Sosyal Medya

Teoman Duralı: Yazıyı değiştirmek bir soykırımdı, bize de öyle yapıldı

Kaynak: GZT



Yıl 1947, yer Zonguldak. Teoman Duralı nasıl bir evde doğdu?
 
Zonguldak yakınlarında Kozlu diye bir yerde dünyaya geldim. Kılıç mahallesinde. Kozlu eskiden nahiyeydi. Babam, Kozlu'daki elektrik santralinde görevliydi. Bu elektrik santrali, madenlere enerji veriyordu.
 
ÇocukluÄŸum Zonguldak’ta geçti. 3 yaşındayken Kozlu'dan Zonguldak’a geldik. Ve 1951'de ÇatalaÄŸzı'na geçtik. Babam elektrik santrali müdürü oldu. 1954'e deÄŸin orada bulundum. Ä°lkokula orada baÅŸladım, köy okuluydu. 1954'te babam milletvekili seçilince benim cennet hayatım bitti, Ankara denilen cehenneme geldik.
 
ÇocukluÄŸunuz?
 
Zonguldak’ta bulunduÄŸunuz süre içerisinde nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
 
Çok dışarıdaydım. Hemen hemen eve girmezdim, sevmezdim. Hala da öyle kapalı yerleri sevmem, sıkılırım. Zonguldak civarında doÄŸadaydım. Hele ÇatalaÄŸzı'nda hep kır ve ormandı etraf. Ankara’da da sokak çocuÄŸu oldum. Hep sokaktaydık.
 
Ders çalışma gibi bir derdim yoktu
Mahallede oynuyorduk. Eve akÅŸamdan akÅŸama giriliyordu. O arada tabii dersler de uçuyordu. Zaten dersi hiçbir zaman sevmedim, okulu sevmedim. O bakımdan ders çalışma gibi bir derdim yoktu, o dert annemin babamın başına kalmıştı. Benden dolayı çok üzülürlerdi, derslerime bakmıyorum, okuldan kaçıyorum diye.
 
Mahallede oynuyorduk. Eve akÅŸamdan akÅŸama giriliyordu. O arada tabii dersler de uçuyordu. Zaten dersi hiçbir zaman sevmedim.
 
Sizi en çok hangi ders rahatsız ederdi?
 
Bütün dersler. Hiçbir dersi sevmezdim.
 
Almanya’dan gelen atlas hayatımın dönüm noktası oldu
 
Hem Ankara hem Zonguldak için geçerli mi bu?
 
Hepsi için aynı ÅŸey. Herhalde ilkokul dördüncü sınıftaydım Ankara'da. Almanya'dan birisi bizi ziyarete geldi ve bir atlas getirdi. Hayatımın dönüm noktalarındandı. O atlas benim olaÄŸanüstü derecede ilgimi çekti. Ben aÅŸağı yukarı beÅŸinci sınıfa deÄŸin okumadım. Okumaktan hiç haz duymadım. Zorla oturturlar iÅŸte 'ÅŸunu oku bunu oku' yapmıyordum. Sürekli gözüm dışarıdaydı. Ankara o vakit bahçelere dolu bir ÅŸehirdi. Evler çoÄŸunlukla 2-3 katlı bahçelere çevrili, yeÅŸildi. Åžehrin içi yeÅŸil, dışarısı kıraçtı. Ve sürekli meyve aşırmakla meÅŸguldük. Bahar gelip de meyveler belirlemeye baÅŸladığından güze deÄŸin meyve aşırmakla meÅŸgul olurduk.
 
Almanya'dan birinin ziyarete geldiÄŸini belirttiniz. Anneniz Alman, babanız Çerkes deÄŸil mi?
 
Babamın annesi Çerkes. Babamın baba tarafı Türkmen.
 
Babanızla anneniz hangi vesileyle tanışmışlar?
 
