) Arap Baharı’nın külleri birden alevleniverdi ve eskisi kadar gösteriÅŸli olmasa da daha farklı, yerel, düzensiz ÅŸekillerde devam etmeye mahkumdu; çünkü 2011’deki isyanları ortaya çıkaran temel sebepler ele alınmamıştı ve vaziyet ya eskisi gibi ya da daha kötüydü.
Patlamaya hazır
GeçtiÄŸimiz yıl MENA’da olan bitenler bu görüÅŸü doÄŸruluyor gibi görünüyor. Tabi ki, durum bütün taraflar için inanılmaz derecede deÄŸiÅŸken ve dengesiz. Orta DoÄŸu’nun 10 yıl sonra ne durumda olacağını Orta DoÄŸu uzmanları dahil hiç kimse kesin olarak öngöremez.
Rejimler, Arap Baharı öncesinde olduklarından daha vahÅŸi, baskıcı ve korkunçlar.
Bu yüzden (Arap Baharı’nı konuÅŸurken) dikkatli ve mütevazı olmak temel kural. Ancak bir ÅŸey kesin; Arap nüfusunun çoÄŸunluÄŸunun büyük ekonomik ve politik haklardan mahrum bırakılması, Fas ve Irak’tan Mısır ve Suudi Arabistan’a kadar yayılan büyük ve sistemik yolsuzluklarla karakterize edildiÄŸinde, sahip oldukları gücü her ne pahasına olursa olsun korumak için çaresiz olan rejimler Arap Baharı öncesinde olduklarından daha vahÅŸi, baskıcı ve korkunç hale geldiler.
Elbette cesur ve takdire ÅŸayan Tunus istisna. Yelpazenin en kötü örnekleri ise Esad’ın Suriye’si ile Sisi’nin Mısır’ı.
MENA’daki ve MENA ülkelerindeki güncel durum orta-uzun vadede sürdürülebilir deÄŸil.
Bu rejimler ve onları destekleyen seçkinler yıllarca hatta on yıllarca iktidarda kalabilirler. Ancak er ya da geç ya temelden ve geniÅŸ bir reform geçirerek demokratikleÅŸecekler ya da bazı rejimlerin 2011’de yıkıldığı gibi, yıkılacaklar.
Buna dayanabilen bir statüko olmayacak çünkü statüko bu halkların çoÄŸu için yaÅŸanılabilir durumda deÄŸil.
İkinci Arap Baharı değil
Buradan hareketle Arap Baharı’nın aslında hiç bitmediÄŸini söylemek mantıklı. Uzun süredir gördüÄŸümüz gibi, son iki yıldaki yeni isyan dalgaları, huzursuzluk, kitlesel protestolar ve samimi ayaklanmalar; Cezayir, Irak, Ürdün, Fas, Lübnan, Sudan, Ä°ran ve Filistin gibi birbirinden çok farklı ülkelerdeki yönetici güçleri bir kez daha acımasızca sarstı ve korkuttu.
Temel siyasi boyutu inkar etmek için bu olayları tamamen veya çoÄŸunlukla ‘ekmek kavgası’ olarak sunmakta ısrar eden Batılı medya kuruluÅŸlarının yavan ve yetersiz raporlarının aksine; MENA’da insanlar sadece iÅŸsizlik ve gıda fiyatlarındaki yükselme nedeniyle deÄŸil, önce ve öncelikle devletlerinden tanınma ve kabul istedikleri için büyük gruplar halinde isyan ediyorlar.
Rejim karşıtlığının ve silahlı ayaklanmanın soykırım düzeyindeki baskıya raÄŸmen devam ettiÄŸi Suriye’nin ardından MENA’nın en baskıcı, ÅŸedit ve totaliter 2. rejimi olan Mısır da geçtiÄŸimiz ay protestolara sahne oldu.