Mustafa Kemal döneminde belli bir dereceyle liseyi bitirenler dışarı gönderiliyordu. Burslu. Babam da o vesileyle 1929'da Almanya'ya gitti. Saksonya eyaletinde, Chemnitz ÅŸehrinin üniversitesine girdi. Mühendislik Yüksek Okulu. Annemle iÅŸte orada tanışıyorlar. Herhalde 1930'da evlendiler. Abim 1931'de dünyaya geliyor Chemnitz ÅŸehrinde. Babam 1933'de Berlin'e gidiyor. 1 yıl da Berlin'de Yüksek Mühendislik tahsili görüp 1934'te Türkiye’ye dönüyor. Annem abimle Almanya'da kalıyor, babam buraya geliyor. O vakit askerlik 4 yıl. Kayseri ve EskiÅŸehir'de askerliÄŸini yapıyor. AskerliÄŸini bitirdikten sonra 1936 yahut da 1937'de Zonguldak’a tayin ediliyor. Annem de 1938'de oÄŸulcuÄŸuyla birlikte buraya geliyor Almanya'dan. Trenle.
 
Anneniz için Almanya’dan çıkıp o yıllarda Zonguldak’a gelmek zor olmuÅŸtur deÄŸil mi?
 
Korkunç bir ÅŸey. Aklın, havsalanın alacağı bir ÅŸey deÄŸil. O vakit ki dünya bugünkü dünyayla kıyas kabul etmiyor. Tamamıyla farklı ÅŸeyler. Saksonya bir kere denizden uzak bir yer. Annem de annesi de kardeÅŸi de denizi hiç görmemiÅŸler. Yerlerinden yurtlarından çıkmamışlar. Annemin babası askerdi. Bir asker ailesinden geliyordu. Annemin babası Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa'da ağır yaralanıyor. Uzun süre hastanelerde kalıyor. 1920'li yılların sonlarında yaralarından ölüyor büyük babam. Ama tabi annem iyi hatırlıyor babasını.
 
Evde kışla terbiyesi gördük biz
Annem 1910 doÄŸumlu olduÄŸuna göre babası öldüÄŸünde 16-17 yaşında falandı. Hep anlatırdı, ‘ben babamın çizmelerine yahut düÄŸmelerine bakarak saçlarımı tarardım’ derdi. Büyük babam Süvari Binbaşısıymış. Çizmeleri pırıl pırıl, düÄŸmeler öyle. Bizde evde terbiye de o ÅŸekildeydi. Evde kışla terbiyesi gördük biz. Ben bundan çok ÅŸikayetçiydim ama askere gittiÄŸimde çok memnun kaldım. Annemden gördüÄŸüm o eÄŸitim çok iÅŸime yaradı. Türkiye’nin en zor okulunda bulundum. Polatlı Topçu Okulu'nda bir tek ceza almadan okulu bitirdim.
 
Babamdan çok küçük yaÅŸtan itibaren gördüm. Kadına saygı göstermek ve saygıdan da öte huÅŸu duymak. Çünkü en kutsal varlığımız annemizdir ve o da bir kadındır.
 
Disiplin baskısının dışında bir kültür çatışması yaÅŸadınız mı?
 
Aşırı bir disiplin vardı. OlaÄŸanüstü ÅŸekilcilik vardı. Yatak kılığıyla yatağın dışına çıkamazsın. Pijamayla, gecelikle evde dolaÅŸamazsın. Küçücüktüm bana yatak yapmasını öÄŸretti. Ben bugün hala yatağımdan çıkar çıkmaz yatağımı yaparım. Bir içgüdü halini aldı. Otelde de kalsam nerede olursan olayım o yatak mutlaka yapılacaktır. Düzen aynı ÅŸekilde. Benim en tahammül edemediÄŸim ÅŸey bir yerin dağınık olması. Sakarya vilayetinin Sapanca kazasının hemen yanında Kırkpınar diye bir köy var. Bu Çerkes köyüydü.
 
Kuzeybatı Kafkas halklarından biri olan Ibıhlar'ın dilleri Ibıhça, bu dili son konuÅŸan kiÅŸinin 1992 yılında ölmesiyle tarihe karışmıştır.
Oraya götürür bırakırlardı beni. Annem oraya bayılırdı, manzarası falan çok güzel o ayrı. Oradaki tertip ve düzen… Temizlik hastasıydı benim akrabalar. Benim bütün akrabam babamın anne tarafıydı. Bunlar dediÄŸim gibi Çerkes, soyu kurutulmuÅŸ Çerkeslerden; 'Ibıh'. Bilmem hiç iÅŸittiniz mi? Bunların soyunu kırdı Ruslar. Dilleri de ölü bir dildir. Nitekim benim büyüklerim Ibıhça bilmezdi. ‘Adige’ konuÅŸurlardı aralarında. Ana dilleri ‘Ibıh’ olmakla birlikte ‘Adige’ konuÅŸurlardı. Annem onlara hayrandı, onların tertipliliÄŸine, titizliÄŸine, düzenlerine vesaire. Gönül rahatlığıyla beni bırakırdı orada ve Ä°stanbul’a veya Ankara’ya dönerlerdi. Ben de birkaç ay orada kalırdım ve orada enfes Çerkes dansları seyrederdim.
 