Ä°nsanlar kendi ülkelerinde bir yer istiyorlar, çoÄŸu zaman buna sahip olmadıkları veya hak ettiklerini bulamadıkları için Fas ve Cezayir gibi ülkelerden inanılmaz bir beyin göçü var. Ä°statistikler bu ülkelerde gençlerin yarısından çoÄŸunun bir fırsat bulmaları durumunda Fransa gibi ülkelere göç edeceÄŸini gösteriyor.
Ä°nsanlar ülkelerindeki muktedir güçlerin ellerinden çektikleri aÅŸağılanmaya bir son vermek istiyorlar; itibar, siyasi ve sivil haklar istiyorlar. Özetlemek gerekirse, iÅŸ imkanları ve daha ucuz gıdanın yanı sıra, özgürlük, eÅŸitlik, fırsat ve adalet istiyorlar.
MENA’daki isyan eden “kitlelerin” taleplerinin, giderek daha da otokratikleÅŸen ve acımasızlaÅŸan Emmanuel Macron yönetiminde Fransa’daki Sarı Yelekler gibi bir Batılı sosyal hareketin talepleriyle aynı olduÄŸunu söylemek abartılı olmasa gerek.
Paris’teki hayatı BaÄŸdat’takinden ayıran bariz farklılıklara raÄŸmen, özünde bütün bu insanlar aynı sebepler için hayatlarını riske atıyorlar.
Tahrir Meydanı da Charles de Gaulle Meydanı da aynı temel sebeplerden doÄŸan mücadeleleri yansıtıyor.
Devlet terörü
2011’deki ‘bahar’ ÅŸenliklerinin ardından halklarının meydan okuması, statükoyu ve evlerine sessizce dönmeyi reddetmesinin ardından, Tunus hariç, Arap rejimleri bildikleri tek ÅŸekilde cevap verdiler: baskı, protestocuların katli, güvenlik güçlerinin eliyle uygulanan ÅŸiddet, özgür medyanın sansürü, toplu tutuklamalar ve korku politikası.
Bir baÅŸka deyiÅŸle, devlet terörü.
Ä°lginçtir ki, tamamen meÅŸru ve çoÄŸunlukla barışçıl bu protestoları bastırmak için kullanılan, arkası kesilmeyen ve sistematik devlet ÅŸiddeti; utanç verici sessizlikleri, pasiflikleri ve süregelen koÅŸulsuz destekleriyle daima terörist Arap rejimlerinin en büyük destekçisi olan Batılı hükümetlerimizden tek bir güçlü tepki görmedi.
Hatta, Sarı Yeleklilerin Kasım 2018’den Mart 2019’a kadar süren protestoları sebebiyle iktidarı ciddi biçimde sarsılan Fransız cumhurbaÅŸkanı Macron, Fransız polisinin silahsız sivilleri yaralamasına ve sakatlamasına izin vererek Arap müttefiklerinin silahsız protestoculara polis ÅŸiddeti uygulamak gibi faÅŸist uygulamalarını kendine örnek aldı.
Ä°ngilizce yayın yapan medyaya asla bildirilmese de, iÅŸler öyle bir noktaya geldi ki, Paris’in askeri valisi General Bruno Leray, devlet kanalı France Info’ya, askeri güçlerin Paris sokaklarına konuÅŸlanacağını ve gerekirse protestoculara gerçek mühimmatla ateÅŸ açmak için resmi izinlerinin olduÄŸunu açıkladı.
Bir baÅŸka deyiÅŸle, medyada hala demokrasinin en mükemmel numunesi olarak pazarlanan Fransa, yüksek rütbeli askeri ve siyasi yetkililerin, devlet kanalına çıkıp, eÄŸer barışçıl bir protestoya katılırsanız kendi polis ya da askeriniz tarafından yaralanabileceÄŸinizi hatta öldürülebileceÄŸinizi açıklayabildiÄŸi bir ülke haline geldi.
Bu bile tek başına bu ulusları post-demokrasi olarak adlandırmayı haklı kılacaktır.