Erkek erkektir kadın da kadındır
Kendi aralarında eÄŸlenirlerdi gençler. Ve o kendilerine mahsus kılıklara bürünürlerdi. En dikkat çekici taraf, erkek erkektir kadın da kadındır. Ama o erkeklik kadının karşısında dururdu. Kadına son derece saygılıydılar. Bu babamda da olan bir olaydı. Ve babamdan ben bunu çok küçükyaÅŸtan itibaren gördüm. Kadına saygı göstermek ve saygıdan da öte huÅŸu duymak. Çünkü en kutsal varlığımız annemizdir ve o da bir kadındır. Babam anneme saygısızlık etmeme hiçbir zaman katlanamazdı. Ben anneme ÅŸöyle bir ters bir laf söyleyeyim dayaktan kurtulamazdım.
 
Hiçbir zaman profesör olmak istemedim
Okul günlerine dönersek okumayı sevmeme döngüsü ne zaman kırıldı? Bugün bir profesör var karşımızda...
 
Hiçbir zaman profesör falan olmak istemedim. Ne olmak istemediysem beni Allah oraya itmiÅŸtir. Sopası yok derler, bal gibi de sopası vardı ve hep o sopayı yemiÅŸimdir ben O’ndan. Önce O’ndan sonra babamdan... O harita gelince, orada kalmıştık. OlaÄŸanüstü bir merak uyandı bende. Benim en önemli özelliÄŸim meraklı olmak. Nedir bu merak? Ortada durmayana hamle yapmak. Onu öÄŸrenmeye çalışmak. O atlas önümde yeni ufuklar açtı. Ufuk, benim merakımın ateÅŸleyicisi olmuÅŸtur. Çünkü ben gözlerimi açtığımda ufku gördüm. Kozlu Kılıç'taki evin penceresinden uzakta denizi görüyorsun. Zonguldak çok daÄŸlık bir memlekettir. DaÄŸların arasından, vadiden denizi görürsün. Denize baktığımda deniz gidiyor gidiyor gidiyor bir yerde kesiliyor. Gökle deniz birleÅŸiyor, orada ne var? KüçüklüÄŸümden itibaren bu duygu beni yemeye baÅŸladı. O ufuk çizgisinde ne var? ‘Büyük ihtimalle oradan su boÅŸluÄŸa dökülüyor’ diyordum. Karayolları çok zayıftı o vakitler, varla yok arası bir ÅŸey. Ä°stanbul’a gemiyle gidilip geliniyordu. Gemiye binerdik ki, yolcu gemisi de yoktu. Yük gemileriyle, kömür taşıyan gemilerle gidilirdi. Onların bazı kamaraları boÅŸ bırakılır, yolcu almak için. Gemi sahilden çıkar git gide git gide uzaklaşır. Ve ben böyle gözlerim fal taşı gibi açık bakardım. O ufka yaklaÅŸtıkça göreceÄŸim, sular nereye dökülüyor? Ama aksi gibi biz yaklaÅŸtıkça o ufuk uzaklaşıyor, bir türlü ufka gelemiyorduk. Kimseye de derdimi anlatamıyordum. Ya ne var bunun ucunda?
 
Sonunda bulabildiniz mi ufku?
 