Batı’nın ikiyüzlülüÄŸü
Ä°ki yüzlülüÄŸün ve çifte standardın en son örneÄŸi olarak, Fransa ve Almanya, ErdoÄŸan’ın Kuzey Suriye’deki askeri operasyonları sebebiyle Türkiye’ye silah satışlarını durdurduklarını açıkladılar.
GörünüÅŸe göre Macron ve Merkel için, sadece bazı ülkeler -mesela kendilerininki- terörist örgütlerle mücadele ederek kendi toprak bütünlüklerini savunma hakkına sahip, baÅŸka ülkeler deÄŸil.
Ek olarak, bu Avrupa ülkeleri, mesela Fransa; Sisi, Muhammed bin Selman ve Netanyahu gibi, rakiplerini veya kendilerini eleÅŸtirenleri öldürtmeye devam eden, Yemen’den Gazze’ye sivilleri bombalayan, Batı’nın da siyasi, diplomatik, finansal ve askeri desteÄŸiyle demokrasi yanlısı gösterileri kanla bastıran despot ve katillere silah satışını, elbette, durdurmuyor.
Bütün bunlar, mermi yaÄŸmurlarının, polis coplarının ve tazyikli suların takip edeceÄŸi MENA’daki bu taze protesto dalgası ile tekrar tasdik edilebilir.
MENA’nın ‘demokrasi eksiÄŸi’
Dünyanın bu bölgesinde gerçekten demokratik, çoÄŸulcu ve eÅŸitlikçi devletlerin olmayışı, analistleri uzun süredir ÅŸaşırtan sinir bozucu bir sorun. Bazıları bu durumu bir dinin (Ä°slam’ın), kültürün (Arap kültürünün) ve orta çaÄŸdan kalma kafa yapısının “geriliÄŸi” ile açıklıyorlar.
Batı’nın utanç verici sessizliÄŸi, pasifliÄŸi ve süregelen koÅŸulsuz desteÄŸi, Arap rejimleri için daima önemli bir dayanak olageldi
DiÄŸerleri, bu ülkelerin demokratik geri kalmışlığını, din ve kültürden ziyade -ve her ne kadar kültür dini bir dereceye kadar ÅŸekillendirse de-, meÅŸhur “petrol laneti” dahil olmak üzere, ekonomik ve sosyal yapılara baÄŸlı olarak anlıyorlar.
Batı'da, hem Arap karşıtı ırkçılığa hem de Ä°slamofobiye oynayan bu tür açıklamalar uzun zamandır popüler ve bu açıklamaları sahiplenen herkese medya ÅŸöhreti ve bilinirliÄŸin yanında, ücretli mülakatlar ve maaÅŸlı gazete köÅŸeleri, kazançlı kitap anlaÅŸmaları, üniversitelerde ve düÅŸünce kuruluÅŸlarında iÅŸ teklifleri hatta resmi devlet görevleri ve atamaları gibi daha somut faydalar da sunuluyor.
Ayaan Hirsi Ali, Ä°slamofobik söylemini kazançlı bir kariyere dönüÅŸtüren ilk ve en ünlü kiÅŸi. Yine de herkes otokratik rejimlerin ve otoriter devlet yapısının muhtemelen bölgesel devlet sistemini karakterize eden baÅŸlıca faktör olduÄŸunu kabul ediyor.
Daha 17. yüzyılda, fıkıhçı ve müderris olan ve Osmanlı idarecileri üzerinde nüfuzu bulunan Hayreddin Remli gibi önemli modernist Ä°slam düÅŸünürleri, Müslüman dünyasının “geri kalmışlığı”nın baÅŸlıca nedeni olarak otokrasiyi suçluyorlardı.
Bugün, bu büyük ölçüde dışlayıcı, mezhepsel ve vahÅŸice baskıcı rejimlerin ve devletlerin sadece bir kısmı, kendi nüfuslarına siyaset sahnesinde hak ettikleri yeri veriyor.
Temel sebepler
Ä°lki, yüzyıllar boyunca, Batı’nın, doÄŸrudan sömürgecilik, askeri istilalar ve iÅŸgaller, rejim deÄŸiÅŸiklikleri ve darbeler, kukla devletler, petrol gibi doÄŸal kaynakların ve toprakların sömürülmesi gibi pek çok farklı yolla sürekli müdahalesi ve güç denemesi.
Demokrasi eksikliÄŸi için iki temel sebep öne çıkıyor: siyasi özgürlük ile adalet ve eÅŸitlik
Ayrıca, SoÄŸuk SavaÅŸ süresince ve sonrasında bu ülkelerin vekil savaÅŸlar ve ‘büyük güç’ rekabeti için araçsallaÅŸtırılmasının maliyeti Orta DoÄŸu’ya kesildi; (Arapların) -1.Dünya Savaşı sonrası Osmanlısı gibi- , iÅŸleyen mevcut siyasi birimleri parçalandı, Kürtler gibi azınlıklar kendi devletlerini zayıflatmak üzere kullanılırken coÄŸrafyadaki ülkeler BalkanlaÅŸtırıldılar ve güçlü Arap ulus devletlerinin ya da pan-Arap devletlerin kurulması engellendi.
Daha da kötüsü, bu ülkeler ve milletler ne zaman demokratikleÅŸme yolunda gerçek bir hareket baÅŸlatsa, Batılı güçler ya kenardan izliyor yahut da bu hareketlerin Batı’nın müttefiki Arap devletler tarafından – çoÄŸunlukla onaylayıp silah saÄŸlayarak- ezilmesini izliyorlar, hatta bazen bu iÅŸi kendileri yapıyorlar (1953’te Ä°ran’da CIA’in Musaddık’ı devirmesinde olduÄŸu gibi).
Sonra da iki yüzlü bir ÅŸekilde “Neden, ama neden Arap-Ä°slam dünyası daha demokratik deÄŸil?” diye aÄŸlıyorlar.
Ä°kinci sebep de otoriter rejimler.
Ancak bu iki sebep birbirinden ayrı ele alınamaz. Fas’tan Suudi Arabistan’a pek çok Arap devletinin Batı tarafından desteklendiÄŸi hatta bazen direkt Batı tarafından kurulduÄŸu (Pehlevi hanedanlığı rejimi ve 2003 ABD iÅŸgali sonrası kurulan Irak baÅŸbakanı Maliki’nin yönetimi gibi) göz önüne alındığında, bu iki sebebin birbirine sarmaşık misali sarılıp baÄŸlanmış olduÄŸu açık.
Gerçek ÅŸu ki, Arap Baharı’nın kanıtladığı üzere herkes kadar demokrasi isteyen MENA halklarına, ÅŸimdiye kadar olduÄŸu gibi bugün de, egemen güçlerden bağımsız olarak kendilerini yönetme izni verilmiyor.
Bu gerçek, bölgedeki demokrasi eksikliÄŸinin kaynağıdır; “Ä°slam” ya da baÄŸnazlıkla körüklenen “gerici Arap aklı” deÄŸil.
Bölgedeki bu yeni isyan dalgası, aynı zamanda, özgürlük, bağımsızlık, egemenlik ve adalete doÄŸru çıktıkları uzun ve kanlı yolculuklarında, bu toplumların karşısına çıkacak olan iki büyük karşı-devrimcinin ve statükocu gücün, kendi Arap rejimleri ve onları destekleyen Batılı güçler olduÄŸunu gösteriyor.
Alain Gabon - Middle East Eye
Çeviren: Kübra Ä°nan
Kaynak: DüÅŸünce Mektebi
https://www.middleeasteye.net/opinion/no-one-can-predict-where-middle-east-will-be-10-years-now
Henüz yorum yapılmamış.