ÇatalaÄŸzı'na yakın Filyos diye bir yer var. Orası çok güzel bir yerdi ve orada annemin arkadaÅŸları vardı. Trenle 15-20 dakikalık bir yol. Filyos'a giderdik; annem, anneannem. Çünkü savaÅŸtan sonra anneannem bize gelmiÅŸti. Ablam, ben. Filyos'ta bir gün kumlarda oynuyoruz. Ben o vakit 5 yahut 6 yaşında filanım. 6-7 çocuktuk. En büyüÄŸümüz adı da hala aklımda, 'Tuncer Abi'. O, 12-13 olabilir. Onu çok gözümüzde büyütürdük. Ortaokula baÅŸlamış filan falan. MüthiÅŸ bir olay. Ben orada dolanırken bir tahta parçası buldum. Gemi ÅŸeklinde bir tahta parçası. Tuzu yiye yiye ap ak hale gelmiÅŸ. Bunu aldım evirdim çevirdim koÅŸtum Tuncer'e, 'abi abi' dedim 'bak ne buldum' dedim. Aldı böyle ilgisiz gözlerle baktı 'bu tekne' dedi, 'kim bilir o karşı tarafta bir çocuk kaybetmiÅŸ olmalı' dedi. Ufku göstererek, karşı taraf dedi. 'Abi' dedim, 'o karşı taraf dediÄŸin ne, oradan su boÅŸluÄŸa dökülüyor' dedim. Baktı baktı, 'oÄŸlum sen ne kadar aptal bir herifsin ya' dedi. 'Ne diyorsun sen?' dedi. 'Nereye dökülüyor, ne suyu?' dedi. 'Abi' dedim, 'oradan su dökülmüyor mu boÅŸluÄŸa?' 'OÄŸlum orası Rusya' dedi. Hayatımda iÅŸittiÄŸim ilk ülke adıdır. 'Orada bir ÅŸehir var' dedi, 'Odessa'. Zonguldak ve Ä°stanbul dışında iÅŸittiÄŸim ÅŸehir adıdır Odessa. Ve o gün bu gündür Rusya hep bir tuhaf renkler cümbüÅŸünü uyandırır kafamda.
 
Hayatımda ne sevmişsem Ankara'da o yok
Yüksek öÄŸrenim için Ä°stanbul Üniversitesi'ne gidiyorsunuz. Neden Ä°stanbul, neden felsefe?
 
Ankara benim için bir mahkumiyet dönemi oldu. Hayatımda ne sevmiÅŸsem Ankara'da o yok. DaÄŸ sevmiÅŸim yok. Ormanı sevmiÅŸim yok. Denizi her ÅŸeyden önce sevmiÅŸim o yok. Bende bu harita olayıyla baÅŸlayan bir merak, dünyaya açılmak, görmek, gezmek… Ben o haritalardaki adları ezberliyorum. Denizleri, ÅŸehirleri, daÄŸları. OlaÄŸanüstü bir coÄŸrafya bilgisi belirmeye baÅŸladı. Ä°ÅŸte beni sınarlardı, falanca ülkenin baÅŸÅŸehri. Ä°ÅŸte filanca ırmak nereden akar, nereden doÄŸar nereye gider?Olmadık olmayacak bilgilerle…
 
CoÄŸrafya tutkusu beni okumaya sevk etti
Ama dediÄŸim gibi bunlar bir tutku halindeydi ve bu coÄŸrafya tutkusu beni okumaya sevk etti. Evde kitap çoktu. Bu kitapları yutmaya baÅŸladım. Abim müthiÅŸ bir asker delisiydi. 2. Dünya Savaşı'yla ilgili çok zengin bir kitaplığı vardı. Ben de coÄŸrafyanın yanı sıra askerlikle ilgili kitapları, metinleri okumaya baÅŸladım. Bunlarla ben Almanca okumayı öÄŸrendim. Ben hiç okula gitmedim Almanca üzerine. Annemden aldığım pratik bilgilerle baÅŸladım. Okumayı yazmayı hepsini kendi kendime öÄŸrendim. Ve bu arada, daha ileriki dönemlerde bu sefer dil bilgisi kitaplarını edinmeye baÅŸladım. 1960'da ilk defa Ankara’da ecnebi dillerde kitaplar çıkmaya baÅŸladı. Kültür merkezleri açıldı. Hiç olmayan bir ÅŸeydi. Fransız Kültür Merkezi, Alman Kültür Merkezi, Ä°talyan, Ä°ngiliz, Amerikan, filan falan. Ben o kitapçılarda sarhoÅŸ oluyordum. Özellikle dil kitapları gördükçe. Onlara nasıl böyle büyük bir hayranlıkla bakardım. Param yok alamıyorum. Gidecek bir yerim de yok. Babama gitsem dayak yiyeceÄŸim, 'sen okulun sonuncususun, senin ne iÅŸin var'. Mesela orada ne gördüm, Malayca'yı kendi kendine öÄŸren. Neresidir? Ä°ÅŸte gittim baktım, haritada falan. Ama nasıl beni çekti. Tabii okulda ben Ä°ngilizce görüyorum. Kitabın açıklamaları da Ä°ngilizce. Timsahlardan bahsediyor, ondan bahsediyor, bundan bahsediyor. Böyle kabıma sığamayacağım. Bir evden kaçabilsem, kapağı bir limana atsam da gemiye atlayıp gitsem. Hep kafamda bu var.
 
Ä°stanbul’u tercih etme nedenlerinizden biri bu muydu?
 
Ä°stanbul’a ben öteden beri aşığım, hala da öyle. Ölmeyen bir aÅŸktır bu. Ve baÅŸka yerlere kulaç atan adamları hiç anlamıyorum. Paris'e gitmek ister, Londra'ya, Los Angeles'a, New York'a. Ne var oralarda? Çözemedim ben bu sorunu. Ä°stanbul gibi bir yerde oturuyorsun, yaşıyorsun. Ne varsa oralarda? Böyle bir ÅŸeyim var ama liman ÅŸehri olmasının da etkisi vardı. Büyük zorlamalar sonucu, yalvarmalar, yakarmalar, dilenmeler sonucu ben bu kültür merkezlerine girdim. Dil öÄŸrenmeye baÅŸladım. Hocalarımdan çok yardım gördüm. Mesela Ä°ngilizce hocamız vardı, ona Latince öÄŸrenmek istediÄŸimi söyledim. Nasıl öÄŸrenirim, nereye gidebilirim? Bana Fransız Kilisesinin papazını buldu. O adama gittim, iÅŸte o
 
zamanlar lise 1’deydim. Dedim ki 'ben bunu öÄŸrenmek istiyorum bana ders verir misiniz?' Böyle ince, uzun, sıska bir beyefendi. Ellilerinde falan olmalı. Derdimi anlattım. 'Olur', dedi. 'ÖÄŸretirim sana.' Ve benden ders başına 17 lira istedi. Niye 7'si var onu anlayamadım. 15 olabilir 20 olabilir. Ama, ‘hayır 17’ dedi. 'Bu bana bir ÅŸey saÄŸlamaz. Ben bundan para kazanmıyorum ama sen Müslüman bir delikanlısın, sana bedava ders vermem hoÅŸ olmaz' dedi. 'Bu bir ahlak sorunudur, o yüzden ben senden bu parayı talep ediyorum.' Edebiyat hocam da meslektaşının kızına Ä°ngilizce dersi vermemi saÄŸladı. Ben ona verdiÄŸim özel Ä°ngilizce dersinden 25 lira alıyordum. Papazıma da 17 lira veriyordum. 3 yahut 4 yıl Latince dersi aldım, özel ders aldım. Onun yanında iÅŸte demin bahsettiÄŸim gibi Fransızca, Ä°talyanca derslerine gittim, kültür merkezlerinde. Bir de lise sondayken, ODTÜ'de öÄŸrenim gören Arap talebeler vardı. Filistinli özellikle. Bunlar Arapça ders veriyorlardı, oradaki derse de gittim. Bu ÅŸartlar altında ve bir de ben çok yoÄŸun spor yapıyordum. Atletizm koÅŸuyordum. Liseyi bitirdim zar zor. Çok büyük sıkıntılarla. Zorluklarla bitti. Bitirir bitirmez ilk iÅŸim Ä°stanbul’a kapağı atmak oldu. Ama üniversite okumayacaktım. Kesin üniversite okumayacaktım. Gemide iÅŸ bulup, Norveç'e gidip kaptan olacaktım. Norveç'e geldim, kaptan olmaktan vazgeçtim. Ä°stanbul'a dönüp felsefe öÄŸrenimine ve biyoloji öÄŸrenimine girdim. Felsefe öÄŸrenmeye beni sevk eden kiÅŸi rahmetli CoÄŸrafya Hocam Hatice Hanım oldu.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.